Hayatın ilk defa ortaya çıkması bir mucizedir.
Bu mucize sabahtan akşama kadar her hayatın
varlığında yinelenip durmaktadır. Bu mucizenin
sırrı da latif ve hep gizli bir sırdır.
İnsan aklı bu sırrı, derinliğine tasavvur
etmeye çalışırken hep şaşkına dönmüştür.
Bilinmezliği karşısında apışıp
kalmıştır. Ama sürekli düşünmeye ve
irdelemeye müsait bitmez tükenmez bir alandır bu.
Ölüm de insan aklının derinliğine tasavvur
edemediği bir başka sırdır. Çok kısa bir
zamanda, aniden olup bitmektedir. Ölümün mahiyeti ile hayatın
mahiyeti arasındaki mesafe büyük ve alabildiğine
geniş bir mesafedir. Burası da düşünme, irdeleme
için uygun ve uçsuz bucaksız bir alandır.
Ölümden sonraki hayat... O da bilinmez gaybın
kapsamındadır. Ama hayatın ilk kez ortaya çıkması,
onun için de kanıt oluşturmaktadır. Burası da
düşünmek ve ibret almak için alabildiğine geniş
bir alandır...
Ama ne yazık ki, şu insan denen yaratık bu
kanıtlar ve sırlar üzerinde düşünmüyor, gereken
sonuçları çıkarmıyor:
"Hiç kuşkusuz insan pek nankördür."
Yüce Allah, haksızlığa uğrayan ve
kendisine yönelik saldırıyı bertaraf eden
mazlumlara yönelik yardımının
vurgulandığı, onlara yönelik zafer vadinin pekiştirildiği
bir sahnede bunca kanıtı sunuyor, kalpleri onlara yöneltiyor.
Bunu da Kur'an-ı Kerim'in evrensel sahneleri kalpleri
harekete geçirmek için kullanmaya, yaratılıştaki
hak. ve adalet yasalarını, evren ve varlık
yasalarına bağlamaya ilişin yöntemi doğrultusunda
gerçekleştiriyor.
MÜŞRİKLERE KARŞI TAKINILACAK TAVIR
Ayetlerin akışı, olağanüstü evrenin
görkemli sahnelerinde yeralan ilahi kudretin kanıtlarını
sunmada bu kesin ve sonuca bağlayıcı noktaya
varınca, hitabı Hz. Peygambere -salât ve selâm
üzerine olsun- yöneltiyor, müşriklere ve
tartışmalarına aldırış etmeden kendi
yolunu izlemesini istiyor. Yüce Allah'ın kendisi için
seçtiği tebliğ etmesi ve bizzat kendisinin de
uyması zorunluluğunu getirdiği hayat sistemini
tartışma konusu yapmalarına, dillerine
dolamalarına fırsat vermemesini istiyor.