Kur'an'ın bütününü kabul etmeyen kâfirlerin durumu
bundan ibarettir. Surenin akışı bu duruma,
onların şeytanın peygamber ve elçilerin
isteklerine karıştırmak istediği kendi
planlarına karşı takındıkları
tavrı anlattıktan sonra yer veriyor. Çünkü her iki
durum birbirinin aynısı ve birbiriyle
bağlantılıdır. Onlar Kur'an hakkında hep
bir kuşku içindedirler. Bu kuşkuları nedeniyle
kalplerine Kur'anın aydınlığının
yansımamış olması, içindeki gerçek ve doğru
şeyleri kavramamış olmalarındandır.
"Kâfirler ise ansızın kıyamet günü ile
karşı karşıya kalıncaya ya da `ertesi
olmayan, o son günün azabına uğrayıncaya kadar."
Yani kıyamet kopana kadar bu durumları devam eder.
Kıyametin koptuğu günün, devamı olmayan gecesiz
bir gün olarak nitelendirilmesi, konuya özel bir gölge yansıtmaktadır.
Gerçekten bu günün devamı yoktur, çünkü son gündür.
Bugün mülk sadece Allah'ındır. Hiç kimse herhangi
bir şeye sahip değildir. Hatta insanların yeryüzünde
görünürde kendilerine ait mülkler sandıkları
şeyler bile hiç kimseye ait değildir. O gün egemenlik
de tek başına Allah'a aittir. O gün her grup hakkındaki
belirlenmiş hükmünü verir.
"İman edip iyi ameller işleyenler nimet
cennetlerine girerler."
"Kâfir olup ayetlerimizi yalanlayanları ise onur
kırıcı bir azap bekliyor." Allah'ın
dinine komplo hazırlamanın cezası budur. Budur
Allah'ın açık ve anlaşılır ayetlerini
yalanlamanın cezası. Ve Allah'a itaat etmekten, O'na
kayıtsız şartsız teslim olmaktan kaçınmanın,
burun kıvırıp büyüklük taslamanın onur
kırıcı cezası budur.
MUHACİRLERE VE DAVETÇİLERE YÖNELİK
İŞARETLER
Önceki ders, her şeyin mülkiyetinin bütünüyle Allah'a
ait olduğu günde mü'minlerin ve yalanlayanların
uğrayacakları akıbetlere ilişkin bir açıklama
ile son bulmuştu. Bu açıklama, yüce Allah'ın
peygamberlerine yardım ettiğinin, insanlara
sunmalarını istediği çağrısını
koruduğunun, bu çağrıya inananları
ödüllendirip yalanlayanları da
cezalandırıldığının
vurgulandığı ayetlerin akışı içinde
yer almıştı.
Şimdi de bu ders, inanç sistemlerini ve ibadetlerini
korumak, kendilerine yönelik zalimce saldırıları
bertaraf etmek amacı ile daha önce savaşma izni
verilmiş muhacirlerden söz ederek başlıyor.
Kuşkusuz onlar, haksız yere yurtlarından çıkarılmışlardı
ve "Rabb'imiz Allah'dır demekten başka suçları
yoktu. Bu arada onlara, geride bıraktıkları evlere
ve mallara karşılık olarak hazırlanan
ödüller de açıklanıyor.
Sonra, haksızlığa uğrayan ve bu
haksızlığa aynen karşılık veren,
ardından zorbalık ve düşmanlıkla
karşılık görenlere ilişkin genel bir hüküm
şeklinde genel bir nitelikten söz ediliyor. Bu arada vurgulu
bir tarzda yüce Allah'ın onlara yardım edeceği
vaadediliyor.
Bu güvenilir vaadin üzerine, ilahi gücün belirtilerinin
gözler önüne serilmesi şeklinde bir değerlendirme
yapılıyor ve bu güvenilir vaadin gerçekleşmesini
bu gücün garanti ettiğine işaret ediliyor. Bunlar
evrenin sàfhalarında, varlıklar alemine hükmeden
yasalar sisteminde belirginleşen evrensel
kanıtlardır. Bu kanıtlar, kendilerini savunan,
yapılan haksızlığa aynen
karşılık veren, ardından
saldırganlıkla karşılık gören mazlumlara
yönelik Allah'ın yardımının
değişmez evrensel bir yasa olduğunu ve bu
yasanın olağanüstü varlıklar alemine hükmeden
yasalar sistemi ile bağlantılı olduğunu gösteriyor...
Bu noktada Hz. Peygambere -salât selâm üzerine olsun- hitap
ediliyor ve her ümmetin bir hayat sisteminin olduğu, her
ümmetin kendi sistemini uygulamakla yükümlü bulunduğu ve
her ümmetin bu sisteme göre şekillendiği
anlatılıyor. Bunların kendisini müşriklerle mücadelesinden
alıkoymaya çalışacakları, kendini hareket
metodundan saptırmaları için onlara fırsat
vermemesi bildiriliyor. Eğer onlar kendisi ile
tartışmayı sürdürecek olurlarsa onları
Allah'a havale etmesi emrediliyor. Aralarında çekişip
durdukları şeyler hakkında, kıyamet günü
hükmünü bildirecektir O. Çünkü O her grubun dayandığı
sistemi en iyi bilendir. Göklerde ve yerde olanları O bilir.
Bu arada, yüce Allah'ın doğruluğunu belgeleyen
herhangi bir kanıt indirmediği, ayrıca bir bilgiye
de sahip olmadıkları ibadet şekillerine,
kalplerinin katılığına, kendilerine
Allah'ın ayetlerini okuyanları ezecek kadar gerçeği
dinlemekten hoşlanmadıklarına dolaylı olarak
değiniliyor. Hak davetçilerini yakalayıp ezmeye
ilişkin arzularına karşılık ayeti kerime
onları ateşle tehdit ediyor. Burası yüce Allah'ın
onlar için belirlediği akıbettir. Burayı onlara söz
vermiştir ve bu söz kesinlikle gerçekleşecektir.
Ardından tüm insanlara yönelik genel ve kapsamlı
bir açıklama ile Allah'dan başka dua ederek yardım
istedikleri kimselerin güçsüzlüklerini duyuruyor. Dua edip
yalvardıkları düzmece tanrıların güçsüzlüklerini,
son derece küçük düşürücü, ama abartısız bir
tabloda, kendine özgü sunuş yöntemi ile bu küçük düşürücü
güçsüzlüğü somutlaştırarak tasvir ediyor. Bu,
sineklerle baş edemeyen, sineklerin kendilerinden kapıp
götürdüğü şeyi kurtarma gücüne sahip olmayanların
yer aldığı tablodur. Müşriklerin
iddialarına bakılırsa bu zavallılar bir de
tanrı (!) olacaklar.
Onunla birlikte de bu süre, yükümlülüğünü yerine
getirmesi için mü'min ümmete yönelik bir hitap ile sona eriyor.
Mü'min ümmetin yerine getirmesi gereken yükümlülük, insanlığa
yol göstericilik yapma, onlara önder olma yükümlülüğüdür.
Bu yükümlülüğü yerine getirmek için, secdeler, ibadet
ve iyi işler yaparak hazırlanırlar. Namaz
kılarak, zekât vererek ve Allah'a bağlanarak
yardım isterler...