Şu halde onlar için hayırlı olan Kur'an'a yönelmeleridir.
Kalıcı olan, korunan, dağılmayan ve
değişmeyen O'dur çünkü. Kur'an'a batılın
bulaşmış olması, tahrif edilmesi mümkün değildir.
Kur'an onları Allah'ın gözetimi ve koruması
altında gerçeğe yöneltecektir, eğer gerçeği
istiyorlarsa:.. Fakat peygamberin getirdiği mesajın
doğruluğuna kanıt olsun diye meleklerin gelmesini
istiyorlarsa, yüce Allah onlara melek göndermek istemiyor.
Çünkü O, onlara iyilik dilemiş ve kendilerine
korunmuş kitabı indirmiştir, beraberlerinde helâk
ve yoketme azabını da getiren melekleri değil.
Biz asırlar sonra, yüce Allah'ın Kur'an'ın
korunacağına ilişkin gerçek vaadine baktığımızda,
birçok şahidin yanısıra, bu kitabın Allah
katından geldiğine şahitlik eden bir mucize ile
karşı karşıya kalırız. Yüzyıllardır
bu kitabın karşı karşıya
kaldığı değişik durumların,
koşulların, ortam ve etkenlerin bir kelimesini
değiştirmeden, bir cümlesini tahrif etmeden bu kitabı
korunmuş ve orijinal olarak bırakmış
olmasının olanaksız olduğunu görürüz, eğer
insanın iradesini aşan, tüm durumlardan; koşul ve
ortamlardan daha büyük bir güç bu kitabı
değişiklikten, bozulmuşluktan, gereksizlikten ve
tahrif olmaktan korumuş olmasaydı.
Hiç kuşkusuz bu kitap önceleri, çeşitli çekişmelerin
ortaya çıktığı, fitnenin
yaygınlaştığı, olayların
peşpeşe geliştiği dönemler yaşadı.
O dönemlerde her grup, Kur'an'dan ve Hz. Peygamberin -salât ve
selâm üzerine olsun- sözlerinden kendisi için dayanaklar
aramaya koyulmuştu. Bu fitnelere özellikle dinin değişmez
düşmanları olan yahudiler ve bir de Şuubiler diye
adlandırılan ve halkı milliyetçiliğe çağıran
ırkçılar katılıp gelişmeleri yönlendirmişlerdir.
Bu gruplar, Hz. Peygamberin sözleri arasına çeşitli
uydurma hadisler katmışlardır. Allah'dan korkan ve
gerçekleri kavrama yeteneğine sahip, onlarca alim
peygamberin sünnetini kurtarmak, onun sözlerini ayıklamak,
bu dinin aleyhinde komplolar kuran düzenbazların
uydurmalarından arındırmak için onlarca sene uğraşmak
zorunda kalmışlardır.
Ayrıca fitnenin yaygınlaştığı böyle
bir ortamda bu gruplar, Kur'an ayetlerinin anlamlarını
yorumlayarak, onları istedikleri hüküm ve direktifleri çıkarmak
için sağa sola bükme imkânını da bol bol
bulmuşlardır.
Buna rağmen -fitnenin yoğunluğunun ve
baskısının şiddetli olduğu bu dönemlerde-
bütün bu gruplar Allah tarafından korunan bu kitabın
ayetlerine yeni bir şey ekleme imkânını
bulamamışlardır. Onun ayetleri,
değiştirilemeyeceğinin, her türlü yanlış
yorumdan korunacaklarının, aynı şekilde bu
korunmuş kitabın Allah katından gelişinin
kanıtı olarak indikleri gibi kalmışlardır.
Sonra bir zaman geldi -ki biz halâ bu dönemi yaşamaktayız-
müslümanlar inanç sistemlerini, sosyal düzenlerini, yurtlarını,
ırzlarını, mallarım ve ahlâklarını
hatta akıl ve düşüncelerini bile koruyamaz oldular!
Onlara üstünlük sağlayan düşmanları,
inananlarca iyi olan her şeyi değiştirip, yer_ine
yine onlarca iğrenç kabul edilen kavramları
yerleştirdiler. İnanç, düşünce ve değer
yargısı; ölçü, ahlâk ve gelenek; düzen ve kanun
olarak karşı çıktıkları,
benimsemedikleri her şeyi onlara kabul ettirdiler. Toplumsal
çözülmeyi, ahlâki çöküntüyü, dejenereyi ve insana özgü
tüm niteliklerden soyutlanmayı kendilerine çekici gösterip;
onları hayvanlarınkine benzer bir hayatın içine
yuvarladıkları, zaman zaman hayvanları bile
tiksindirecek bir hayat biçimini yaşattılar. Bütün bu
kötülükleri "İlericilik", "Gelişmişlik",
"Lâiklik", "Bilimsellik", "Serbestlik",
"Özgürlük", Zincirleri kırmak", "Devrimcilik"
ve "Yenilik" gibi parlak sloganlar ve isimler
altında kabul ettirdiler. Böylece müslümanların kala
kala sadece "müslüman" isimleri kaldı. Bu dinle
uzaktan, yakından hiçbir ilgileri kalmadı. Sel
sularının sürüklediği çerçöpe döndüler. Ateşe
yakıt olmaktan başka da hiçbir işe yaramaz oldular.
Hem de son derece adi bir yakıt...
Ne var ki, -bütün bunlàra rağmen- bu dinin düşmanları
bu kitabın ayetlerini değiştiremediler, tahrif
edemediler. Bu konuda başarıya ulaşamadılar.
Hiç kuşkusuz bu hedefe varmak için insanlar arasında
en hırslıları onlardı, bu ideali gerçekleştirmek
en büyük arzularıydı.
Bu dinin düşmanları -en başta da yahudiler-
Allah'ın dinine karşı tuzaklar kurmak için
dörtbin yıllık -ya da daha fazla- deneyim birikimlerini
seferber ettiler. Birçok şey de başardılar. Örneğin
Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- ümmetini ve
müslüman ümmetin tarihini örtbas etmeyi başardılar.
Açıktan açığa yapamadıkları
şeyleri yapmak, rollerini gereği gibi oynamak için,
olayları çarptırmakta, müslüman toplumun bünyesine
yerleştirdikleri adamlarının gerçek kimliklerini
gözlemekte de büyük başarılar elde ettiler.
Devletleri, toplumları, düzenleri ve kanunları
yoketmeyi başardılâr. Yüzyıllardan beri,
özellikle çağımızda müslüman toplumların bünyesinde
kendi hesaplarına uygun, çeşitli yıkım ve
çökertme faaliyetlerinde bulunmaları için işbirlikçi
hainleri, kahraman ve kurtarıcı olarak sunup, kabul
ettirebildiler.
Ama tüm koşullar kendi lehlerine olmasına
rağmen, bir şeyi yapàmadılar. Bu korunmuş
kitaba bir şey yapamadılar... Üstelik bu kitaba bağlı
olduklarını söyleyenler, kitabı korumak bir yana,
onu kulak ardı edip, sele kapılan çerçöp yığını
gibi hiçbir tepki gösteremeden akıntıya
kapılmış gidiyorlar... Bu da bir kez daha bu
kitabın ilahi olduğunu göstermiştir. Bu
akıllara durgunluk veren mucize, onun üstün iradeli ve her
yaptığı bir hikmete dayanan yüce Allah tarafından
indirildiğini kanıtlamıştır.
Bu vaad, Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun-
döneminde sadece bir sözdü: Ama bugün -yaşanan bunca büyük
olaydan ve uzun asırdan sonra bu vaadin bir mucize
olduğunu, bu kitabın yüce Allah katından
geldiğini kanıtladığı ortaya çıkmıştır.
İnatçı kara cahillerden başkası bu gerçeği
tartışma konusu yapmaz.
"Bu Kur'an'ı gerçekten biz indirdik ve onu koruyacak
olan da