Boyunlarını tutsaklık halkasından
kurtararak oyun ve eğlence dünyasını çocuklara bırakan
soylu kimselere yaraşan yarış oyun, eğlence,
övünme ve sayısal artışlar elde etme
alanlarında girişilecek yarış değildir.
Onlara yaraşan yarış, şu ufuk uğruna,
şu hedef uğruna, şu engin "mülk" uğruna
girişilecek olan yarıştır. "...Gökle
yer arası kadar genişliği olan cennet uğruna
yarışınız."
Eski dönemlerde, yani evrenin ve uzayın uçsuz-bucaksız
enginliğine ilişkin gerçeklerin henüz bilinmediği
dönemlerde gerek bu ayeti gerekse buna yakın anlama gelen
hadisleri mecaz anlamları ile yorumlamayı düşünenler
olabilirdi. Nitekim normal cennetliklerin yükseklerdeki köşklerde
oturanları bizim doğu ya da batı ufkundan geçen yıldızlara
baktığımız gibi bakacaklarını
belirten, yukarda okuduğumuz hadis de vaktiyle mecaz
anlamında yorumlanmıştı.
Ama insanların ellerindeki küçük teleskopların
evrenin sınırsız ve müthiş enginliğini
ortaya koydukları günümüzde cennetin uçsuz-bucaksız
genişliğine ve cennet köşklerine
yıldızlara bakar gibi bakılacağına
ilişkin açıklamalar, kesin ve gözlenebilir gerçekler
haline gelmişlerdir. Artık bu açıklamaları
mecaz anlamlarına yormanın hiçbir mantıkî gereği
kalmamıştır. Mesela yerküresi ile güneş
arasındaki uzaklık, evrenin enginliği yanında
hiçbir şey değildir!.
Kim isterse cennetteki bu geniş "mülk"e
erebilir. Kim isterse bu uğurda yarışa girebilir.
Bunun tek şartı Allah'a ve Peygambere inanmaktır.
Okuyalım:
"Bu Allah'ın dilediklerine verdiği bir lütfudur.
Allah büyük lütuf sahibidir."
Yüce Allah'ın lütfu hiç kimsenin tekelinde, hiç
kimsenin ambargosu altında değildir. O bütün isteklere,
bütün yarışçılara açıktır, serbesttir.
O halde yarışmak isteyenler, boyutları ve süresi sınırlı
bir toprak parçası uğruna değil, bu uğurda
yarışsınlar.
İnanan adam, mutlaka şu büyük evrenle ilişki
halinde olması gerekir; vicdanını,
bakışlarını, düşüncesini, idealini ve
duygularını dünyanın dar ve küçük kalıpları
içinde hapsetmemesi gerekir. Kendisinden beklenen görevi yerine
getirmesi için ufkunun böylesine geniş olması
şarttır. Bu zor görev insanların hakaretleri ve
ihtirasları ile, aynı zamanda kalplerin
sapıklığı ve vicdanların dönekliği
ile çatışır, eğri yolun direnişi ve yere
çakılıp kalan inadı ile boğuşmak zorunda
kalır. Bu sıkıntılara karşı
koyabilmek için insanın bu hayattan daha büyük, bu
yeryüzünden daha engin, bu geçici alemden daha kalıcı
bir alemle ilişki içinde olması gerekir.
Şu yeryüzünün ölçüleri ve tartıları, inançlı
adamın vicdanında yer etmeye layık bir gerçeği
temsil etmezler. Bu ölçüler ile bu tartıların sözkonusu
gerçeği temsil etme oranları yerkürenin hacminin,
evren hacmi karşısındaki oranı kadardır,
yerkürenin ömrünün, artı ve eksi sonsuza göre oranı
ne ise dünya kriterlerinin bu gerçek karşısındaki
değeri de o kadardır. Bilindiği gibi bu iki
kategori arasındaki fark ve uzaklık korkunçtur. Tüm
yeryüzü ölçüleri birbirine eklense, üstüste konsa, bu farklılığı
belirlemek şöyle dursun, ona yaklaşık olarak
işaret bile edemezler.
Bundan dolayı büyük gerçeğin ufkunda, yeryüzünün
basit realitesinin üstünde kalır. Bu