11- Çıkar amacı gütmeksizin gönüllü olarak
Allah'a borç verecek olan var mı? Allah ona verdiğini
kat kat fazlası ile geri verir. Ayrıca ona
onurlandırıcı bir ödül vardır.
12- O gün erkek-kadın bütün müminlerden çıkan
nurun önleri ve sağ yanları yönünde ilerlediğini
görürsün. Onlara "Müjdeler olsun ki, altlarından
ırmaklar akan ve içlerinde sürekli kalacağınız
cennetler sizi bekliyor. İşte büyük başarı
budur" denir.
13- O gün erkek-kadın bütün münafıklar, müminlere
"bize doğru bakın da yüzünüzün nurundan
ışık alalım"derler. Fakat onlara "geldiğiniz
yere dönün de nuru orada arayın " diye seslenilir. Bu
sırada aralarına kapısı olan bir duvar
çekilir. Bu duvarın gerisinde rahmet ve dış
tarafında azap vardır.
14- Münafıklar, müminlere "Dünyada sizinle
birlikte değil miydik?" diye seslenirler. Müminler de
onlara şöyle derler; "Evet, birlikteydik. Fakat siz
kendiniz eğri yola saptınız, hep komplo
peşinde koştunuz, gerçeklerden kuşku duydunuz,
asılsız kuruntulara kapıldınız, sonunda
Allah'ın emri gelince öldünüz, o yaman ayartıcı
(şeytan) sizi Allah'ın affediciliğine güvendirerek
baştan çıkardı.
15- bu gün ne sizden ve ne de kâfirlerden fidye kabul edilmez.
Varacağınız yer cehennem ateşidir. Size
orası yaraşır. Orası ne kötü bir yerdir!
İlk ayette etkileyici ve duygulandırıcı bir
seslenişle karşılaşıyoruz. Yüce Allah
muhtaç ve yoksul kullarına şöyle soruyor:
"Çıkar amacı gütmeksizin, gönüllü olarak
Allah'a borç verecek olan var mı?"
Bir müslümanın bütün fakirliğine ve
zavallılığına rağmen yüce Allah'a borç
verdiğini düşünmesi onu yerinden hoplatmaya, O'nun
yolunda mal harcamaya atılmasını sağlamaya
yeter. İnsanlar normal olarak aralarındaki bir zengine,
varlıklıya borç vermek için yarışa girerler.
-Oysa hepsi yüce Allah'a göre yoksuldur-çünkü verecekleri
borcu geri alacakları garantidir. Üstelik zengin, varlıklı
bir adama borç verebilmenin gururunu tadacaklar böylece. Peki
bir de "hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ve doğal
olarak övülmüş olan" yüce Allah'a borç verince
acaba duyacakları gururun boyutu nice olur acaba?
Yüce Allah, müminlere bu duyguyu aşılamakla
yetinmiyor. Bunun yanısıra kendisine verilecek olan gönüllü,
çıkar beklentisinden uzak "güzel" borcu kat kat
fazlası ile geri vereceğini ve buna ek olarak bu borcu
vereni cömertçe ödüllendireceğini vadediyor.
"Allah ona verdiğini kat kat fazlası ile geri
verir. Ayrıca ona onurlandırıcı bir ödül
vardır."
Sonra bu onurlandırıcı ödüllerin sahiplerine
dağıtılacakları "gün"ün son derece
görkemli bir sahnesinde müminlere bu onurlandırıcı
ödülün ışık saçan bir tablosu sunuluyor.
Bu sahne gerek ana çizgileri ile gerek ayrıntıları
ile kıyamet sahneleri arasında yeni ve orjinal bir
sahnedir. Sahnenin önce dekoru ve figürleri hareketli
çizgilerle belirleniyor, arkasından diyaloglarla bu
dekorlara ve figürlere canlılık
kazandırılıyor. Biz, şimdi Kur'an'ın bu
ayetini okuyarak o görkemli sahneyi izliyoruz. İşte
şimdi mümin erkek ve kadınlar gözlerimizin önünden
geçiyorlar.
Fakat o ne? Onların önleri ve sağ yanları
sıra okşayışı ve herşeyi delip geçebilen
bir ışığın
yayıldığını görüyoruz. Bu onlardan
gelen ve önleri sıra yayılan kendi nurlarıdır.
İşte şu insan karaltıları
parlıyorlar, ışıklanıyorlar ve nur saçıyorlar.
Bu nur yayılıyor ve onun sayesinde sahipleri önlerini
ve sağ yanlarını net bir biçimde görebiliyorlar.
Bu nur, yüce Allah'ın kendilerini karanlıklardan çıkaran
nurudur. Bu nur onların ruhlarından kaynaklanan ve balçık
kökenli bedenlerinin karaltısını bastıran
nurdur. Kim bilir, belki de bu nur yüce Allah'ın evrenin ve
evrendeki canlı-cansız tüm varlıkların
yaratılış özünü oluşturan
ışıktır da kendisini öz varlıklarından
gerçekleştirmiş olan şu bahtiyarların vücudlarında
öz niteliği ile ortaya çıkmıştır. (Günümüzde
bilim adamlarının söylediklerine göre evrenin özü
ışıktır. Işık ta atomlardan
oluşmuştur. Atomda aslında radyasyondan,
ışık zerreciklerinden başka birşey
değildir. Bu teori doğru olma ihtimali en güçlü teori
olabilir. Çünkü Kur'an'ın verdiği bilgiler ile
aynı doğrultudadır.)
Sonra, işte, yüce Allah'ın bu bahtiyar müminlere
yönelik onurlandırıcı müjdesini kendi kulaklarımızla
işitiyoruz:
"Müjdeler olsun ki, altlarından ırmaklar akan
ve içlerinde sürekli kalacağınız cennetler sizi
bekliyor. İşte büyük başarı budur."
Fakat sahne, bu orjinal ve gönül okşayıcı görüntüyü
sunmakla yetinmiyor. Bir köşede münafık erkek ve
kadınların karaltıları gözlerimize ilişiyor.
Çaresiz ve şaşkın aynı zamanda
aşağılanmış ve yüzüstü bırakılmışlardır.
Mümin erkek ve kadınların eteklerine
yapışmış, yalvarıyorlar.
"O gün erkek-kadın bütün münafıklar, müminlere
`Bize doğru bakın da yüzünüzün nurundan alalım'
derler."
Çünkü mümin erkek ve kadınlar baktıkları
tarafa o gönül okşayıcı ve engel tanımaz
nuru yayıyorlar. Fakat dünyadaki hayatlarını tümü
ile karanlıklar içinde geçirmiş olan münafıkların
şimdi bu nurdan ışık almaları olacak
şey mi? Nitekim nereden geldiği belli olmayan bir ses
onlara şöyle haykırır:
"Fakat onlara `Geldiğiniz yere dönün de nuru orada
arayın' diye seslenilir." Açıkça belli ki, bu
meçhul sesin amacı onları alaya almaktır,
kendilerine dünyadaki iki yüzlülüklerini, karanlıklarda
kotardıkları düzenbazlıkları
hatırlatmaktadır. Geriye, dünyaya dönünüz, çalışma
yurduna geri gidiniz. Çünkü nurun, yoğun
aranacağı, elde edilebileceği yer
orasıdır, orada yapılacak olan olumlu işlerdir.
Oraya dönünüz, bugün nur kazanma, ışık elde
etme günü değildir.
Bu konuşmaların hemen arkasından müminler ile
münafıkların arasına perde geriliyor. Gerçi bu
iki kesim dünyada karışık
yaşıyorlardı, aynı toplumda birarada
barınıyorlardı, ama bugün öyle değil, bugün
safları ayırma, kampları belirleme günüdür.
"Bu sırada aralarına kapısı olan bir
duvar çekilir. Bu duvarın gerisinde rahmet ve dış
tarafında azap vardır."
Anlaşılan bu duvar görmeyi engelliyor, ama sesin
geçişini önlemiyor. Çünkü, işte, şu anda münafıkların
müminlere "Dünyada sizinle birlikte değil miydik?"
diye seslendiklerini işitiyoruz. Yani niye birbirimizden
ayrılıyoruz? Dünyada sizinle birarada, aynı
toplumda yaşamıyor muyduk? Üstelik burada yeniden
dirildikten sonra da aynı meydanda toplanmanmış
mıydık? Müminler, münafıklara
"Evet"
derler, durum
dediğiniz gibi idi, "Fakat siz kendiniz eğri
yola saptınız." Kendinizi doğru yoldan çıkardınız,
"hep komplo peşinde koştunuz." Katıksız
"iyi"yi seçmeye yanaşmadınız, "kuşku
duydunuz" kararlı bir biçimde iyilik yoluna
koyulamadınız, "asılsız kuruntulara
kapıldınız", zigzag çizerek, müminler
ile kafirler arasında mekik dokuyarak, değneğin her
iki ucunu da avuçlarınızın içine alarak kazanacağınızı,
istediğinizi elde edeceğinizi sandınız, "Sonunda
Allah'ın emri gelince öldünüz",
böylece herşey
bitti, "O yaman ayartıcı (şeytan) sizi
Allah'ın affediciliğine güvendirerek baştan çıkardı."
Şeytan içinize çeşitli ihtiraslar ve olmayacak
kuruntular aşıladı.
Arkasından müminler, sanki yapılan
duruşmanın yetkili yargıçlarıymış
gibi münafıklara gerçekleri hatırlatmayı ve
kararlarını tebliğ etmeyi sürdürüyorlar. Okuyalım:
"Bu gün ne sizden ve ne de kafirlerden fidye kabul
edilmez. Varacağınız yer, cehennem ateşidir.
Size orası yaraşır. Orası ne kötü bir
yerdir."
Belki de bu ses yüceler aleminden geliyor, doğrudan
doğruya yüce Allah'tır münafıklara bu
tebligatı yapan.
Eğer bu sahneyi sanatsal uyum açısından gözden
geçirirsek burada "nur" motifinin seçilişinin son
derece anlamlı ve özel amaçlı olduğunu görürüz.
Çünkü sahnenin konusu münafık erkek ve
kadınlardır. Bunlar asıl niyetlerini saklarlar,
dışa karşı aslında olduklarından
başka türlü görünürler, sürekli olarak iki yüzlülüğün,
düzenbazlığın ve kirli işlerin karanlık
dehlizlerinde yaşarlar. "Nur" ışık
ise gizliyi meydana çıkarır, saklanan sırları
açığa vurur. Üstelik "nur" görüntüsü,
münafıkların karanlık ve köreltici sayfalarının
karşısındaki parlak sayfayı oluşturur,
yani sahneye "karşıtlık" motifi
kazandırır. Buna göre "nur" görüntüsü, bu
büyük sahneyi ışıklandıracak en yerinde
motiftir. Münafıklar, kara vicdanlarına ve
gizli-kapaklı komplolarına uygun düşen
karanlıklar içinde debelenip dururlarken müminlerin önleri
ve sağ yanları sıra aydınlık saçacak en
uygun kaynak ancak bu kutsal "nur" olabilir.
İmdi, hangi kalp kıyamet günü ortaya çıkacak
olan bu nura sahip olmak için can atmaz? Hangi kalp bu duyguları
alevlendirici ve derin etkili mesajlar karşısında
Allah yolunda mal harcama çağrısına kulak asmaz?
İşte Kur'an kalpleri böylesine ısrarlı ve
sürekli vurgularla tedavi eder. Onların yapısal
özelliklerini, giriş-çıkış
yollarını, nelerden etkilendiklerini, hangi
uyarılara olumlu reaksiyon gösterdiklerini iyi bilir ve
onlara bu sağlamca bilginin beslediği uzmanca çağrıları
yöneltir.
Surenin bundan sonra işleyeceğimiz ikinci bölümünde
bu çağrılara devam edildiğini, aynı yöntemle
ve aynı yolu izleyerek seslendirilen gönül yumuşatıcı
mesajlara yenilerinin eklendiğini görüyoruz.
Bu bölüm, surenin ana konusunun devamıdır. Bu konu
vicdanlarda gerçek imanı perçinleyerek Allah yolunda
gönüllü fedakârlık duygusunu harekete geçirmekten
ibarettir. Bu bölümde imana özendirici uyarılarla ve
etkili mesajlarla karşılaşıyoruz. Bu
uyarılar ve mesajlar o derin etkili giriş bölümünü
izleyen ilk bölümdeki benzerlerini andırırlar.
Bu bölüm yüce Allah'ın kendilerinin beklediği
fedakârlık düzeyine henüz yükselmemiş olan müminlere
yönelik yüksek sesli bir azarla başlıyor. Bu
azarlamanın devamında müminlere, kendilerinden önce yaşamış
olan yahudiler ile hristiyanların uğradıkları
kalp katılaşmaları ve davranış
bozulmaları hatırlatılıyor. Onlardan aynı
duruma düşmemeleri isteniyor. Yahudiler ile
hristiyanların uzun zamana yayılmış bir
umursamazlık sonucunda bu yozlaşmaya
uğradıkları hatırlatılıyor. Bu
uyarıların yanısıra müminlere umut da aşılanıyor.
Yüce Allah'ın tıpkı ölmüş toprağı
dirilttiği gibi, uyuşmuş kalpleri de
dirilttiği müjdesi veriliyor.
Bu vurguyu, dikkatleri ahiret alemi üzerinde yoğunlaştırmayı
amaçlayan ikinci bir vurgu izliyor. Bu vurgu sonrasında müminler
bir kere daha yüce Allah'a gönüllü olarak ve çıkar
amacı taşımaksızın "borç"
vermeye çağrılıyorlar. Yüce Allah'ın,
kendisine dünyada borç verenleri ahirette nasıl kat kat
fazlası ile ödüllendireceği açıklanıyor.
Tıpkı ilk bölümün aynı konuyu işleyen
ayetinde olduğu gibi.
Üçüncü bir vurguda ise dünya değerleri tümü ile
yüce Allah'ın terazisinin bir kefesine konuyor, öbür
kefeye de ahiret değerleri yerleştiriliyor. Tartma
işlemi sonunda görülüyor ki, dünya değerleri hafif
kalırken ahiret değerleri ağır basıyor; dünya
değerleri oyuncak gibi önemsiz kalırken ahiret
değerlerinin önem verilmeye layık, ciddi değerler
olduğu ortaya çıkıyor.
Bu tartma işleminin sonucuna dayanarak yüce Allah
müminleri ahiret değerleri konusunda aralarında
yarışmaya çağırıyor. Bu ahiret
değerleri gökleri ile yeryüzü arası kadar
genişliği olan cennette ortaya çıkacaktır ve
bu cennet Allah'a ve Peygambere inananlar için hazırlanmıştır.
Bunları izleyen bir dördüncü vurgu da müminler
ahiretten dünyaya, içinde yaşadıkları somut
hayatın olaylarına döndürülüyorlar. Burada kalpleri
hem sevinçte hem tasada yüce Allah'ın takdirine, plânına
bağlanıyor. Böylece fedakârlıkta bulunmaları
kolaylaşıyor, dünya nimetleri kendilerini
şımartmaz oluyor, tüm duyguları. gökyüzüne bağlanıyor.
Bu vurguların arkasından, müminlere, insanları
Allah'a çağırma davasının tarihinden
bazı seçme örnekler sunuluyor. Bu örneklerde davaya çağırma
yönteminin ve gidilen yolun doğrultusunun aynı
olduğu, her dönemde bu yoldan sapanların fasıklar
(yolunu şaşırmışlar) olduğu açıklanıyor.
Bu arada ilk bölümde olduğu gibi yahudi ve
hristiyanların yoldan çıkmış bir bölümünün
durumuna değiniliyor. Arkasından müminleri Allah'tan
korkmaya ve Peygambere inanmaya çağıran son bir
seslenişle yüzyüze geliyoruz. Bu
şartları
yerine getirdikleri takdirde yüce Allah'ın katmerli
merhametine erecekleri, yürürken önlerini aydınlatan bir
nur elde edecekleri ve Allah tarafından günahların
bağışlanacağı müjdeleniyor.
Bütün bunlardan sonra bir de şu gerçek vurgulanıyor:
Yüce Allah'ın bağışı ve lütfu
yahudilerin ve hristiyanların tekelinde değildir. Oysa
onlar öyle olduğunu iddia ediyorlar. Tersine Allah'ın
bağışı ve lütfu O'nun elindedir. Onu
dilediklerine verir, çünkü
"Allah
büyük lütuf sahibidir."
Böylece görülüyor ki, bu sure başından sonuna
kadar birbirine geçmiş halkalardan oluşuyor.
Halkaların oluşturduğu zincir, aynı ve
sapmasız bir doğrultu boyunca uzayıp gidiyor.
Surenin akışı boyunca kalplere kimi farklı,
kimi benzer mesajlar ardarda sunuluyor. Bu mesajlar kalpler
üzerindeki etkilerini derinlere indirecek oranda ve gerekli olduğu
kadar tekrarlanıyor. Halkalardan oluşan zincirin çizdiği
yol ardarda sıralanan mesajların ısısı
sayesinde sımsıcak bir hava yansıtır.