Uyuşturucunun biri bizi uyuşturdu, biri bize büyü
yaptı. Bütün gördüklerimiz, algıladıklarımız,
bir nazarcının bir büyücünün oyunundan başka
bir şey değildir.
Çirkin kibirlenmenin, aşağılık inadın
olanca çıplaklığı ile ortaya çıkması
için onların bu şekilde tasavvur edilmesi yeterlidir.
Bu da gösteriyor ki böyleleriyle tartışmanın hiçbir
yararı yoktur. Bu tutumlarının iman etmek için
yeterince delil bulamamaktan kaynaklanmadığı
ortadadır. Onların inanmalarını, engelleyen
kendilerine meleklerin inmemiş olması değildir.
Çünkü onların göğe doğru tırmanmaları,
meleklerin inmiş olmasından daha etkili bir
kanıttır, kendileri ile daha yakından ilgilidir.
Fakat onlar kibirli bir toplumdurlar. Utanmadan,
sıkılmadan, apaçık ve gözler önündeki gerçeğe,
aldırmadan kibirleniyorlar!
İfadenin canlandırdığı bu tablo
kibirli, gerçeklere kapalı, onları göremeyen insanın
örneğidir. Bu örnek insanda tiksinti ve küçümseme
duygularını uyandıran bir örnektir.
Bu örnek, belli bir bölgeye ve belli bir zaman dilimine
özgü değildir. Belli bir dönemde yaşamış,
belli bir toplumda da ortaya çıkmış değildir.
Fıtratı bozulan, basirete kapanan içindeki algılama
cihazları devre dışı kalan, çevresindeki canlı
evrenle, onun mesajları ve etkenleri ile ilgisini
koparmış her insanın örneğidir bu.
Bu örnek günümüzde dinsizlere ve "bilimsel (!)
ideolojiler" diye adlandırılan materyalist
ideolojilere inanan kimselere uymaktadır. Tüm bilimsel
iddialarına rağmen, bu ideolojiler bilimden hatta sezgi
ve basiretten çok uzaktırlar.
Materyalist ideolojilere mensup kişiler Allah'a
inanmıyorlar. O'nun varlığını
tartışma konusu yapıp bu varlığı inkâr
ediyorlar. Sonra da Allah'ı inkâr etme ve evrenin bu haliyle
yaratıcısız, planlayıcısız ve yönlendiricisiz,
kendi kendine meydana geldiğini iddia etme temeline dayanarak...
Evet bu inkâra ve bu iddiaya dayanarak toplumsal, siyasal
ekonomik, ayrıca`ahlâki (!)" ideolojiler geliştiriyorlar.
Ve bu temellere dayanan, hiçbir şekilde onlardan sapmayan bu
ideolojilerin "bilimsel" olduklarını, hem de
sadece "bilimsel (!) olduklarını iddia ediyorlar.
Evrende yeralan bunca kanıta, bunca tanığa
rağmen yüce Allah'ın varlığına
inanmamaları, bu bedbaht nesillerin içlerindeki algılama
ve özümseme cihazlarının işlevsiz hale
geldiğinin inkâr edilemez kanıtıdır.
Ayrıca bu inkârda diretmeleri de önceki Kur'an ayetinin
çizdiği bu örneğin bıraktığı
övünme havasından herhangi bir şey
azaltmamaktadır.
"Eğer onlara bir kapı açsak da göğe çıkmaya
koyulsalar." "Gözlerimiz hayal görüyor, herhalde
birileri bize büyü yaptı derler."
Evrende yeralan ve Allah'ın varlığına
şahitlik eden kanıtlar, onların göğe çıkmalarından
daha belirgin, daha açıktırlar. Bu kanıtlar devre
dışı kalmamış insan fıtratına
gizli-açık, sesli-sessiz hitap etmektedirler. Artık
fıtrat Allah'ın varlığını kabul
etmekten, onu tanımaktan başka bir şey yapamaz.
Evreni ayakta tutan, hareket etmesini ve düzenini sağlayan
ayrıca birbirleri ile uyum oluşturan yasalar sistemine,
bunun yanında evrenin bazı bölümlerinde hayatın
meydana gelmesi için biraraya gelen ve birbirleri ile uyum oluşturan
sayısız bileşimlere rağmen evrenin kendi
kendine varolduğunu söylemek... Evet böyle bir sözü insan
fıtratı temelden reddettiği gibi, insan aklı
da kabul etmez. Bilim, bu evrenin özelliklerini, sırlarını,
yapısında yeralan ve birbirleriyle uyum oluşturan
bileşimlerini araştırmak amacı ile derinlere
daldıkça; evrenin oluşumu ve varoluşundan sonraki
gelişimi hakkında ileri sürülen tesadüf teorilerini
reddetmekte ve evrenin ötesinde onu yönlendiren yaratıcı
eli görme ihtiyacını duymaktadır. Bu görüş,
evrenden gelen mesajların ve işaretlerin
algılanması ile birlikte insan fıtratına bir düzey
kazandırır. Ve bu durum, ancak son dönemlerde gelişme
gösteren tüm bilimsel araştırmalardan önce meydana
gelmiştir.
Evren kendi kendini yaratamadığı gibi, aynı
anda da kendisini yönlendirecek kanunları yaratamaz.
Aynı şekilde hayattan yoksun evrenin
varlığı, hayatın ortaya çıkışı
için bir açıklama sayılmaz. Evrenin ve hayatın
ortaya çıkışını bir
yaratıcının, bir yönlendiricinin varlığını
gözönünde bulundurmadan açıklamak, zorlama bir
girişimdir. İnsan fıtratı bu açıklamayı
kabul etmediği gibi, insan aklı da kabul etmez. Nitekim
son dönemlerde pozitif bilimler de böyle bir açıklamayı
reddetmeye başladılar.
Almanya Frankfurt Üniversitesi hocalarından canlılar
ve bitkiler uzmanı "Russel Charles Ernest'
şunları söylemektedir:
"Cansızlar dünyasından hayatın ortaya çıkışını
açıklamak için çeşitli teoriler ortaya
atılmıştır. Bazı
araştırmacılar hayatın protejenden ya da virüsten
yahut bazı büyük protein parçalarının biraraya
gelmesinden doğduğu sonucuna varmışlardır.
Bazı insanlar bu teorilerin canlılar alemi ile
cansızlar alemi arasındaki boşluğu
kapattığını sanmaktadırlar. Ama kabul
etmemiz gereken bir gerçek var ki, cansız bir maddeden
canlı bir madde meydana getirmek için ortaya konan tüm
emeklerin başarısızlıkla, hayal
kırıklığıyla sonuçlandığıdır.
Bununla beraber Allah'ın varlığını inkâr
eden biri, sadece atomların ve elementlerin tesadüfen
biraraya gelmeleri ile bu hayatı meydana getirdikleri, onu
korudukları, canlı hücrelerde gözlemlediğimiz
gibi yönlendirdikleri, teorisini evrenin varoluşunun
dayanağı yapamaz. Herhangi bir insan, hayatın
ortaya çıkışına ilişkin olarak
yapılan bu açıklamayı kabul etmede özgürdür. Bu,
onun bileceği bir şeydir. Ama bunu
yaptığı zaman her şeyi yaratan ve onları
yönlendiren Allah'ın varlığına inanmaktan
daha ağır, daha zor yükümlülükleri aklına yükleyecektir.
"İnanıyorum ki, canlı hücrelerin herbiri,
anlaması zor, son derece karmaşık birer yapıya
sahiptirler. Yeryüzünde varolan milyarlarca canlı hücre,
düşünce ve mantığa dayalı olarak onun gücüne
şahitlik etmektedir. Bu yüzden ben tüm
içtenliğimle
Allah'ın varlığına inanıyorum.
Bu makaleyi yazan kişi, araştırmasına
hayatın ortaya çıkışına ilişkin
dini açıklamaları gözönünde bulundurarak başlamıyor.
Araştırmasına hayatın ortaya çıkışını
şekillendiren yasalar sistemine ilişkin
doğruluğu kanıtlanmamış bir
bakış açısı ile başlıyor.
Araştırmasına egemen olan mantık, tüm
özellikleri ile "çağdaş bilim"
mantığıdır. Buna rağmen, hem fıtri
ilhamın, hem de dini duyarlılığın
onayladığı bir sonuca ulaşıyor. Çünkü
bir gerçek varolduğu zaman, hangi yolu izlerse izlesin,
doğru yol arayanlara kendisini gösterecektir. Ama bu gerçeği
bulamayanlar, içlerindeki tüm algılama
cihazlarının işlevsiz hale geldiği kimselerdir.
Fıtratın, aklın ve evrenin
mantığına ters düşerek Allah'ın
varlığını tartışma konusu yapanlar,
içlerindeki alıcı ve verici cihazlar devre
dışı kalmış varlıklardır. Onlar
kördürler. Nitekim yüce Allah onlar hakkında şöyle
buyurmaktadır:
"Rabbin tarafından sana indirilen kitabın hak içerikli
olduğunu bilen kimse kör birisi gibi midir?" (Ra'd
Suresi 19)
Gerçek durumları bu olduğuna göre, bir müslüman
bunların toplum, siyaset ve ekonomik alanlarında ortaya
koydukları sözde "bilimsel" ideolojilere, ayrıca
evren, hayat, insan, insan hayatı ve insanlık tarihi
hakkında geliştirdikleri teorilere, en azından
insan hayatını açıklanmasını ve düzenlenmesini
ilgilendiren konularda onların ortaya koyduğu düşüncelere;
duyu organları işlevini yitirmiş, görmekten,
duyumsamaktan ve kavramaktan tamamen yoksun bir körden
kaynaklanan sapmalar olarak bakmalıdır. Bir müslüman
hiçbir konuda böylesinin görüşüne başvuramaz.
Bakış açısını onların düşüncelerine
göre biçimlendirmesi, hayat sistemlerini bu körlerden alınmış
bir teoriye dayandırması ile olacak iş
değildir.
Bu mesele iman ve inanç meselesidir. Görüş ve düşünce
meselesi değildir. Düşüncelerini, hayat felsefesini,
aynı şekilde hayat sistemini ve maddi evrenin hem
kendisini, hem de insanı varettiği temeline
dayandıran biri, düşünce, hayat felsefesi ve hayat
sistemini temellendirmede büyük bir yanılgıya düşmektedir.
Bu yüzden bu temele dayanan organların düzenlemelerin ve
uygulamaların iyi sonuçlar vermesi iyilik getirmesi mümkün
değildir. Bu düşüncenin ufak bir parçasının
müslümanın hayatına monte olması, onun
inancına ve düşüncesine dayanak oluşturması
imkânsızdır. Çünkü bir müslüman düzenini ve hayatını
yüce Allah'ın evren üzerindeki ilahlığı
yaratıcılığı ve yönlendiriciliği
ilkesine dayandırmak zorundadır.
Böylece sözde "bilimsel sosyalizm" diye adlandırılan
ideolojinin materyalizmden ayrı bir düşünce olduğuna
ilişkin görüşün bilgisizlikten ya da hezeyandan başka
bir şey olmadığı ortaya çıkıyor.
Temeli, kaynağı, düşünce metodu ve sisteminin yapısı
belli olan "bilimsel sosyalizmi" benimsemek, inanç, düşünce,
sonra sistem ve düzen noktasından ve temelden İslâmdan
çıkmaktır. Çünkü bilimsel sosyalizmi benimsemekle,
Allah'ın varlığına inanmaya saygı göstermek,
kesinlikle birarada olmaz. İkisini birarada sürdürme girişimleri
İslâm ile küfrü birleştirmektir. Ve bu kaçınılması
mümkün olmayan bir gerçektir.
Hangi bölgede ve çağda olurlarsa olsunlar, insanlar ya
din olarak İslâmı benimseyecekler ya da materyalizmi.
İslâmı seçtikleri zaman "materyalizm
felsefesinden" kaynaklanan "bilimsel sosyalizmi"
kabul etmeleri artık kesinlikle yasaktır. Çünkü
bilimsel sosyalizmi, bir sosyal düzen olarak kaynaklandığı
temelinden ayırmak mümkün değildir.
İnsanlar baştan itibaren ya İslâmı ya da
materyalizmi seçmelidirler.
Hiç kuşkusuz İslâm, sırf vicdanlarda yereden
fonksiyonsuz bir inanç biçimi değildir. İslâm inanca
dayalı bir toplumsal düzendir. Aynı şekilde -bu
anlamda"bilimsel sosyalizm" de boşluğa
dayanmaz. Doğal olarak materyalizmden kaynaklanmaktadır.
Bilindiği gibi materyalizm, evrenin özünün madde olduğunu
ileri sürerek, evreni yaratıp yönlendiren bir tanrının
varlığını temelden inkâr etmektedir.
Materyalizmle bilimsel sosyalizm arasındaki bu organik
birleşimi bozmak imkânsızdır. İşte
İslâm ile tüm uygulamalarıyla bilimsel sosyalizm
arasındaki köklü çelişki bundan
kaynaklanmaktadır.
İkisinden birini seçmek kaçınılmazdır.
İsteyen dilediğini seçebilir, ama Allah katında seçtiğinin
sorumluluğunu da yüklenmelidir!
EVRENİN ÖZELLİKLERİ
Gökler alanından sunulan kibirlenme sahnesinden, gökler
sahnesiyle başlayan evrensel olağanüstülüklerin
sunulduğu sergiye geçiliyor. Çünkü yer sahnesi...
Çünkü yağmur yüklü bulutları biraraya getiren rüzgârların
yeraldığı sahne... Çünkü hayat ve ölüm
sahnesi... Çünkü diriliş ve toplanma sahnesi... Evet bütün
bu sahneler üzerlerine bir kapı açılsa oradan göğe
doğru tırmanacak olsalar, "Gözlerimiz hayal
görüyor, birileri bize büyü yaptı herhalde" diyecek
olan kimselerin kibirlendiği sahnelerdir. O halde biz de
ayetlerin akışı içinde olduğu gibi teker
teker sunalım bu sahneleri.