İnanç sistemi mü'minin hayatında değişmez
odak noktasıdır. Çevresindeki dünya sarsılır,
ama o bu nokta üzerinde değişmeden durur. Olaylar ve
etkenler çeker, ama o, sarsılmayan bir kayaya
yapışmıştır. Çevresindeki tüm
dayanaklar devrilir ama o, devrilmeyen ve yıkılmayan bir
temele dayanmıştır.
İşte mü'minin hayatında inanç bu kadar
önemlidir. Bu yüzden mü'min inanç sistemine yapışmalı,
ona dayanmalı, ona güvenmeli, inancında bir
sarsıntı geçirmemeli, inanca karşılık
bir ödülün beklentisi içinde olmamalıdır. Çünkü
inancın kendisi bir ödüldür. İnanç kendisine sığınılan
bir korunak, yaslanılan bir dayanaktır. Evet, inanç
kalbin ışığa açık olmasının,
doğru yolu bulmaya istekli olmasının ödülüdür.
Bu yüzden yüce Allah bu kalbi korumak, ona güven vermek için
inanç sistemini bahşetmiştir. İnanç bir
ödüldür, çevresindeki şaşkınların
çaresizliğini, esen rüzgârlara kapılıp
gitmelerini, kasırgaların onları savurup
atmalarını, bunalımların baskısı
altında inlediklerini gördükçe mü'minler bu ödülün değerini
kavrarlar. Öte taraftan mü'minlerin inançları sayesinde
kalpleri huzura ermiştir. Ayakları güvenle yere basar,
vicdanları rahattır. Her zaman Allah'la ilişki içindedirler
ve bu ilişkiden mutluluk duyarlar.
Ama ayetin değindiği bu gruba mensup insanlar ise,
inanç sistemine pazarda alınıp satılan bir meta gözüyle
bakarlar:
"Eğer işleri iyi giderse hoşnut olur."
"Yani ``iman iyidir. Baksana yarar sağlıyor. Sütü
arttırıyor, ziraatı geliştiriyor, ticareti kârlı
kılıyor, sürümü garantiliyor" der.
"Fakat eğer sınav amaçlı bir
sıkıntı ile karşılaşırsa yüzgeri
eder, sırt çevirir. Böylesi hem dünyayı hem de
ahireti kaydeder."
Başına gelen musibetten dolayı dünyayı
kaybeder, çünkü sabretmez, kararlılık göstermez, bu
musibet karşısında Allah'a dönmez. Yüzüstü
döndüğü, ahiret inancını yitirdiği,
kendisini düze çıkaracak doğru yoldan
saptığı için ahireti de kaybeder.
Kur'an-ı Kerim'in ifade tarzı, onun Allah'a yönelik
ibadetini
şeklinde
tasvir etmektedir: Bu ibadet inanca dayanmamakta, bu yüzden o kişi
sürekli ve kalıcı olarak ibadet etmemektedir.
Kur'an-ı Kerim bu tip insanların ibadetini daha ilk
dokunuşta yere yıkılacak gibi dengesiz duran
bedensel bir hareket gibi tasvir ediyor. Bunun için bir fitne ile
karşı karşıya kalınca hemen yüzüstü
yere kapanıyor. Dengesiz durduğu için yere yuvarlanması
kolay oluyor.
Ticarette kâr-zarar hesabını yapmak doğru ve
yararlı bir davranıştır. Ama inanç için
böyle bir yaklaşım içinde olmak doğru
değildir. Çünkü inanç gerçektir ve sırf bunun için
kabul edilir. Aydınlığı ve hidayeti
algılamaya müsait bir kalbin olumlu tepkisi sonucu gerçekleşir
bu. Zaten böyle bir kalp algıladığı şeye
şöyle veya böyle tepki göstermek zorundadır.
İnanç sistemi, özünde taşıdığı iç
güven, huzur ve hoşnutluk itibariyle kendi
karşılığını da beraberinde
taşımaktadır. Bu yüzden inanca karşılık
dışardan bir başka ödül istenmez.
Mü'min, yol göstericiliğine,
yakınlığından ve himayesinden duyduğu iç
huzura şükretmek amacı ile Rabb'ine ibadet eder. Bunun
dışında bir ödül varsa, iman ve ibadetin üzerine
yüce Allah'ın kendisine yönelik bir lütfudur.
Mü'min ibadet ettiği ilahını denemez. O daha
baştan itibaren Rabb'inin takdir ettiği her şeyi
kabullenmiştir. Rabbinin kendisini denemeye tabi tuttuğu
her şeye teslim olmuştur. Daha baştan itibaren
darlığa da bolluğa da uğramayı
hoşnutlukla kabul etmiştir. Ama bu, pazarda
satıcı ile alıcı arasında gerçekleşen
bir alışveriş sözleşmesi değildir. Bu,
yaratılmışın yaratıcısına,
hakkında karar verme yetkisine sahip,
varlığının temel kaynağı Rabb'ine
teslim olmasıdır.
Fitne anında yüzüstü yere kapanan kişi,
kuşkusuz büyük bir kayba uğrar.
"İşte apaçık hüsran budur."
İç huzurunu, güvenini, kararlılığını,
hoşnutluğunu kaybeder. Bunun yanında mal, evlat,
sağlık ayrıca yüce Allah'ın
kullarını denediği ve hayat için önem taşıyan
değerler konusunda da büyük kayba uğrar. Yüce Allah
bağlılıklarını, imtihan
karşısındaki sabırlarını,
uğruna kendilerini adamalarını, kaza ve kederini
karşılama biçimlerini denemek için bu konularda kullarını
imtihan eder. Musibet anında yüzüstü yere kapanan kişi
ayrıca ahireti de kaybeder. Ahiretteki nimetleri,
Allah'ın yakınlığını ve
hoşnutluğunu kaybeder. Ama ne büyük kayıp!
Bir yarın kenarındaymış gibi Allah'a ibadet
eden kişi nereye yönelecek? Allah'dan uzaklaşıp
nereye meyledecek?
"Allah'ı bir yana bırakarak kendisine ne zarar
ve ne de fayda dokunduramayan sözde ilahlara yalvarır."
İlk cahiliye döneminde olduğu gibi bir heykele, bir
puta dua eder, ona yalvarır. Ya da insanların sadece
Allah'a yönelmekten, O'nun belirlediği yol ve sisteme
uymaktan saptıkları her zaman ve mekanda geçerli olan
diğer cahiliye sistemlerinde olduğu gibi bir şahsa
ya da yöne veya çıkara ibadet eder. Peki bütün bunlar
nedir? Bu, duaların karşılık gördüğü
biricik merciden sapmadır:
"İşte koyu sapıklık budur."
Budur doğru yoldan ve hidayetten uzak olanın en somut
ifadesi:
"O, zararı faydasından daha yakında olana
yalvarır."
Bir puta ya da şeytana veya insanoğlundan herhangi
bir dayanağa dayanır, ona ibadet eder. Oysa
bunların hiçbiri insana zarar veya fayda verme gücüne
sahip değildir. Hatta zarara neden oluşturmaları
daha yakın bir ihtimaldir. Bu yüzden zararı
yararından yakındır. Bu tutumun vicdanda meydana
getirdiği zarar; kalbin paramparça olması, çeşitli
kuruntuların ve zilletin baskısı altında
ezilmesi şeklinde somutlaşır. Ayrıca pratik
hayatında da çeşitli zararlara uğrar.
Sapıklık ve kaybà uğramanın ardından
ahirette göreceği azap da bunu ifade etmesi açısından
yeterlidir: