O

Hadid

O

   

21- O halde Rabbinizin bağışlaması ve Allah ile Peygambere inananlar için hazırlanmış, gökle yer arası kadar genişliği olan cennet uğruna yarışınız. Bu Allah'ın dilediklerine verdiği bir lütfudur. Allah büyük lütuf sahibidir.

Boyunlarını tutsaklık halkasından kurtararak oyun ve eğlence dünyasını çocuklara bırakan soylu kimselere yaraşan yarış oyun, eğlence, övünme ve sayısal artışlar elde etme alanlarında girişilecek yarış değildir. Onlara yaraşan yarış, şu ufuk uğruna, şu hedef uğruna, şu engin "mülk" uğruna girişilecek olan yarıştır. "...Gökle yer arası kadar genişliği olan cennet uğruna yarışınız."

Eski dönemlerde, yani evrenin ve uzayın uçsuz-bucaksız enginliğine ilişkin gerçeklerin henüz bilinmediği dönemlerde gerek bu ayeti gerekse buna yakın anlama gelen hadisleri mecaz anlamları ile yorumlamayı düşünenler olabilirdi. Nitekim normal cennetliklerin yükseklerdeki köşklerde oturanları bizim doğu ya da batı ufkundan geçen yıldızlara baktığımız gibi bakacaklarını belirten, yukarda okuduğumuz hadis de vaktiyle mecaz anlamında yorumlanmıştı.

Ama insanların ellerindeki küçük teleskopların evrenin sınırsız ve müthiş enginliğini ortaya koydukları günümüzde cennetin uçsuz-bucaksız genişliğine ve cennet köşklerine yıldızlara bakar gibi bakılacağına ilişkin açıklamalar, kesin ve gözlenebilir gerçekler haline gelmişlerdir. Artık bu açıklamaları mecaz anlamlarına yormanın hiçbir mantıkî gereği kalmamıştır. Mesela yerküresi ile güneş arasındaki uzaklık, evrenin enginliği yanında hiçbir şey değildir!.

Kim isterse cennetteki bu geniş "mülk"e erebilir. Kim isterse bu uğurda yarışa girebilir. Bunun tek şartı Allah'a ve Peygambere inanmaktır. Okuyalım:

"Bu Allah'ın dilediklerine verdiği bir lütfudur. Allah büyük lütuf sahibidir."

Yüce Allah'ın lütfu hiç kimsenin tekelinde, hiç kimsenin ambargosu altında değildir. O bütün isteklere, bütün yarışçılara açıktır, serbesttir. O halde yarışmak isteyenler, boyutları ve süresi sınırlı bir toprak parçası uğruna değil, bu uğurda yarışsınlar.

İnanan adam, mutlaka şu büyük evrenle ilişki halinde olması gerekir; vicdanını, bakışlarını, düşüncesini, idealini ve duygularını dünyanın dar ve küçük kalıpları içinde hapsetmemesi gerekir. Kendisinden beklenen görevi yerine getirmesi için ufkunun böylesine geniş olması şarttır. Bu zor görev insanların hakaretleri ve ihtirasları ile, aynı zamanda kalplerin sapıklığı ve vicdanların dönekliği ile çatışır, eğri yolun direnişi ve yere çakılıp kalan inadı ile boğuşmak zorunda kalır. Bu sıkıntılara karşı koyabilmek için insanın bu hayattan daha büyük, bu yeryüzünden daha engin, bu geçici alemden daha kalıcı bir alemle ilişki içinde olması gerekir.

Şu yeryüzünün ölçüleri ve tartıları, inançlı adamın vicdanında yer etmeye layık bir gerçeği temsil etmezler. Bu ölçüler ile bu tartıların sözkonusu gerçeği temsil etme oranları yerkürenin hacminin, evren hacmi karşısındaki oranı kadardır, yerkürenin ömrünün, artı ve eksi sonsuza göre oranı ne ise dünya kriterlerinin bu gerçek karşısındaki değeri de o kadardır. Bilindiği gibi bu iki kategori arasındaki fark ve uzaklık korkunçtur. Tüm yeryüzü ölçüleri birbirine eklense, üstüste konsa, bu farklılığı belirlemek şöyle dursun, ona yaklaşık olarak işaret bile edemezler.

Bundan dolayı büyük gerçeğin ufkunda, yeryüzünün basit realitesinin üstünde kalır. Bu pratik ne kadar kabarsa, ne kadar uzasa ve ne kadar salkım saçak salsa bile ona metelik vermez. İnançlı adam şu basit pratiğin kösteklerinden sıyrılan özgür ve büyük gerçekle ilişki halinde olur. O aynı zamanda artı ve eksi sonsuzda, ahiret aleminin engin "mülk"ünde ve değişmez iman değerlerinde temsil edilen uçsuz-bucaksız alemle sıkı ilişki içinde olur. Aldatıcı dünya hayatının oynak kriterlerinde meydana gelen değişiklikler, bu inancın değerlerinde sarsıntı meydana getirmez. Hayatın değerlerini ve ölçülerini değiştirmek isteyen, onlarla uzlaşmaya ve gereklerine boyun eğmeye yanaşmayan özgür iradeli inançlı adamın hayatında inancın fonksiyonu işte budur.

VARLIK ALEMİNİ AŞABİLENLER

Arkasından bu bölümün dördüncü vurgusu devreye giriyor. Mesajı kalbin derinliklerine işleyen bu vurgunun konusu hiçbir varlığı ve oluşumu dışarda bırakmayan ilahi plandır. Okuyoruz:

 

 

O

 

O