11- Münafıkların, kitap ehlinden inkar eden
dostlarına "Eğer siz yurdunuzdan çıkartılırsanız,
mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız; sizin
aleyhinizde kimseye asla uymayız. Şayet sizinle
savaşırlarsa mutlaka size yardım ederiz "
derler. Allah, onların yalancı olduklarına
şahidlik eder.
12- Andolsun eğer onlar, çıkarılsalar, onlarla
beraber çıkmazlar; eğer onlarla savaşılsa
onlara yardım etmezler, yardım etseler bile
arkalarına dönüp kaçarlar, sonra kendilerine de yardım
edilmez.
13- Ey inananlar! Onların yüreklerine korku salan,
Allah'tan çok sizlersiniz; çünkü onlar anlamayan bir
topluluktur.
14- Onlar sizinle toplu olarak savaşamazlar, ancak müstahkem
şehirlerde yahut duvarların ardından sizinle
savaşmak isterler. Kendi aralarındaki çekişmeleri
şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın, ancak
onların kalpleri dağınıktır. Böyledir,
çünkü onlar düşünmez bir topluluktur.
15- Onların durumu, kendilerinden az önce, yaptıklarının
vebalini tatmış olan, ahirette de kendileri için acı
bir azap bulunan kimselerin durumu gibidir.
16- İkiyüzlülüklerinin durumu insana: "inkar
et" deyip insan da inkar edince: "Doğrusu ben
senden uzağım; alemlerin Rabbi olan Allah'tan
korkarım" diyen şeytanın durumu gibidir.
17- Nihayet ikisinin de sonu, içinde ebedi kalacakları
ateş olacaktır. İşte bu zalimlerin
cezasıdır.
Burada, münafıkların Beni Nadir yahudilerine önce
söz verip sonra bu sözlerini yerine getirmemeleri, onları
yalnız bırakmaları, Allah'ın beklemedikleri
bir sahadan onları kıskıvrak yakalayıp
kalplerine korku salıncaya kadar kendi haline
bırakmaları dile getiriliyor. Fakat Kur'an'ın her cümlesinde
bir gerçeği ortaya koyan, kalbin bir teline dokunan, bir
tepki uyandıran, eğitimin, irfanın ve derin
imanın temel ilkelerinden birini yerleştiren bir
direktif yer alıyor.
Göze çarpan ilk direktif münafıklar ile ehl-i
kitabın kafirleri arasındaki
yakınlığın ortaya konmasıdır. "Münafıkların
kitap ehlinden inkar eden dostlarına dediklerini görmedin mi?"
Yani ehl-i kitabın bu kesimi kafirdir. Münafıklar
her ne kadar islam örtüsüne bürünseler de onların
kardeşleridir.
Sonra münafıkların kendi kardeşlerine kesin kes
verdikleri söze dikkat ediliyor:
"Eğer
siz yurdunuzdan çıkartılırsanız mutlaka biz
de sizinle beraber çıkarız, sizin aleyhinizde kimseye
asla uymayız. Şayet sizinle savaşırlarsa
mutlaka size yardım ederiz: '
Onların iç yüzlerini en iyi bilen Allah ise, onların
belirttiklerinden başka birşeyi, onların
pekiştirdiklerinden farklı bir olguyu ortaya koymakta ve
pekiştirmektedir: "Allah onların yalancı
olduklarına şahitlik ediyor. Eğer onlar
yurtlarından çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar.
Eğer onlarla savaşılsa onlara yardım etmezler.
Yardım etseler bile arkalarına dönüp kaçarlar. Sonra
kendilerine de yardım edilmez: '
İşte Allah'ın hakkında tanıklık
yaptığı gerçek budur. Allah onların
kardeşlerine yaptıkları açıklamayı ve
vardıkları hükmü yalanlıyor.
Ardından münafıkların ve onların
kardeşleri olan ehl-i kitabın kafirlerinin içlerinde
bulunan temel bir gerçeğe parmak basıyor:
"Ey inananlar! Onların yüreklerine korku salan
Allah'tan çok sizlersiniz. Çünkü onlar anlamayan bir
topluluktur."
Onlar Allah'tan korktuklarından daha çok inananlardan
korkarlar. Halbuki onlar eğer Allah'tan korksalardı
O'nun hiçbir kulundan korkmazlardı. Tek bir korkuları,
tek bir endişeleri olurdu. Hiçbir kalpte hem Allah korkusu,
hem de O'ndan başkasının korkusu bir arada bulunmaz.
Bütünüyle güç ve kudret Allah'ındır. Evrendeki her
güç O'nun emrine boyun eğmektedir. "Hiçbir canlı
yoktur ki, perçemi O'nun avucunun içinde olmasın." (Hud
suresi, 56) Öyleyse Allah'tan korkan adam başka neden
korksun ki? Fakat bu gerçeği anlamayanlar Allah'tan
korktuklarından daha çok O'nun kullarından korkarlar.
"Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur."
İşte bu şekilde söz konusu topluluğun gerçek
yüzleri ortaya çıkıyor ve böylece sözkonusu yalın
gerçekte ortaya konmuş oluyor. Bundan sonra ayet-i kerime münafıkların
ve ehl-i kitap kafirlerinin psikolojik hallerini ortaya koymaya
devam ediyor. Onların bu halleri de az önceki gerçek
konumlarından ve Allah'tan çok inananlardan korkmalarından
kaynaklanıyor.
"Onlar sizinle toplu olarak savaşmazlar. Ancak
kalelerle çevrilmiş şehirlerde yahut duvarların
ardından sizinle savaşmak isterler. Kendi
aralarındaki düşmanlıkları şiddetlidir.
Sen onları bir topluluk sanırsın. Ancak
onların kalpleri darmadağındır. Çünkü onlar
düşünmeyen bir topluluktur."
Nerede ve ne zaman müminlerle münafıklar ve ehl-i kitap
karşı karşıya gelmişse onların
halleri daha net ve gözle görülür bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Onların o halleri gün geçtikçe daha da netlik kazanmakta,
bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır.
Ben kutsal topraklarda inanmış fedailerle yahudiler
arasında meydana gelen son çarpışmalarda bu ilahi
haberin gerçekliğini hayret verici tavırlarda
seyrettim. Yahudiler Filistin topraklarında onlara
karşı ancak muhkem mevzilerde ve
sığınaklarda savaşabiliyorlardı. Bir anda
yerleri tespit edildiğinde köstebekler gibi kaçışmaya
ve geri çekilmeye başlıyorlardı. Sanki bu ayet
yeniden onlar hakkında iniyordu. Herşeyi bilen ve
herşeyden haberi olan Allah ne yücedir!
Onların bir başka psikolojik halleri ve özellikleri
daha var: "Kendi aralarındaki düşmanlıkları
şiddetlidir. Sen onları birlikte sanırsın
fakat kalpleri paramparçadır." Nesiller boyunca
dayanışma içinde bulunan yer ve zaman vatan, ülke ve
ırk farklılıklarına rağmen iman
bağıyla bir araya gelen, bütünleşen müminlerin
tam tersine:
"Çünkü
onlar düşünmeyen bir topluluktur."
Bununla beraber dış görünüş bazen
aldatıcı olabilmektedir. Mesela; ehl-i kitap
kafirlerinin kendi aralarında dayanışma içine
girdikleri, birbirlerini tutarak bir güç oluşturduklarını
görmek, aynı şekilde münafıkların da bazen
bir ordu halinde yerleştikleri görülebilmektedir. Ne varki
Rabbimizden gelen gerçek haber onların aslında gerçekten
böyle olmadıklarını bildirmektedir. Bu
dış görünüşten ibaret aldatıcı bir
manzaradır. Zaman zaman bu aldatıcı perdenin
aralandığı da görülmektedir. O zaman ilahi
kaynaklı haberin gözle görülen realite dünyasında da
doğru olduğu ortaya çıkmaktadır. Bir tek
cephede aynı orduda bulunmalarına rağmen, çıkar
çatışması yüzünden arzu ve isteklerin farklılığından
ve yönelişlerinin çarpışmasından kaynaklanan
iç düşmanlıklarının onları ne hale
getirdiği görülebilmektedir. Her ne zaman müminler gerçek
anlamda inanmış ve kalpleri gerçek anlamda Allah'ın
dini üzere bir araya gelmişse o zaman mutlaka onların
karşısında yer alan kampın ordusundaki bu
ayrılıklar, bu çelişkiler ve gerçek durumu ortaya
koymayan bu gösteriş kendiliğinden su yüzüne çıkmıştır.
Nerede müminler sabretmiş ve direnmişlerse,
karşılarında yer alan batıl ehlinin sahte
dayanışmasının çözüldüğünü, dağıldığını
ve yıkıldığını görmüşlerdir.
Birbirinden ayrı darmadağın kalpler arasındaki
kesin ayrılığın, bölünmenin hilenin ve tuzağın
ortaya çıkışını seyretmişlerdir!
Münafıklar ve ehl-i kitabın kafirleri, ancak müslümanların
kalpleri birbirinden ayrıldığı, bu surenin
önceki bölümünde yer alan ayetin ortaya koyduğu müminler
gerçeğini temsil edemez hale düştükleri zaman onlara
zarar verebilirler. Bu durumun dışında münafıklar
onlardan daha zayıf ve daha acizdirler. Münafıklar ve
ehl-i kitabın kafirlerinin arzu ve istekleri, çıkarları
ve kalpleri ayrı ayrı ve darmadağındır:
"Onların aralarındaki düşmanlık
şiddetlidir." "Onları birlik
sanırsın fakat kalpleri paramparçadır."
Kur'an-ı Kerim bu gerçeği müminlerin kalplerine
yerleştiriyor ki, düşmanlarının korkusu
oraları tedirgin etmesin. Düşmanlarının
korkusu ve endişesi onların Kalplerinden sökülüp atılsın.
Bu gerçeğe dayalı bir direktiftir. Sağlam bir gerçeğe
dayalı psikolojik bir taktiktir. Ne zaman müslümanlar
Kur'an'larına ciddiyetle sarılırlarsa, kendi düşmanlarının
ve Allah düşmanlarının tüm çabaları basite
iner. Ne zaman kalpleri tek bir safta biraraya gelse hayatta hiçbir
kuvvet artık onları durduramaz.
Allah'a inananların kendi durumlarını ve düşmanlarının
durumlarını çok iyi kavramaları gerekmektedir. Bu
değerlendirme ve kavrayış savaşı
kazanmanın yarısıdır. Kur'an-ı Kerim
saadet döneminde meydana gelen bir olayı anlatırken, bu
olayı yorumlarken ve onun arka planındaki gerçekleri ve
olguları izah ederken onlara bu gerçeği gösterip
kavratıyor. Olayı öyle mükemmel bir biçimde
sergiliyor ki bizzat o olayı yaşayan insanlar ondan en güzel
şekilde yararlandıkları gibi bu kuşaktan sonra
gelecek herkes düşündüğünde gerçeği bilen yüce
Allah'tan gerçeği öğrenmek istediğinde rahat bir
biçimde ondan istifade edebiliyor.
Beni Nadir olayı bu türden olayların ilki
değildi. Bundan önce Beni Kaynuka olayı da meydana
gelmişti. Nitekim bundan sonraki ayet bu olaya da parmak
basmaktadır:
"Onların durumu kendilerinden az önce yaptıklarının
cezasını tatmış olan ahirette kendileri için
acı bir azap bulunan kims
elerin
durumu gibidir."
Beni Kaynuka olayı Bedir savaşından sonra Uhud
savaşından önce meydana gelmişti. Onlarla Hz.
Peygamber arasında bir antlaşma vardı. Müslümanlar
Bedir savaşında müşriklere karşı zafer
elde edince yahudiler bunu çekemediler. Müslümanların böyle
büyük bir zaferi elde etmelerine öfkelendiler. Kin gütmeye başladılar
Bu zaferin Medine'deki konumlarına etki ederek müslümanların
merkezi güçlerinin artması oranında kendi merkezi güçlerinin
zayıflayacağı endişesine kapıldılar.
Hz. Peygamber onların bu endişelerini,
planlarını ve kurmak istedikleri komploları fark
edince aralarındaki sözleşmeyi hatırlattı. Bu
yönelişlerin doğuracağı kötü sonuçlardan
onları sakındırdı. Onlar ise Hz. Peygambere
kin ve öfke dolu ayrıca tehdit kokan bir
karşılık verdiler. "Ya Muhammed! Sen kendi
taraftarlarının ne tür adamlar olduğunu göreceksin!
Savaş bilmeyen bir topluluğu mağlup etmen ve onlara
karşı bir zafer kazanmış olman seni
aldatmasın. Allah'a yemin ederiz ki eğer bizimle
savaşacak olursan bizim ne tür adamlar olduğumuzu o
zaman öğrenirsin!" dediler.
Bundan sonra zaman zaman müslümanlara sataşmayı huy
haline getirdiler. Rivayetlerin belirttiğine göre Arap bir
kadın yanına satılık eşyasını
alarak Beni Kaynuka pazarına gitmiş, orada bir
boyacının yanında oturmuştu. Yahudiler onun yüzünü
açmasını istemelerine rağmen o bunu
reddetmişti. Bu sefer boyacı onun eteğinin ucunu
sırtında bulunan, elbisesine bağlamış.
Kadın ayağa kalktığında avret yerleri açılmıştır.
Yahudiler de buna sevinerek gülüşmüşler. Kadın
imdat çağrısı yapmış müslüman bir adam
atılmış ve boyacıyı öldürmüştür.
Yahudiler hemen o müslümanın üzerine saldırarak onu
da oracıkta öldürmüşlerdir. Müslüman adamın
ailesi, müslümanlardan yardım dilemiş. İş büyümüş
ve müslümanların öfkeleri kabarmıştır. Ve
Beni Kaynuka yahudileriyle aralarındaki savaş bu olayla
başlamıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber
hemen onları kuşatır. Sonuçta O'nun hükmüne
teslim olurlar. Bu sırada münafıkların
başı Abdullah bin Ubeyy bin Selul Peygamberle onlar
hakkında tartışmaya girişir. Onlarla Hazreç
kabilesi arasındaki eski bir antlaşmayı bu konuda
dayanak olarak ileri sürer! Fakat bu girişimin gerçek
sebebi münafıklar ile kardeşleri olan ehl-i
kitabın kafirleri arasındaki yakın ilişkidir.
Neticede Hz. Peygamber onların Medine'den sürülmelerine
silah dışındaki mallarını ve
eşyalarını yanlarına alıp Şam'a göç
etmelerine razı olur.
İşte Kur'an-ı Kerim'in burada işaret
ettiği ve Nadiroğullarının halini ve gerçek
tutumlarını onlarınki ile
karşılaştırdığı olay budur.
Kur'an bu her iki kesimle münafıkların
tutumlarını da
karşılaştırmaktadır.
Ehl-i kitabın kafirlerinden oluşan kardeşlerine
müslümanlara karşı direnmelerini ateşli
ifadelerle dile getirerek onları bu dramatik akibete sürükleyerek
aldatan münafıkların sözkonusu tutumlarına bir
misal vermektedir. Sürekli olan bir durumu onlara örnek olarak
sunmaktadır. Bu şeytanın insana karşı
tutumudur. Şeytan kendisinin çağrısına kulak
verenleri aldatır. Sonuçta kendisini ve onları
acıklı bir akibete sürükler:
"İkiyüzlülerin durumu insana inkar et deyip; insan
inkar ettiğinde ise doğrusu ben senden uzağım.
Ben alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım diyen
şeytanın durumu gibidir. Nihayet ikisinin de sonu içinde
ebedi kalacakları ateş olacaktır. İşte
zalimlerin cezası budur."
Şeytanın buradaki karekteri ve üstlendiği görev
insanoğullarından sözüne kulak verenlere karşı
tutumu onun yapısına ve asıl görevine tamamen
uygun düşmektedir. Asıl akıl almayan ve izahı
mümkün olmayan şey durumu ve konumu böyle bir yaratığa,
insanın kulak verip onu dinlemesidir.
Bu sürekli geçerliliği olan bir vakıadır.
Kur'an'ın ifade üslubu bu geçici olay aracılığıyla
ona değinmektedir. Böylece kendi başına meydana
gelmiş bir olayla kapsamlı gerçek arasında bir
bağ kuruyor. Hayatın içinden canlı bir
mekanı, sözkonusu gerçeği ifade etmek için kullanıyor.
Zihindeki soyut yalın gerçekleri çıplak halde
vermiyor. Zira soğuk yalın gerçekler insanın
duyguları üzerinde etkili olmaz. Onları alıp kabul
edecek kalpleri harekete geçirmez. İşte Kur'an'ın
kalplere hitapta kullandığı metod ile
filozofların, ilim adamlarının ve
araştırmacıların metodu arasındaki fark
ta budur!
İşte bu etkili örnekle Beni Nadir hikayesi sona
eriyor. Olayın arasında ve olay üzerinde yapılan
bu yorum ile bunca tablolar, gerçekler ve yönlendirmeler bir
arada verilmiştir. Kıssadan meydana gelen bölgesel
nitelikli gerçek olaylarla sürekli geçerli olan yalın büyük
gerçekler arasında bir bağ kuruluyor. Yani bu
kıssa hem gerçek dünyaya hem de vicdan dünyasına
doğru açılan bir seyahattir, bir gezintidir. Olay kendi
sınırlarını aşarak daha geniş
boyutlara ulaşmaktadır. Bu olayın Allah'ın
kitabında ortaya konuşu ile insanların
kitaplarında ortaya konuşu arasında büyük farklar
bulunmaktadır. Tıpkı Allah yapısıyla kul
yapısı arasındaki farklar gibi! Bunlar
birbirleriyle karşılaştırılamaz bile!
Olay bu şekilde ortaya konup yorumlandıktan ve derin
gerçeklerle olan bağı ortaya konduktan sonra surenin
hitabı müminlere yöneliyor. İman adı ile onlara
sesleniyor. Kendilerini hitabın sahibine bağlayan
sıfatla onlara çağrı yapılıyor. O'nun
direktiflerine ve yükümlülüklerine olumlu cevap vermesi
böylece kolaylaştırılmış oluyor. Surenin
seslenişi müminlere yöneliyor ki, onları takvaya çağırsın.
Ahiret için yaptıkları
hazırlıklarını gözden geçirsinler. Sürekli
uyanık olsunlar. Daha önce Allah'ı unutanlar gibi
Allah'ı unutmaktan sakınsınlar. Nitekim bunlardan
bir kesimin akibetlerini kendi gözleriyle görmüşlerdir.
Bazılarının ise cehennemlik oldukları
kendilerine haber verilmiştir.