Kötülüklerden sakınan muttakiler, sürekli Allah'ı
gözeten, kendilerini onun azabından ve onun
azabını gerektirecek nedenlerden koruyan kimselerdir.
Belki de cennetteki pınarlar, cehennemin kapılarına
karşılık olmaları için sahnede yeralmaktadır.
Cehennemdeki korku ve endişeye karşılık, onlar
esenlik ve güven içindedirler. Geçen ayetlerde vurgulandığı
gibi, şeytanın içini kemiren kine karşılık,
onların içindeki tüm kin tortularını çekip çıkardık.
Orada bıkkınlık hissetmezler, oradan çıkarılma
korkusunu yaşamazlar. Dünyadayken Allah'ın
azabından korkmalarının ve kötülüklerden sakınmalarının
karşılığı olarak Allah'ın
katındaki bu güvenli ve huzurlu, yeri haketmişlerdir.
İNSANLIĞIN HİKÂYESİ ÜZERİNE
TESBİTLER
Şimdi hiç kuşkusuz -Kur'an'ın
akışı içinde sunulduğu şekliyle-
insanlığın büyük hikâyesi geniş
değerlendirmeleri gerektirecek derecede önemlidir. Bu
yüzden Fı Zilâl-il Kur'an'da- buna değinmeden bir
başka konuya geçmiyoruz. Şu halde, bu hikâyeyi uygun
olduğu ölçüde ana hatları ile irdelemeye çalışalım:
1- Bu hikâye, insan denen yaratığın
oluşumunun tabiatını gayet açık bir
şekilde göstermektedir. Bu, özel ve eşsiz bir
oluşumdur. İnsanın diğer canlılarla ortak
olduğu canlı organik bileşiminin yanında ek
bir özelliği de vardır. Bu içine üflenmiş ilahi
ruhun ayrıcalığıdır. İşte
insanı insan eden bu ayrıcalığıdır.
Bu özellikleriyle insanı diğer tüm canlılardan
farklı kılmaktadır. İnsanın sahip
olduğu bu ayrıcalık kesinlikle "hayat"
değildir. Çünkü diğer canlılarla insan `hayat'
noktasında ortaktır. İnsanı
ayrıcalıklı kılan, soyut hayata ek olarak içine
üflenen ilahi ruhun meziyetidir.
Kur'an ayetinin vurguladığı bu
ayrıcalık, Darwinistler'in sandığı gibi,
insanın ortaya çıkışından sonra geçtiği
çeşitli aşamaların ya da geçirdiği
evrimlerin sonucu kazandığı bir özellik değildir.
İnsan yaratılışından, ortaya çıkışından
ïtibaren bu ayrıcalığa sahiptir. İnsan denen
bu varlık, herhangi bir dönemde kendine özgü insani ruha
sahip olmaksızın, sıradan bir canlı türü
olmamıştır ve bu ruh sonradan içine girip onu
bildiğimiz insan haline getirmemiştir.
Julian Hauxley öncülüğündeki çağdaş
Darwinizm bu büyük gerçeğin bir kısmını
kabul etmek zorunda kalmıştır. Fizyolojik
canlılık açısından, dolayısıyla
akıl bakımından "insanın
eşsizliği"ni, ayrıca bu eşsizliğin
doğurduğu uygar olma noktasındaki
benzersizliğini kabul etmiştir.
Buna rağmen çağdaş Darwincilik, halâ bu eşsiz
insanın hayvandan evrimleştiğini iddia etmektedir.
Çağdaş Darwinciler'in "insanın
eşsizliğini" kabul etmeleri ile Darwin
kuramının dayandığı tüm canlıların
evrimleşmesi iddiasını uyuşturmak oldukça
zordur. Ne var ki Darwinciler ve onları destekleyenler,
kilisenin kabul ettiği her şeye karşı çıkma
ilkesinden hareketle bu hiç de bilimsel olmayan akımı
bilim boyası ile boyayarak savunmaya devam ediyorlar.
Yahudiler de bu kuramın yayılmasını,
yerleşip güçlenmesini var güçleriyle destekliyorlar.
İçlerindeki bir amacı, planladıkları bir
hedefi gerçekleştirmek için bu kurama bilimsellik kisvesini
giydiriyorlar.
Bu tefsirde A'raf suresindeki benzeri ayetleri ele alırken,
bu meseleye açıklık getirmiştik. Orada
yaptığımız bazı açıklamaları
buraya almakta yarar görüyoruz...
Hangi açıdan bakarsak bakalım, Hz. Adem'in -selâm
üzerine olsun- yaratılışına,
insanlığın meydana gelişine ilişkin
Kur'an ayetlerinin bütünü, bu varlığı, insani
özelliklerinin ve kendisine özgü fonksiyonunu yaratılışı
ile birlikte verildiği düşüncesi Kur'an'da ağırlık
kazanmaktadır. İnsanlık tarihinde görülen
ilerlemenin, yükselişin bu özelliklerinin daha açık
bir şekilde ortaya çıkmaları gelişmeleri,
terbiye edilmeleri ve insanın bunlar sayesinde üstün bir
deneyime sahip olmasında görülen ilerleme olduğunu
ortaya koymaktadır. Yoksa Darwinizm'in ileri sürdüğü
gibi, başka türlerin gelişerek sonuçta insan olduğu
şeklinde insanın "öz varlığında"
herhangi bir başkalaşım
olmadığını ortaya koymaktadır.
Arkeolojik kazılara dayanan yaratılış ve
evrim teorisine bağlı olarak zaman süreci içinde
hayvanlarda değişik ilerleme aşamalarının
varlığını ve bunların birbirini izleyen
gelişmeler olduğunu ileri sürmek "sağlıklı"
verilere dayanmayan bir teoriden ibarettir. "Kesinlik"
ifade etmez. Çünkü yerin katmanlarından bulunan
kayaların ömürlerini belirleme çalışmalarında
kendileri bile tahminden öteye geçemezler. Bu çalışmalar,
yıldızların ömürlerini radyasyon yoluyla
kestirmek gibidir. Bunları düzeltecek, hatta kökünden değiştirecek
daha başka tahminlerin ortaya çıkmasını
engelleyebilecek hiçbir şey yoktur! Böyle bir varsayım
bu canlıların birbirlerinden daha gelişmiş
olduğunu söylememiz için yeterli değildir.
Kayaların ömürlerine ilişkin bilgimizin kesin
olduğunu varsaysak bile, belirli çevre
şartlarının etkisiyle ve bu şartlarla uyum
sağlayabildikleri oranda, bazı canlı türleri
varolmuş olabilir ve çevre şartları
değişip, yaşamalarına elverişsiz hale
geldiği için bu canlıların soyu kurumuş
olabilir. Bu varsayımı ileri sürmemiz için,
engelleyici hiçbir veri yoktur.
Darwin'in ve ondan sonrakilerin arkeolojik kazıları
bundan öte bir şeyi ispatlayamaz. Zaman süreci içinde
herhangi bir hayvan türünün kendisinden önceki bir hayvan
türünden organik olarak evrimleştiğini, o zaman süreci
içindekï kayaların katmanlarının
tanıklığına bakarak, kesin biçimde
ispatlayamaz. Sadece şu kadarını ispatlayabilir:
Zaman süreci içinde birtakım hayvan türleri kendisinden
önceki bir hayvan türünden daha gelişmiştir... Böyle
bir gelişmeyi bizim anladığımız biçimde
yorumlamak da mümkündür. Yani bu zaman diliminde yeryüzünde
egemen olan şartlar bu hayvan türünün varlığına
müsade ediyorlardı. Şartlar değiştiğinde,
yeryüzü başka bir hayvan türünün meydana gelmesine
elverişli oluyordu. Bu hayvan türü de meydana geliyordu. Değişen
şartlar daha önceki şartlarda yaşayan hayvan türünün
neslinin tükenmesine yolaçıyordu. Buna bağlı
olarak bu hayvan türleri de yok oluyorlardı:
Buna bağlı olarak insan türünün yaradılışı
bağımsız bir yaratılıştır.
İnsan yüce Allah'ın yeryüzündeki şartların
insânın hayatı, gelişmesi ve ilerlemesi için
elverişli hale geldiğini bildiği bir zaman süreci
içinde yaratılmıştır. İnsanın
yaratılışı konusunda Kur'an ayetlerinin bir bütün
olarak ortaya koyduğu yaklaşım budur.
"İnsan" hem biyolojik ve fizyolojik yönden, hem
de akli ve ruhi yönden diğer canlılardan apayrı
bir özelliğe sahiptir. Bu öyle apayrı bir özelliktir
ki, içlerinden bazıları ateist olmalarına
rağmen, yeni Darwinistler insanın bu özelliğini
kabul etmek zorunda kalmışlardır. İnsanın
bu özelliği de, insanın
yaratılışının
başlıbaşına bir yaratılış
olduğunu ve başka hayvan türleriyle hiçbir organik bağ
bulunmadığını belgeleyen önemli bir delildir.
2- İnsanın bu eşsiz
yaratılışı, onun bağımsız
varlığından istenen bu ayrıcalığa,
Allah'ın ruhundan üflenen soluktan kaynaklanan bu ayrıcalığa
sahip olması... İnsana ve onun "temel isteklerine"
bakışı ile, tüm ekonomik, toplumsal ve siyasal
salgıları ile, insan hayatına egemen olması
beklenen düşünce ve değer yargılarına
ilişkin salgıları ile materyalist ideolojilerin
insana ve temel isteklerine bakışını temelden
birbirinden farklı kılmaktadır.
İnsanın evrim geçiren bir hayvandan başka bir
şey olmadığı iddiası marksizmi
insanın temel isteklerinin yeme, içme, barınma ve
cinsel ihtiyaçlarını giderme olduğunu ileri sürmeye
itmiştir. Bunlar tamamıyle hayvanların temel
istekleridir. İnsan bu bakış açısının
kendisine uygun gördüğü konumdan daha aşağılık
bir duruma hiçbir zaman düşmemiştir. Bu düşünce
biçimi, insanın kendine özgü nitelikleri ile hayvandan
üstün oluşundan kaynaklanan tüm haklarını hiçe
saymaktadır. Dini inanç hakkını, düşünce ve
görüş belirtme özgürlüğüne ilişkin
haklarını, dilediği işi seçme ve dilediği
yerde oturmaya ilişkin haklarını, egemen düzeni ve
onun düşünsel ve ideolojik temellerini eleştirmeyle
ilgili haklarım, hatta "parti"nin veya partiden
daha aşağı düzeyde olan bu iğrenç düzenin
görevlerinin uygulamalarını eleştirme
haklarını yok etmektedir. Dolayısıyla
insanlar, bu düzenin egemenliği altında sürüler gibi
biraraya getirilip güdülmektedirler. Çünkü bu "yığınlar"
materyalist felsefeye göre, evrim geçirmiş bir tür
hayvandan başka bir şey değildirler... Sonra da
kalkıp bu uğursuzluğa "bilimsel
sosyalizm" demektedirler!
İslâmın "insan" görüşüne gelince,
organik yapısı itibariyle hayvanlarla ortak niteliklere
sahip olmakla beraber, onun insana özgü nitelikleri ile eşsizliği
temeline dayanmaktadır. İslâm baştan itibaren
insanın temel isteklerinin hayvanların temel
isteklerinden farklı ve fazla olduğunu dile
getirmektedir. Buna göre insanın tüm temel istekleri; yeme,
içme, barınma ve cinsel ihtiyaçları gidermeden ibaret
değildir. Bunların dışında kalan
akıl ve ruhun istekleri de ikinci derecede istekler
değildir. İnanç, düşünce özgürlüğü,
özgür irade ve seçme hakkı tıpkı yeme, içme,
barınma ve cinsel tatmin gibi insanın temel
istekleridir. Hatta öncekiler, bunlardan daha öncelikli sayılırlar.
Çünkü bunlar insanın hayvandan farklı olarak sahip
olduğu özelliklerdir. Yani bunlar, onun insanlığını
belirleyen niteliklere ilgili isteklerdir. Bunların
yokedilmesi, insanlığın yokedilmesi demektir.
Bu yüzden İslâm düzeninde daha fazla
"üretim" için, insanlara yeme, içme, barınma ve
cinsel tatmin alanında geniş imkânlar sağlama
uğruna inanç ve düşünce özgürlüğünün ve
seçme hakkının ayaklar altına alınması
doğru değildir. Aynı şekilde, bu tür
hayvansal isteklerin rahatlıkla yerine getirilmesi için;
gelenekleri, çevrenin ya da ekonomik altyapının
belirlediği şekliyle değil, Allah'ın
belirlediği şekliyle ahlâki değerlerin yokedilmesi
de İslâma göre yerinde ve doğru bir uygulama
değildir.
Bunlar, "insanın" ve onun "temel
isteklerinin" değerlendirilmesinde, birbirlerinde
temelden farklı olan iki bakış açısıdır.
Bu yüzden aynı düzenin çatısı altında bu
iki bakışı biraraya getirmek kesinlikle mümkün değildir.
Ya İslâm, ya da tüm uğursuz salgılarıyla
materyalist ideolojiler! Bu saçmalıklar arasında
"bilimsel sosyalizm" dedikleri ideoloji de
yeralmaktadır. Hepsi de yüce Allah'ın
onurlandırdığı insanı küçük düşüren
aşağılık materyalizmin pis
salgılarıdır.
3- Yeryüzünde şeytan ile insan arasında kesintisiz
olarak süren savaş, en başta şeytanın
insanı aşamalı olarak Allah'ın sisteminden
uzaklaştırması ve onun dışındaki
hayat sistemlerini, ona cazip göstermesi noktasında
odaklaşmaktadır. Şeytanın insanları
yavaş yavaş Allah'a kulluğun, yani inanç, düşünce,
kulluk kastı taşıyan sembol ve
davranışlar kanun ve nizam noktasında Allah'a boyun
eğmenin sınırlarının
dışına çıkarmasıdır
savaşın ağırlık noktası. Sadece
Allah'ın hükmü ile hükmedenlere, yani sadece ona kulluk
edenlere gelince, şeytanın onlar üzerinde hiçbir
etkileme gücü yoktur.
"Seçkin kullarım üzerinde senin hiçbir nüfuzun,
hiçbir etkileme gücün yoktur."(Hicr Suresi 42)
Muttakilere bildirilen cennete yöneliş ile yoldan çıkmış
sapıklara söz verilen cehenneme yöneliş
arasındaki yol ayrımı Kur'an'da sürekli -ibadet
olarak ifade edilen- Allah'ın hükmü ile hükmetmek ile
şeytanın cazip gösterdiği sistemlere uyarak O'nun
hükmü ile hükmetmemektir.
Şeytanın kendisi de Allah'ın
varlığını ve sıfatlarını inkâr
etmiyor. Yani inanç açısından ateist değildir.
onun yaptığı sadece, Allah'ın hükmü ile
hükmetmemektir, işte onun ve ona uyan sapıkların
cehenneme yuvarlanmalarına neden olan budur.
İslâmın varlık nedeni sadece Allah'ın hükmü
ile hükmetmektir, sadece O'na itaat etmektir. Mensupları
herhangi bir konuda Allah'dan başkasının hükmü
ile hükmettikleri, O'ndan başkasına boyun
eğdikleri zaman, İslâmın hiçbir değeri
kalmaz. Bu hükmün inanç ve düşünceye veya bireysel
ibadetler ve törenlere ya da şeriat ve kanunlara, değer
yargılarına ve ölçülere özgü olması, durumu
değiştirmez. Hepsi de birdir. İslâm Allah'ın
hükmü ile hükmetmektir, cahiliye de Allah'dan başkasının
hükmü ile hükmetmektir, şeytanın yanında yer
almaktır.
Allah'ın hükmü ile hükmetme ilkesini bölmek, düzen ve
kanunları bïr yana bırakıp bunu inanç ve bireysel
ibadetlere özgü kılmak mümkün değildir. Çünkü
Allah'ın hükmü ile hükmetmek, bölünmez bir bütündür.
Ve bu, hem sözlük, hem de terimsel anlamı ile Allah'a
ibadet etmek demektir. İnsan ile şeytan arasında
kesintisiz olarak süren savaş işte bu nokta
etrafında cereyan etmektedir.
4- Son olarak yüce Allah'ın muttakilere ilişkin
olarak söylediği sözde yeralan gerçek ve derin yaklaşım
üzerinde durmak istiyoruz.
"Kötülüklerden sakınanlar ise, cennetlerde ve
pınar başlarındadırlar." "Onlara
"esenlik ve güven içinde oraya giriniz denir."