Anlatım yönünden bu sözün anlamı; Muhammed'in
-salât ve selâm üzerine olsun- onlara ulaştırdığı
konusunda doğru davrandığını göstermesidir.
O kendisine vahyedilmeyen bazı sözler uydurmuş olsa,
Allah O'nu geçen ayetlerin belirttiği biçimde yakalar ve
belirtildiği şekilde öldürürdü. Bu gerçekleşmediğine
göre, O'nun tebliğ konusunda doğru
davrandığı kesindir.
Konunun açıklanması açısından mesele
budur... Fakat açıklık getirmede oluşan hareketli
sahne başka bir şey olup, açıklık getirme
anlamının ötesinden geniş boyutlu bir çağrışım
uyandırıyor. O çağrışımlar; hayat
hareket içerdiği gibi korku ve ürkünçlükler de içeriyor.
Bunların dışında doğrudan etkileme öğeleri,
imalar ve vurgular da içeriyor...
Onda yer alan sağ elin alınması, can
damarının kesilmesi hareketi, insanı ürperten,
içine korku salan canlı bir tasvir olmasının
yanında; kim olursa olsun hiç kimseye, isterse Allah katında
saygın, seçilmiş sevimle O Muhammed olsun, herhangi bir
tolerans hakkı tanımayan bu meselenin ciddiyetini içerdiği
gibi, Allah'ı sonsuz gücü ve O'nun karşısında
insan yaratığının acz ve
zayıflığını çağrıştıran
bir anlamı da içeriyor. Tüm bunların ötesinde, korku
ve ürkünçlük vurgusu yer alıyor.
Son olarak, bu meselenin gerçeği ve güçlü yapısına
açıklık getiren son bölüm geliyor:
"O (Kur'an), korunanlar için bir öğüttür. Biz
içinizde yalanlayıcıların bulunduğunu elbette
biliyoruz. Doğrusu o, kafirler için hayıflanmadır.
O kesin gerçektir."
Bu Kur'an muttaki kalblere öğüt verir ve bu öğüdü
de ancak onlar alır. Kur'an'ın getirdiği bu hakikat
onlarda potansiyel olarak önceden vardır. Kur'an o hakikati
o kalblere hatırlatarak harekete geçirir, onlar da öğüt
alırlar. Kalplerinde korunma duygusu bulunmayan, kalpleri körleşmiş
kimseler gaflet içinde olup, ne öğüt alır ve ne de bu
kitaptan bir yarar elde edebilir. Muttakiler onda gafillerin
bulmadığı; bilgi, aydınlık hayat ve öğüt
bulurlar.
"Biz içinizde yalanlayıcıların
bulunduğunu elbette biliyoruz." Fakat bu, ne bu
meselenin gerçeğine etki eder, ne de bu gerçeği
değiştirir. Çünkü sizin tutumunuz meselenin
gerçeklerini etkileme gücünden yoksundur.
"Doğrusu o, kafirler için hayıflanmadır".
Müminlerin durumlarının yücelmesi, yalanlayanların
haysiyetinin ayak altına alınması ve hakkın güç
kazanması; kafirlerin tutunduğu batılın
silinmesine yol açması, onları üzüntüye boğar.
Diğer yandan o kıyamet günü Allah katında
aleyhlerine kanıt oluşturacak, O'nun
tanıklığıyla azaba uğrayacaklar, O'nun
sebebi ile çarpıldıkları azaba üzülecekler.
Dolayısıyla O kâfirler için hem dünya hem de ahiret
bir üzüntü kaynağıdır.
Yalanlayıcıların
yalanlamasına rağmen... Kesin gerçek. Salt bir kesinlik
değil, bu kesinlik gerçeği de beraberinde içeriyor. Bu
özel bir ifade tarzı olup, anlam ve vurguyu güçlendirmektedir.
Kuşku yoktur ki Kur'an hak olma ve kesinlik açısından
çok güçlüdür. O her ayetinde kaynağının ilk yüce
gerçek olduğuna işaret eden katıksız gerçeği
ortaya koymaktadır.
İşte bu meselenin yapısı ve apaçık
gerçeği budur. O ne şair sözüdür, ne kâhin sözü,
ne de Allah'a yakıştırılmış bir
iftiradır. O alemlerin Rabbi tarafından indirilmedir. O
muttakiler için öğüttür. O kesin gerçektir.
En uygun zaman ve durum olan burda saygın elçiye şu
gerçek telkin ediliyor:
"Öyle ise, sen büyük Rabbinin ismini tesbih et..."
Tesbih; Allah'ın eksikliklerden uzak olduğunu ve yüceliğini
dile getirme; sözlerinin gerçekliğini itiraf etme; onaylama
kulluk ve baş eğme anlamlarını içerir.
Meseleye açıklık getirmenin son bölümü ve ulu Allah'ın
gücü, saygın Rabbin azametinin bu uzun sunuşunun
ardından kalbi harekete geçiren bir bilinçtir.