O

Hakka

O

   

38- Yoo yemin ederim; gördüklerinize

39- Ve görmediklerinize ki,

40- O (Kur'an), elbette şerefli bir peygamberin sözüdür.

41- O, bir şairin sözü değildir. Ne de inanıyorsunuz!

42- Bir kâhinin sözü de değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz!

43- Kur'an alemlerin Rabbinden indirilmiştir.

Mesele bu ölçüde, açık, kanıtlanır ve ortadayken; yemine gereksinimi yoktur. Çünkü o; ne bir şairin şiiri, ne bir kâhinin kehâneti ne de bir iftiracının iftirası değil bir gerçektir, haktan gelmiştir. Hayır, o bu durumu ile asla yeminle takviye gereksiniminde değildir.

"Yoo, yemin ederim; bildiklerinize ve bilmediklerinize".

Bu üstündük, bu çaplılık ve görünenin yanında, saklı gayb la sağlanan bu korkutma... Varlık, insanın gördüğünden çok daha büyüktür, hatta kavradığından. insanın evrenden gördüğü ve kavradığı, sınırlı küçük uçlardır sadece. Yerin imarı ve Allah'ın insanlar için dilediği biçimde, orada hilafet etme ihtiyaçlarına cevap verecek ölçüdedir. Yer bu büyük evren içinde neredeyse görülmez veya hissedilmez bir toz taneciğinden başka bir şey değildir. İnsan, bu geniş mülkün durumu, sırları ve varlığın yaratıcısının koyduğu yasalarından; görmesi ve kavraması için kendisine tanınan sınırı aşma gücüne sahip değildir...

"Yoo, yemin ederim; gördüklerinize ve görmediklerinize."

Bu gibi göndermeler; gözlerimi ve kavrama sınırlarının ötesindeki özellikler, âlemler, görünmez, kavranmaz başka sırlar olduğu konusunda kalbi açmakta, bilinci uyarmakta, böylece evren ve gerçeğine ilişkin insan tasavvurunun ufukları genişlemektedir. Bu da, insanın gözlerinin gördüğünün hepsinde yaşamak, sınırlı bilincinin kavradığının esiri olmaktan kurtarmaktadır. Evrendeki görevine göre sınırlı enerji ile donatılmış bu insan aygıtından, evren daha geniş gerçek daha büyüktür. Onun dünya hayatındaki görevi yeryüzünde halifeliktir. Donanımı da ona göredir... Bunun yanında o, görme ve kavrama yeteneklerinin sınırlı, görme ve bilincinin ulaştığının ötesinde ulaştığı ile kıyas kabul etmez ölçüde büyük âlemler, gerçekler olduğunu bilirse daha büyük daha üstün ufuklara yükselebilir. İşte bu yönelim sayesinde insan kendini aşar ve kalbine dökülen bilgi, nur örtüler arkasından doğrudan ilişki aracılığı ile küllî marifet kaynakları ile bağlantı kurar...

Kendilerini, gözün gördüğü ve kendisine verilen yetenekler aracılığıyla bilincin kavradığı sınırlara hapsedenler zavallı kimselerdir. Duyu ve sınırlı kavrayışlarının tutsaklarıdırlar Dar bir alemde çaresizdirler. Yaşadıkları alemin genişliğine rağmen küçüklerdir.

İnsanlık tarihinin çeşitli dönemlerinde az olsunlar çok olsunlar, bir kısım insanlar kendilerini kendi elleriyle sınırlı his dünyalarının ve görülen alemlerin zindanına hapsediyor, bilgi ve aydınlık pencerelerini kendi üzerlerine kapatıyor, iman ve şuur aracılığıyla sağlanabilen en büyük gerçekle bağlantı kurma yollarını kapatıyor ve ardından bu pencerelerin kanalları kendi üzerlerine kapattıktan sonra diğer insanların üzerine de kapatmaya çalışıyorlar. Bunu kimi kez cahiliye kimi kez lâiklik adına yapıyorlar. lâiklik de cahiliye gibi bir hapishanedir. Acı ve işkencedir. Bilgi ve aydınlık kaynağından kopmak demektir.

Bilim son yüzyılda, iki yüzyıl önce ahmakca, gururlanarak çevresine ördüğü demir kafesten kurtulmaktadır. İlim bu kafesten kurtulmuş ve tamamen kendi deneyimleri sonucu gurur sarhoşluğundan ayılarak, kilisenin Avrupa üzerindeki zorba esaret zincirini kırarak aydınlık kaynağıyla bağlantı kurmaya başlamıştır. İlim artık haddini bilmektedir. Bu evrende sınırsızlığa götüren ve gizemlilikleri bildiren sınırlı araçları denedikten sonra imana yönelmeye başlamıştır. Bu başlangıç ferahlık müjdesi veriyor. Evet ferahlık. Çünkü kendisini kuruntu ürünü madde kafesi arkasına hapseden insan, kendisini ancak sıkıntı ve darlığa mahkum etmiştir.

Hücre ve kan nakli araştırmalarında uzman, tıp biliminde üstad olmuş, cerrahlık yapmış ve farmakoloji enstitülerinin yöneticisi olarak çalışmış, 1912 nobel tıb ödülü sahibi ve ikinci dünya savaşı sırasında Fransa'da insan etütleri enstitüsünde müdürlük yapmış Dr. Aleksi Carrel'in görüşlerini dinleyiniz:

"Evren bütün genişliğince, bizim akıllarımızın dışında etkin akıllarla doludur. insan aklı, eğer güvendiklerinin tümü doğru yolu bulmasına yardımcı olursa, çevresindeki çölün geçitleri arasında kolayca ilerler. Dua; çevremizdeki akıllar ve gördüğümüz göremediğimiz tüm varlıkların kaderine egemen akılla bağlantılaşma vesilelerindendir."

Etkin ruhi güçlerden olan başkaları ile temizlenme şuurunun hayatta özel bir konumu vardır. Çünkü o bizi ruhlar aleminden görkemli gizli ufuklarla bağlantıya götürecektir.

Bir başka tıp otoritesi Leomte De Nouy anatomi ve doğa bilimi araştırmaları ile uğraşan Curie, eşiyle birlikte çalışmış ve "Rockfeller Enstitüsü"nce, enstitü üyeleri ile birlikte cerrahi tedavi ve özelliklerinin araştırılması konusunda Amerika'ya çağrılmış bu ünlü bilgin şunları söylüyor.

"Birçok iyi niyetli zeki kişiler var ki, kavrayamadıklarından ötürü Allah'a inanamayacaklarını sanıyorlar. Oysa kendisini bilimin çekiciliğine kaptırmış insanın, Allah konusunu, bir fizik bilgininin elektriği tasavvuru gibi tasavvur etmesi gerekir. Çünkü elektriği maddi yapısıyla düşünebilmek mümkün değildir. Ama varlığı ve etkileri bir ağaç parçası üzerine denenerek kanıtlanabilir:'

Ünlü iskoçya'lı yazar Sir Arthur Tomson da diyor ki: Biz toprağın katılığının kalmadığı ve esirinin maddi yapısını yitirdiği bir devirde yaşıyoruz. Bu devir maddi yorumlarda aşırılığa kaçmaya en az şans tanıyan bir devirdir.

"Bilim ve Din" adlı dergide de şunları söylüyor:

Günümüzde akıllı dindar insanların; doğa bilginleri doğadan kurtulup, doğanın Rabbine ulaşamıyorlar, zaten yönelimleri bu değil diye üzülmeleri yersizdir. Bilginlerin, doğanın bilgisine dayanarak elde ettikleri sonuçlarla doğa üstüne çıkmaları, baştan doğa ötesine yönelmelerinden daha ciddi sonuçlar verecektir. Bunun yanında biz sevinmeğe daha lâyığız; çünkü doğa bilginleri kimi kez dini eğilimin Bilim atmosferinde teneffüs edilmesi için ısrar ediyorlar. Ki bu baba ve dedelerimizin zamanında kolay değildi... Doğa bilginlerinin çalışmaları, Mr. Loncdon Daws'in "insanın Dünyası ve Harikaları" adlı eserinde yanlış olarak ileri sürdüğü gibi, Allah'ı araştırmaya yönelik değilse de, biz rahatlıkla belirtiyoruz ki, bu konuda en büyük hizmeti doğa bilimi yapmıştır. Çünkü o insanı Allah konusunda daha üstün düşüncelere götürmüştür. Bilim insana yeni bir gökyüzü, yeni bir dünya yaratmıştır.

Ve onu, düşünsel çabasıyla, belirli bir hedefe yöneltip çoğu kere anlayışının ulaşabildiği en yüksek noktalarda huzura erdirdiği ve bunun sonucunda Allah'a imana yönelttiği gerçeğini söylersek kesinlikle ilmin bir harf dışına çıkmış sayılmayız.

Newyork bilimler akademisi rektörü ve Amerika Birleşik Devletleri bilimsel araştırmalar kurulu eski üyelerinden A.Cressy Morrissonn "insan Yalnız Değildir:' adlı eserinde şunları söylüyor:

"Biz bilinmeyen engin aleme yavaş yavaş yaklaşıyoruz. Çünkü anlıyoruz ki bilimsel açıdan madde, tümüyle özü elektrik olan evrensel bir sistemin görünümlerinden başka bir şey değildir. Evrenin oluşumunda rastlantının hiçbir rolü olmadığı konusunda kuşku kalmamıştır. Çünkü bu engin evren yasaların egemenliğindedir:'

Şu basit bir canlı olan insanın, düşünen ve benliğinin bilincinde olan bir varlık düzeyine yükselişi, yaratıcı bir el olmaksızın, sadece maddenin evrimi yoluyla ulaşabilecek bir hadise olmaktan çok çok uzaktır.

Doğada belirli bir hedefe yönelimin gerçekliği kabul edildiği durumda, insan bu niteliği ile bir aygıt olmuş olur. Öyle ise bu aygıtı yöneten kimdir? Çünkü yönetilmediği takdirde onun yararlı bir yönü olmayacaktır. Bilim ne insanın kimin yönettiğine yorum getirmekte, ne de onu yönetenin madde olduğunu ileri sürmektedir."

Biz Allah'ın insana, kendi nurundan bir kıvılcım verdiğine emin olmamıza yetecek kadar ilerlemiş bulunuyoruz:'

İşte böylece bilim kendi yöntemleri ile materyalizm zindan duvarı içinden çıkmağa başlamıştır. Artık Kur'an-ı Kerim'in şu ayet-i kerimenin benzerleri ile değindiği özgür ortama açılıyor: "Yo, yemin ederim; gördüklerinize ve görmediklerinize." Kur'an'da bunun gibi bir çok değiniler vardır. Eğer aramızda; bilim konusunda salih akılcı, din konusunda ruhi, özgürlük ve gerçek bilgi konusunda bilinçsel ve saygın insan yaratığına uygunluk konusunda bir dengesizlik varsa halâ Bilim adına iki eli ile aydınlık kapılarını kendisi ve çevresindekilerin üzerine kapatanlar bulunuyorsa, bilinç ve düşünce konusunda düzeysiz olan biziz!..

"Yoo, yemin ederim; bildiklerinize ve bilmediklerinize ki; o (Kur'an) elbette şerefli bir peygamberin sözüdür. O, bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz? Bir kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz? Alemlerin Rabbinden indirilmiştir."

Müşriklerin Kur'an ve Peygamber'e karşı uydurdukları sözler arasında "O şairdir", "O kahindir" ithamları da bulunuyordu. Bunları yüzeysel bir şüphenin etkisi ile söylüyorlardı ki; dayanakları, bu sözün yapısı açısından insan sözünden üstün olmasıydı. Sanılarına göre şairin cinlerden bir yol göstericisi olur ona üstün sözü o getirirdi. Kahin de onun gibi, cinlerle ilişki kuran kişiydi. Ki onlara gizli olan bilgiyi cinler ulaştırıyorlardı. Bu, Kur'an ve peygamberliğin yapısı ile şairliğin ve kâhinliğin yapısının çok az irdelenmesi ile ortadan kalkacak bir şüphedir...

Şiirde üstün akılcılığa dayanan, güzel tasvir ve çağrışımlara yer veren melodik dokunuşlar elbette vardır. Fakat o, asla Kur'an'a benzemez, uyumluluk göstermez. Zira aralarında köklü farklılıklar vardır. Kur'an değişmez gerçeklere dayanan, bütünsel bir bakış açısı getiren, Allah'ın Rabb lığı düşüncesinden doğan, evrene ve hayata hükmeden olağanüstü bir sistem getirmiştir.

Şiir ise coşkun hislerden ve duygusal varyasyonlardan ibarettir. Hayata hiçbir zaman belirli bakış açısı getirmiş değildir. Şiir, kızgınlık, üzüntü, içe kapanıklık sevgi ve nefret gibi psikolojik hallere göre etkilenir ve sonuçta da değişken bakış açılarını dile getirir.

Bu noktadan hareketle Kur'an düşünce sistemini ortaya koymuş, bütününü ve parçalarını yalnızca ilahi kaynaktan aldığını belirtmişti. Bu düşünce sisteminin tüm parçaları onun insan ürünü olmadığını ifade eder. insan yapısı, bunun gibi eksiksiz evrensel bir düşünce kompleksini ortaya koymaya müsait değildir. Ondan önce de sonra da insanlar onun benzeri bir sistem ortaya koymamışlardır. insanlığın, evrenin oluşumu ve işleyişi konusunda ortaya attığı; bu konuda felsefe, şiir ve diğer düşünce ekollerinde de yer alan düşüncelerin hepsi gözler önünde ve yazılı olarak bulunmaktadır. Bunlar ile Kur'an'ın düşünce sistemi arasında bir karşılaştırma yapıldığında, bu sistemin apayrı bir kaynaktan doğduğu ortaya çıkar. Onun, tüm insani çıkarımlarının üstünde eşsiz bir yapıya sahip olduğu farkedilir.

Kahinlik ve ona dayalı konularda da durum aynıdır. Tarih Kur'an'dan ne önce ne de sonra da, herhangi bir kahinin Kur'an'ın getirdiği gibi değişmez, eksiksiz bir hayat sistemi ortaya koyduğunu kaydetmiştir. Kahinlerden aktarılanların tümü; kafiyeli sözler, bireysel yetenekler ve süslü uydurmalardan ibarettir.

Kur'an'ın insan ürünü olması mümkün olmayan başka özellikleri de var. Bu Kitap da zaman zaman onların bir kısmı üzerinde durduk. insanlık O'ndan önce de sonra da onların benzerlerini ortaya koyamadı. Kapsamlı, duyarlı, latif bilgiyi dile getirmede de aynı başarısızlığa uğradı. Kur'an'ın sunduğu şu eşsiz anlatıma kulak veriniz:

"Gayb'ın anahtarları Allah'ın katındadır, onu yalnız O bilir. Mutlaka O'nun bilgisi altında dalından düşen her yaprak, yerin karanlık derinliklerindeki her tane, yaş-kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır." (En'am; 59) veya buna; "Allah yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilir. Nerede olsanız olun O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir."(Hadid; 4), ya da şuna: "Onun bilgisi dışında hiçbir dişi ve hamile kalabilir, ne de doğurabilir. Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve kısa ömürlülerin az yaşamaları kesinlikle bir kitapta kayıtlıdır. Hiç kuşkusuz bu Allah için kolay bir iştir." (Fatır; 11)

Kur'an'dan önce de sonra da, bu evreni elinde tutan güce bu ölçüde dikkat çeken başka bir eser görülmemiştir: "Gökleri ve yeryuvarlağını dengede tutarak yörüngelerinden çıkmalarını önleyen sadece Allah'tır. Eğer onlar yörüngelerinden çıkacak olsalar onları O'ndan başka kimse dengeye getiremez:' (Fâtır; 41)

Kur'an'ın; hayatın evrende yaratıcı güç eliyle oluşturulması ve hayatı kuşatan planlanmış, güdümlü evrensel uyumluluklara ilişkin şu dikkat çekişi karşısında da insanlık aynı durumda kalmıştır:

"Tohumu ve çekirdeği çatlatan Allah'tır. O ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarır. İşte Allah budur. Nasıl olur da bu gerçeği görmezlikten geliyorsunuz?"

"Sabahı açtıran O'dur. O geceyi dinlenme zamanı, güneş ile ayı zaman ölçme birimi yaptı. Bu, üstün iradeli ve her şeyi bilen Allah'ın düzenlemesidir."

"O ki, karanın ve denizin karanlıklarında yolunuzu şaşırmayasınız diye size yıldızları kılavuz yaptı. Biz bilenler için ayetleri ayrıntılı biçimde açıkladık: '

"O ki, sizi bir tek nefisten oluşturdu. Arkasından sizin için bir barınma ve bir geçiş yeri belirledi. Biz anlayanlar için ayetleri ayrıntılı biçimde açıkladık."

O ki, gökten suyu indirdi. Her çeşit bitkiyi bu su aracılığı ile ortaya çıkardık, her bitkiden yeşil sürgün çıkardık, bu yeşil sürgünden taneleri üstüste binmiş başaklar, hurma tomurcuğundan yere sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar çıkarırız. Bu meyvaların kimi birbirine benzer, kimi de benzemez. Bunların meyvalarına bir hamken ve bir de olgunlaşınca bakınız. Hiç kuşkusuz müminlerin bunlardan alacakları birçok ibret dersi vardır: '

Kur'an'da evrenin yapısı ile ilgili bu tür dokunuşlara canlı bir anlatımla yer verilmiştir. insanların Kur'anın kaynağının anlaşılması için yeterlidir. Kitabın özüne ilişkin başka belirtiler veya onlara eşlik eden değiniler bir kenara bırakılsa da...

Dolayısıyla O'nun haklılığına ilişkin kuşkular boş ve yüzeyseldir. Kur'an tamamlanmamış, birkaç ayet veya birkaç sûreden başka birşey inmemiş de olsa, üzerindeki bu özel ilahi damga ve yapısındaki eşsiz kaynağın işareti görülecektir...

Kureyşin ileri gelenleri, zaman zaman konuyu düşünüyor, şüpheye düşüyorlardı. Ama bu onların kör, sağır ve hain olmalarındandır. O'nunla doğru yolu bulamadıklarında da eski bir uydurmadır deyip geçiyorlardı.

Peygamberimizin hayatına ilişkin tarih kitapları, Kureyş ileri gelenlerinin tutumlarının öyküsüne çokça yer veriyor. Onlar kendi kendilerine bu kuşkuyu irdeliyor, sonrada aralarında onu çürütüyorlardı.

Onların bu durumlarıyla ilgili tarihçi ibn ishak; Velid b. Muğîre, Nadr b. Hâris ve Utbe b. Rebî'a'dan aktarmalar yapmıştır. Velîd b. Muğîre'den naklettiği haber şöyledir:

"Bir grup Kureyşli Velid b. Muğîre'nin yanında toplanmışlardı. O en yaşlıları idi. Zaman hac mevsimi idi. Velîd onlara: Ey Kureyşliler, hac mevsimi geldi, bu mevsimde arap kabileleri size gelecek, bu arkadaşınızın durumunu da işitmiş bulunuyorlar. O'na karşı bir tek görüşte birleşin, ayrılık göstermeyin ki, kiminiz kiminizi yalanlar, kiminiz kiminizin görüşünü reddeder duruma düşmiyesiniz dediğinde; Onlar: Ey Abd Şems! Sen bize bir görüş belirle de onu söyliyeyim." karşılığını verdiler. Velîd: "Hayır, siz söyleyin dinliyorum" dedi. Onlar: "Kâhindir" diyelim dediler. Velid: Hayır, Allah'a yemin olsun O bir kâhin değil; kâhinleri gördük, O'nun söyledikleri kâhinlerin çığlıkları ve kafiyeli sözlerinden değil karşılığını verdiğinde onlar: Öyle ise delidir diyelim dediler. Velid: Hayır, O'nda görülen delilik değil, deliliği gördük onu biliriz; O'nun söyledikleri deliliğin sayıklamaları, saçmalamaları ve vesvesesi türünden değil, karşılığını verdi. Onlar: Öyle ise, şairdir diyelim dediler. Velid: O bir şair sözü değil; şiiri tüm türleri ile biliriz, o şair değil dedi. Onlar: Öyle ise, sihirbazdır diyelim dediler. Velid: O bir sihirbaz değil; sihirbazları ve sihirlerini gördük, Onunkisi, sihirbazların üfürme, düğüm atmalarından değil dedi. Onlar: Öyle ise, ne diyelim? Ey Abd Şems dediler. Velid: Allah'a yemin olsun sözünde bir tatlılık var, kökü çatallı, dalları meyvelidir. Siz O'na ilişkin ne söyleseniz batıl olduğu mutlaka anlaşılacaktır. O'nun durumuna ilişkin en uygunu: `O bir sihirbazdır; bir söz getirdi, o büyü olup;kişiyi babası, kardéşi, karısı ve akrabalarından ayırmaktadır" demenizdir dedi. Bunun üzerine dağıldılar. Ardından şehrin giriş yollarını tutarak şehire giren herkesi uyarmaya ve Peygamberin durumunu saptırmaya koyuldular."

Nadr b. Haris'ten nakledilenler ise şunlar:

"Ey Kureyşliler; Allah'a yemin olsun size öyle birşey indir diki siz bir daha kesinlikle onu elde edemezsiniz. Muhammed aranızda genç bir delikanlı idi, en çok O'ndan memnundunuz, aranızda en güvenilir, en doğru sözlü kişiydi. Ama onun yanaklarında yaşlılık izini gördüğünüzde ve yanındakilerle size geldiğinde ona "Sihirbazdır" dediniz. Hayır, Allah'a yemin olsun O bir sihirbaz değil. Biz büyücüleri onların, üfürmelerini ve düğüm atmalarını gördük. Kâhindir dediniz. Allah'a yemin olsun O bir kahin değil; kâhinleri ve dengesizliklerini gördük, latifeli sözlerini işittik. Şairdir dediniz. Allah'a yemin olsun O bir şair değil; şiiri gördük ve tüm türlerini dinledik. Delidir dediniz. Deliliği de gördük. O'nda deliliğin bağırıp çağırması, sağa sola saldırması ve anormal hareketleri yok. Ey Kureyşliler, durumunuzu düşünün, Allah'a yemin olsun size büyük bir şey inmiştir."

Nadr'la Utbe'den gelen rivayetler arasında hemen hemen örtüşme var. Belki de aynı olay bir kere birine, bir kere de diğerine nisbet edilmiştir. Fakat biz; Kureyş'in ileri gelenlerinden, iki kişinin benzer bir ortamda, Kur'an karşısındaki hayranlıklarını dile getirişlerinde sözlerinin benzerlik gösterebileceğini, uzak bir olasılık olarak görmüyoruz.

Utbe'nin hâlini bu cüzdeki Kale:n suresinin giriş bölümünde anlattık. Muhammed ve getirdiği söz karşısında O'nun tutumu da Velîd ve Nadr'ın tutumlarına yakındır.

Sonuç olarak görülüyor ki; sihirbazdır veya kâhindir sözleri; kimi zaman hileli bir kurnazlık, kimi zaman da dayanaksızlığı açık bir şüpheden başka bir şey değildir. Durum; irdeleme ve düşünmenin daha başlangıcında, karışıklığa meydan vermeyecek ölçüde açık olup; bildikleri ve bilmediklerine yemini gerektirmemektedir. Çünkü o, saygın bir peygamberin sözüdür. Ne bir şair ne de bir kâhin sözü olmayıp, âlemlerin Rabbi tarafından indirilen bir sözdür.

"O saygın bir peygamberin sözüdür" tespiti, o kendisinin anlamına değil; burda onunla kastedilen, şair kahinlerin söylediği türden olmayıp, peygamberlerin söylediği türden olduğudur. Bu tür sözü Allah kendi katından peygamberleri ile gönderir, peygamberler de oradan, o yüce kaynaktan aktarırlar onu. Bu anlamı "Peygamber sözü" deyimi de belirler. Yani Allah tarafından onunla gönderilen söz. O ne bir şair, ne de bir kahindir. Bu cin veya şeytanın aracılığı ile söylüyor da değil... O bir elçi olup, kendisine gönderileni söylemektedir. Durumu arkadan gelen âyet kesin biçimde belirliyor: "Alemlerin Rabbinden indirilmiştir."

"Ne de az inanıyorsunuz? Ne de az düşünüyorsunuz?". Alışılmış ifade biçimi içinde inançsızlık düşüncesizlik anlamınadır bunlar. Allah'ın Rasûlü'nün -salât ve selâm üzerine olsun- niteliğine ilişkin hadis de bizim söylediğimizi doğrulamaktadır: "O, manasız ve gereksiz söz söylemezdi." yani hiç konuşmazdı anlamına. Sonuç olarak Kur'an onlardan düşünce ve iman yoksunu olarak bahsetmektedir. Yoksa bir mümin, peygamberi hakkında nasıl şair diyebilir? Düşünen biri nasıl onun kahin olduğunu öne sürebilir? Bunu söylemek küfür ve gafletten başka bir şey ile tarif edilmez.

Nihayet, esneklik içermeyen salih ciddîlikten oluşmuş olan akide konusunda Allah'a iftira edenlere yönelik o korkunç tehdit geliyor. Elçinin onlara ulaştırdığı veya kendisine ulaşanla ilgili durumu konusunda tek olasılığın, O'nun doğru ve güvenilir tutum içinde olduğuna `şiddetle yakalanmış oluşunun' tanıklığı ile açıklık getirme amacı ile yer alıyor bu tehdit burada. Zira tebliğin güvenliğine ilişkin en ufak bir sapma durumunda şiddetle yakalanmadan kurtuluş yoktur:

 

 

O

 

O