Takva kalp ile yaşanan bir haldir. Sözler ona
gölgeleriyle işaret eder. Fakat O'nun gerçek yapısı
sözlerle ifade edilemez. İnsanın kalbini
hassaslaştıran Allah'ı hissettiren bir
uyanıklığa kavuşturan,
hoşlanmadığı bir halde Allah'ın kendisini
görmesinden korkan, sakınan ve utanan bir
duyarlılığa kavuşturuyor. Allah'ın gözü
her an her kalbin üzerindedir. Bu halde insan O'nun
görmemesinden nasıl emin olabilir?!
"Herkes yanına ne hazırladığına
baksın."
Bu da sözlerinin ortaya konduğunda daha derin daha
geniş direktifleri ve mesajları taşıyan bir
ifadedir. Bu gerçeğin sırf kalpten geçmesi dahi onun
önüne yaptıklarının sayfasının hatta
hayatının bütün sayfasını gözlerinin
önüne serer. Tüm satırlarını gözlerinin önüne
getirir. Bütün yaptıklarını teker teker ve
detaylı olarak gözden geçirir. Bu sayfada yarına ne
hazırladığını bir bir görmesi sağlanır.
Bu düşünce insanın zayıf durumlarını,
yetersiz kaldığı yerleri ve hatalı
hareketlerini görüp itiraf etmesine yeterlidir.
İstediği kadar daha önce iyilik yapmış ve
çaba sarfetmiş olsun. İyilik konusundaki
hazırlığı ve iyilikten payı yetersiz
kaldığında ise bu durum daha net
anlaşılmaz mı? Bu öyle bir dokunuştur ki,
bundan sonra kalp artık uyku yüzü görmez. Yaptıklarını
gözden geçirmekten ve iyiye doğru çevirmekten asla geri
durmaz!
Bu duyguları harekete geçiren ayet-i kerime inanmış
kalpleri daha sarsıcı bir şekilde titretmeden sona
ermez:
"Allah'tan korkun. Çünkü Allah yaptıklarınızı
haber almaktadır."
Bu ifade sözkonusu kalplerin duyarlılığını,
ürperişini ve hayasını daha da
artırmaktadır. Allah yaptıklarınızı
haber almaktadır.
Bu ayette onların uyanıklığa ve gerçekleri
hatırlamaya çağrılmaları nedeniyle
peşinden gelen ayette onlar şu şekilde
sakındırılıyor: "Allah'ı unutup
da Allah'ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi
olmayın." Bu gerçekten hayret edilecek bir
durumdur. Fakat gerçektir. Allah'ı unutan adam bu dünya
hayatında kendisini yüceler alemine bağlayan
bağdan kopuk halde yaşar. Bu hayatını merada
otlanan hayvanlarınkinden daha üstün kılacak hedeften
yoksun hale gelir. Bu durumda onun kendi
insanlığını unutmasıdır. Bu gerçeğin
yanında bir gerçek daha ilave edilir veya ondan başka
bir gerçek doğar. Bu da sözkonusu yaratığın
kendi kendisini unutması, sürekli olan ebedi hayatı için
bir azık hazırlamaması, yarını için hazırladığı
azığa bakmamasıdır.
"İşte onlar sapık kimselerdir." Doğru
yoldan ayrılan, sapıp giden kimseler. Ardındaki
ayette onların cehennemlikler olduğu belirtiliyor.
Cennetlik olan inanmışların bunların yolundan
başka bir yol izlemeleri gerektiğine dikkat çekiliyor.
Cennetliklerin yolu doğal olarak cehennemliklerin yolundan
ayrı olmalıdır.
"Cehennemlikler ile cennetlikler bir olmaz. Cennetlikler
kurtulanların kendileridir."
Bunlar yapıları ve tutumlarıyla, yolları ve
yaşantılarıyla yönelişleri ve
hassasiyetleriyle asla bir değildir. Onlar birbirinden
ayrı yollardadır. Bir yolda buluşmaları asla mümkün
değildir. Çehreleri de bir değil, planları da bir
değil, siyasetleri de bir değildir. Ne dünyada ne de
ahirette onlar asla bir çizgide yer alamazlar.