21- Ey
Muhammed! Sen öğüt
ver. Çünkü sen ancak öğüt verensin.
22- Onların
üzerinde zorlayıcı değilsin.
23- Ancak kim yüz
çevirir, inkar ederse,
24- Allah onu en büyük
azaba uğratır.
25- Dönüşleri
bizedir.
26- Sonra onların
hesabını görmek bize düşer.
Sen bununla ve onunla öğüt
ver kendilerine. Ahireti hatırlat, ahirette olacakları söyle.
Onlara kainatı ve kainatta olanları hatırlat. Sen
ancak bir öğütçüsün. Tamı tamına senin görevin
budur. Bu çağrıda senin rolün budur. Bunun ötesinde
senin lehinde ve aleyhinde hiçbir şey yoktur. Senin görevin
sadece öğüt vermektir. Sen bu görev için hazırlanmış
ve yükümlü kılınmışsın.
"Sen onların
üzerinde zorlayıcı değilsin: '
Sen onların
kalplerini etkileyecek hiçbir otoriteye sahip değilsin ki
zorla ve baskı ile kalplerini imana yöneltesin. Kalpler
Rahman'ın parmakları arasındadır. Onlara hiçbir
insanın sözü geçmez.
Bundan sonra farz kılınmış
cihad ise, insanları zorla imana sokmak için değil,
islam davası insanlara ulaşsın diye, davanın
önünde dikilen engelleri kaldırmak içindir. İnsanlar
davayı duymaktan engellenmesinler, çağrıyı
işittikleri ve kabul ettikleri zaman, dinlerinden döndürülmesinler
diyedir. Cihad, Rasulullah'ın yapabileceği biricik rol
olan öğüt verme yolunun önüne dikilen engelleri ortadan
kaldırmak içindir.
Peygamberin bu davada
ancak bir öğütçü ve bir açıklayıcı
olduğunun belirtilmesi Kur'an-ı Kerim'de birçok
nedenden dolayı tekrarlanır. Bu nedenlerin
başında, görevini yerine getirdikten sonra, Rasulullah'ın
sinirlerini davanın tasasından kurtarmak ve işi
dilediğini yapmak üzere Allah'ın kaderine
bırakmaktır. İslam davasının
başarıya ulaşması ve insanların bunu
kabullenmeleri için aşırı düşkünlük
göstermek ve bu duygunun insana yaptığı baskı
(stres) son derece ağır, dayanılmaz bir
baskıdır. Dolayısı ile bu baskı dava
adamının kendisini ve arzularını dava
alanının dışına çekip çıkarmak için
böylesine ard arda telkinleri gerekli kılmaktadır.
Davaya katılım nasıl olursa olsun, sonuç ne olursa
olsun dava adamı ancak böylece görevine koşabilir. Ve
kaç kişi iman etti, kaç kişi kafir oldu diye
endişe etmekten kendini yiyip bitirmez. İman ettiği
davayı çevreleyen şartlar (ortam) kötüleşince
davaya katılma oranı azalıp, yüz çevirenler ve
düşmanlar çoğalınca kafasını bu
ağır tasalarla meşgul etmez.
Peygamberin Allah
davasının başarıya ulaşmasını
ve insanların bu davadaki Hayrı ve rahmeti
tatmaları için, aşırı düşkünlük
gösterdiğini, insani arzularının ağır.
bastığını gösteren şeylerden birisi de
kendisine ard arda yapılan şu yönlendirmelerdir.
Halbuki o Allah'ın hoşnut olduğu terbiye ile
eğitilen, kendi kapasitesini ve Allah'ın kaderini bilen
birisi idi. Bundan dolayı, arzularının kendisini
baskısı altına alması çeşitli zamanlarda
tekrar tekrar yapılan bu uzun vadeli tedaviyi
gerektirmiştir.
Fakat Peygamberin
kapasitesinin sınırı bu olduğuna göre,
problem bu sınıra gelip dayanmakla iş bitmez.
Yalancılar kurtulup gidecek, sağ-salim geri dönecek değillerdir.
İşin sonunda Allah vardır. Bütün problemler en
sonunda O'na döndürülür.
"Ancak kim yüz
çevirir, inkar ederse, Allah onu en büyük azaba uğratır."
Onlar kesinlikle bir olan
Allah'a döneceklerdir. Ve kuşkusuz yalnızca Allah
onları cezalandıracaktır. İşte surede
kesinlik ve pekiştirme ifade eden üslup ile verilen en son
vurgulama budur.
"Dönüşleri
bizedir. Sonra onların hesabını görmek bize düşer."
Rasulullah'ın bu
davadaki rolü ve kendisinden sonra islam davetçilerinin
yapacakları bu ifade ile belirleniyor. Sen ancak bir öğütçüsün.
Öğüdü verdikten sonra onların hesabını görmek
Allah'a aittir. Allah'a dönmekten kurtulacak, hesabından ve
cezasından sıyrılacak durumları yoktur. Ancak
şurası iyice anlaşılmalıdır ki dava
insanlara ulaşsın ve öğüt bütünü ile gerçekleşsin
diye onun önüne dikilen engelleri kaldırmak da öğüt
vermek sayılır. İşte gerek Kur'an'dan gerekse
Peygamberin hayatından çıkarılıp
anlaşılan cihat görevi ne bir fazla ne bir eksik bundan
ibarettir.