O

Haşr

O

   

1- Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ı tesbih etmektedir. O üstündür, hikmet sahibidir.

İşte sure evrende sürekli olarak meydana gelen bu gerçekle başlıyor. Göklerde ve yerde olan herşeyin Allah'ı kutsaması bütün bir evrenin O'na yönelerek O'nu yüceltip noksan sıfatlardan tenzih etmesi ile başlıyor. Sure ehl-i kitaptan olan kafirlerin Allah tarafından yurtlarından çıkarılmalarını ve bu yurtlarının Allah'ı övgülerle takdis eden, güzel isimleri ile yücelten müminlere bağışlandığını anlatıyor. "O'nun her şeye gücü yeter ve işleri eşsizdir." Yani Allah güçlüdür. Dostlarına yardım edebildiği gibi düşmanlarını da ezip geçebilecek kudrettedir. Takdirinde ve planlamasında mahirdir.

Ardından bu surenin iniş sebebini oluşturan olayın anlatılmasına geçiliyor:

2- Kitap ehlinden inkar edenleri, ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O`dur. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlarda kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Allah onlara ummadıkları yerden geldi, yüreklerine korku saldı; öyle ki evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle ,yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri ibret alın.

3- Eğer Allah onlara sürgün yazmamış olsaydı, mutlaka onlara dünyada azap ederdi. Ahirette de onlar için ateş azabı vardır.

4- Bunun sebebi şudur Onlar Allah'a ve Peygamberine karşı geldiler; kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki Allah'ın azabı çetindir.

Bu ayetlerden anlıyoruz ki ehl-i kitabın kafir olanlarını ahiretteki mahşerin örneği olan ilk toplanmada yurtlarından çıkaran Allah'tır. Aslında herşeyi yapan Allah'tır. Yalnız ayetlerin ifade biçimi, bu gerçeği gayet somut bir biçimde ve doğrudan ortaya koyuyor. İnsan bu yurtlarından çıkarma eylemini bizzat yüce Allah'ın kudretini insan eylemi ile perdelemeden gerçekleştirdiğini hissediyor! Toparlanarak yurtlarından çıkarılanları süren O'dur. Artık onlar bir daha çıkarıldıkları yurda dönemeyeceklerdir.

Ayetin sonraki bölümünde yüce Allah'ın onları çıkarmadaki ve sürmedeki doğrudan müdahalesi vurgulanıyor:

"Siz onların çıkacaklarını sanmıyordunuz. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı: '

Siz de onların çıkışlarını beklemiyordunuz. Onlar da teslim olmayı hiç düşünmüyorlardı. Yani onlar kaleleriyle örülmüş güçlü ve sağlam bir sığınak içinde bulunuyorlardı. Öyle ki siz, onların bu şekilde dışarı çıkacaklarını hiç beklemiyordunuz. Onlar da bu sığınaklarına o kadar güvenmişlerdi ki, kalelerin engel olamayacağı Allah'ın gücünü unutmuşlardı:

"Allah, onları beklemedikleri bir şekilde kıskıvrak yakalayıverdi. Yüreklerine de korku saldı: '

Onları kendi içlerinden yakaladı! Kalelerinin içinden değil, onların kalplerini yakalâdı. Oraya korku düşürdü. Onlar da bundan sonra kendi elleri ile kalelerini açtılar. Onlara, kendilerine dahi sahip olmadıklarını, kalplerini dahi yönlendiremediklerini kendi iradeleriyle ve çabalarıyla, Allah'ın iradesine karşı gelemeyeceklerini gösterdi. Bu durumda evlerini ve kalelerini korumaları da beklenemezdi. Onlar daha önce herşeyi hesaplayıp planlamışlardı. Tek hesapta olmayan, saldırının bizzat kendi içlerinden gelmesi idi. Onlar, Allah'ın kendilerini kıskıvrak yakaladığı bu yönü hiç hesaba katmamışlardı. İşte bu şekilde Allah bir şeyi dilediğinde ona bildiği ve dilediği biçimde müdahale eder, onu istediği biçimde yakalar. Herşeyi bilen ve herşeye gücü yeten O'dur çünkü.

Öyle ise artık herhangi bir sebebe ve herhangi bir aracıya gerek yoktur. O'nun için işlerin ille de insanların bildiği veya anladığı şekilde meydana gelmesi zorunlu değildir. O'nun için sebep sürekli hazır, araç her zaman ortadadır. Sebebi de, sonucu da yaratan O'dur. Aracı da, amacı da O yaratmaktadır. Hiçbir sebep ve hiçbir sonuç O'na kayıt oluşturamaz. Hiçbir amaç ve hiçbir araç O'na zorluk çıkaramaz. Çünkü O üstün güç sahibi, üstün maharet sahibidir.

Kitap ehlinin kâfir olanları kalelerine sığınmışlardı ama yüce Allah onlara hiç beklemedikleri bir yönden ulaşmış ve kalplerine korku salmıştı. Evlerine ve barınaklarına sığınmışlardı. Fakat Allah onları kendi evlerine ve kalelerine musallat etmiş, onlar bu evleri ve kaleleri kendi elleri ile tahrib etmiş ve müminlerin onları sürgün etmesine zemin hazırlamışlardı:

"Evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle yıkıyorlardı: '

İşte bununla kafir olân ehl-i kitabın başına gelenlerin hikayesi tamamlanmış oluyor, hem de böyle etkili bir tablo içinde, canlı bir anlatım içinde. Yüce Allah onlara kalelerinin ötesinden gelip kendi eylemleri ile onları düşürüyor, sonra biraz daha ileri giderek bu kalelerini kendi elleriyle ve müminlerin elleri ile tahrib ettiriyor.

Tam bu sırada bu tablonun etkisi ve bu hareketin tesiri üzerine ilk yorum cümlesi geliyor:

"Ey akıl sahipleri ibret alın: '

Bu tam yerinde ve zamanında gelen bir sesleniştir. Burada kalpler öğüt almaya hazır, ders almak için açık bulunmaktadır.

Bunu takip eden ayet Allah'ın iradesinin onları cezalandırma noktasında herhangi bir şekilde açık bırakmadığını, ahirette onları bekleyen cezaya ek olarak onları dünyada da cezalandıracağını anlatıyor:

"Eğer Allah onlara sürgün yazmamış olsaydı, mutlaka onlara dünyada azap ederdi, ahirette de onlar için ateş azabı vardır."

Öyle ise onların Allah'ın cezasına uğramaları kaçınılmaz bir durumdur. Bu ceza ya bu şekilde veya başka bir şekilde mutlaka gerçekleşecekti. Eğer yüce Allah onların yurtlarından sürülmelerini tercih etmeseydi, onları başka bir şekilde cezalandırırdı. Tabi bu ceza kıyamette kendilerini bekleyen cehennem azabından ayrı bir cezaydı. Yani onlar Allah'ın bir tür azabına çarpılmayı hak etmiş kimselerdi!

"Çünkü onlar Allah'a ve peygamberine karşı geldiler. Kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki Allah'ın azabı çetindir."

Bu ayet-i kerimede geçen "meşakka" kavramı onların Allah'ın tarafı dışında başka bir tarafı tutmaları, O'nun dışında başka birilerine dayanmaları demektir. Yüce Allah ayetin baş tarafında onların azaba layık oluşlarının sebebini açıklarken kendisinden yana olmayı, Peygamberinden yana olmakla aynı tutmuştur. Ayetin sonunda ise sadece Allah'tan yana olmamayı belirtmekle yetinmiştir. Zira Allah'tan yana olmamak, O'nun elçisinden yana olmamayı da içine alır. Şimdi karşı çıkanlar. yüce Allah'ın huzurunda karşı tarafta dikilsinler! Bu gerçekten çok çirkin, çok hayasızca bir tutumdur. Yaratılmışların kendi yaratıcılarına karşı diklenmeleri, O'na kafa tutmalarıdır. Bu aynı zamanda korkunç bir tutumdur. Bu güçsüz zayıf yaratıkların kendilerini Allah'ın öfkesi ve cezası ile karşı karşıya getirmeleri anlamına gelir. Allah'ın cezası ise çok çetindir.

İşte bu şekilde Allah'a karşı gelenlerin akibetleri somut bir şekilde kalplere yerleşmektedir. Nerede ve ne zaman olursa olsun durum değişmez. Ehl-i kitaptan olan bu kafirlerin akibetleri ve onların hak ettikleri bu azap ile herkese bir mesaj gönderilmektedir.

Kur'an-ı Kerim'in, Beni Nadir yahudilerini "Ehl-i kitabın kafirleri" diye tanıtması ve bunu surenin değişik yerlerinde tekrar etmesi dikkat çeken bir noktadır. Çünkü onlar Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- en güzel biçimde ortaya koyduğu Allah'ın dinini inkar ettiler. Halbuki yahudiler bu gerçeği daha önce bekliyor ve ona umut bağlıyorlardı. Ayrıca bu dönemde onlara kafir denilmesi, kimliklerinin ortaya konması ve toplumsal açıdan cezalandırılmaları anlamına da geliyordu. Öte yandan müslümanların onlara karşı bilinçlenmelerini, ruhi yönden bir aydınlığa kavuşmalarını, onlara karşı uygulanan ceza konusunda içlerinin rahatlamaları, onların elleriyle yahudilerin uğradıkları ceza ve azap konularında rahatsız olmamaları için gerekli bir açıklamaydı. Demek ki onların kafir olduğu gerçeğinin burada sözkonusu edilmesi bilinçli ve amaçlı bir açıklamadır!

Ardından kâfirlere, Allah'a ve Resulüne karşı gelenlere karşı uyguladıkları cezalar, hurmalıklarının kesilmesi ve yakılması veya kendi hallerine bırakılması ve Allah'ın bu konudaki hükmünün açıklanması için müminlerin yaptıklarının doğru olduğuna onları inandırıyor. Nitekim bu konuda bazı müslümanların şüpheleri bulunuyordu:

 

 

O

 

O