17- Bu insanlar bakmıyorlar
mı, develerin nasıl yaratıldığına?
18- Göğün nasıl
yükseltildiğine?
19- Dağların
nasıl dikildiğine?
20- Yerin nasıl
yayıldığına?
Şu dört kısacık
ayet, bu Kur'an-ı Kerim ile yüzyüze gelenlerin ilki olan
arap toplumunun içinde yaşadığı çevreyi
ortaya koymaktadır. Nitekim bu ayetler gök-yüzünden,
yeryüzünden, dağlardan ve develerden söz ettiği için
kainat çapında belli-başlı yaratıkları
da ortaya koymaktadır. Burada deve, hem genel olarak
yaratılışından gelen üstünlükten dolayı
ve hem de özel olarak arap insanı için taşıdığı
değer nedeni ile tüm hayvanları temsilen gündeme
getirilmiştir.
İnsan nerede olursa
olsun bu tablolar gözünün önünde sergilenmektedir. Gökyüzü,
yeryüzü, dağlar ve hayvanlar... İnsan hangi ilim ve
medeniyet seviyesinde olursa olsun, bu tablolar onun dünyasına
ve bilincine girip yer eder. Bakışlarını ve
kalbini bunların anlamlarına
fısıldadıkları gerçeğe verirse, bu
tablolar arkalarında gizli olan gerçekleri insana ilham
ederler.
Bunların herbirinde
bir mucize gizlidir. Yaratıcının eşsiz
benzersiz bir sanat harikası vardır bunlarda.
Yalnızca bu sanat bile inanç sisteminin ilk gerçeğini
insana fısıldamaya ve ilham etmeye yeterlidir. Bundan
dolayı Kur'an-ı Kerim bütün insanların
dikkatlerini bu sanat harikaları üstüne çevirmektedir. "Bu
insanlar bakmıyorlar mı develerin nasıl
yaratıldığına?" Deve arap
insanının ilk başta gelen hayvanı idi. Onun
üzerinde yolculuğa çıkar, onun üzerinde yüklerini taşırlardı.
Sütünü içerler, etini yerlerdi. Yününü örüp, derisini
yaygı olarak kullanırlardı. Yani deve onların
ilk hayat kaynağı idi. Sonra devenin öteki hayvanlardan
ayrı özellikleri de vardı. Bunca kuvvetine, cüssesine
ve güçlü yapısına rağmen deve boyun eğen
bir hayvandır, bir küçücük çocuk çeker götürür onu,
o da boyun eğer. Çok büyük yarar sağlaması ve
iş görmesine rağmen az masraflı bir hayvandır.
Beslenmesi kolaydır, yetiştirilmesi için harcanan emek
yok denecek kadar azdır. Evcil hayvanlar içerisinde açlığa,
susuzluğa, yorgunluğa ve kötü hayat
şartlarına en çok dayanabilen hayvandır. Bir de az
ilerde belirtileceği gibi, devenin şeklinin gözler
önündeki doğal tablo ile uyum sağlaması
bakımından da bir farklılığı
vardır.
Bunun için Kur'an-ı
Kerim, dinleyenlerin dikkatini, önlerinde bulunan ve yeni bir
bilgiyi ve haberi gerektirmeyen devenin yaratılıyı
düşünmeye çekiyor. "Bu insanlar bakmıyorlar
mı develerin nasıl yaratıldığına?"
Devenin yaratılışına ve vücut yapısına
bakmazlar mı onlar? Sonra da üşenmezler mi? Deve görevini
yerine getirmeye uygun olan şu biçimi ile nasıl
yaratılmıştır? Yaratılış
gayesini yerine getiren, yaşadığı çevre ile
ve görevi ile uyumlu olarak bu biçimi ile nasıl biçimlendirilmiştir.
Onu yaratan kendileri değildir. Kendi kendini de
yaratmış olmayacağına göre, geriye kala kala
eşsiz sanatı olan bir yoktan var edicinin yaratması
sonucu var olmaları kalıyor. Ki o
yaratıcının sanatı kendi
varlığına delil olup varlığını
kesin olarak göstermektedir ve O'nun herşeyi yönettiğini
ve planladığını göstermektedir.
"Göğün nasıl
yükseltildiğine?"
Gönüllerin gökyüzüne
çevrilmesi Kur'an-ı Kerim'de sürekli tekrarlanır durur.
Gözünü gökyüzüne çevirmeye en elverişli insanlar ise
çöl insanlarıdır. Çünkü çölde gökyüzünün ayrı
bir tadı ve zevki vardır. Sanki gökyüzü sadece orada
çölde varmış gibi insana bambaşka ilhamlar verir
ve üzerinde bambaşka etkiler bırakır.
Apaçık göz alıcı
ve kamaştırıcı bir gündeki sema...
İnsanı kendinden geçiren hoş ve büyüleyici bir
akşam-üstü zamanı gökyüzü... O eşi bulunmaz güzelliğe
sahip olan ve insanı duygulandıran güneş
batımının göğü... Uçsuz bucaksız
gecesi, parıl parıl parlayan yıldızı,
fısıldaşan gök cisimleri ile birlikte gök kubbe.
Ve güzel, canlı, parlak şafak vakti ile birlikte gökyüzü...
İşte çölün
gökyüzü... Bakmazlar mı ona? Göz atmazlar mı göğün
nasıl yükseltildiğine? Onu direksiz olarak yükselten
kimdir? İçine sayısız yıldızları
serpiştiren kimdir? Gökyüzüne bu güzelliği, bu
alımı ve bu duygu verme yeteneğini bahşeden
kimdir? Göğü yükselten onlar değildir.
Kendiliğinden yükseltilmediğine göre, mutlaka onu bir
yükselten, bir yoktan var eden vardır. Bu konu bilgiye, kafa
yormaya gerek kalmayacak kadar açıktır. Bilinçli bir
bakış bunun anlaşılması için yeterlidir.
"Dağların
nasıl dikildiğine?"
Dağlar -özel
olarak- arap insanı için sığınak,
barınaktır. Bir dost ve bir arkadaştır. Göstermiş
olduğu manzara -genel olarak- insan ruhuna ürperti ve heybet
verir. Çünkü insan dağların görkemi karşısında
kendi küçüklüğünü ve cılızlığını
görür, hiçliğini anlar. Yüce ve vakur ululuk karşısında
boyun eğer. Dağların kucağında insan ruhu
bütün benliği ile yüce Allah'a yönelir, orada kendisini
Allah'a daha yakın hisseder, yeryüzünün karmaşasından,
gürültüsünden, küçüklüğünden ve önemsizliğinden
uzaklaşır. Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine
olsun- Sevr dağındaki hira mağarasında ibadete
çekilmesi ve uzun bir süre içinde bulundukları toplumun
kirlerinden ruhen uzaklaşmak isteyenlerin dağlara
çekilmesi bir tesadüf veya boşuna yapılmış
bir hareket değildir.
Burada dağların
en büyük özelliği "Nasıl
dikildiği"dir. Çünkü bu nokta canlandırma açısından
-ilerde geleceği gibi- sahnenin karakterine uyum göstermektedir.
"Yerin nasıl
yayıldığına?"
Yeryüzü gözler önüne
serilmiştir. Üzerinde yaşamaya, gezip dolaşmaya ve
çalışmaya elverişli şekilde
hazırlanmıştır. Yeryüzünü böyle yayıp
seren insanlar değildir. Orası insanlar
yaratılmadan önce de yayılmış bir biçimde
idi. O halde insanlar yeryüzüne neden bakmazlar? Onun
gerisindeki gizli gerçeği düşünüp de bunu kim yaydı
ve hayata elverişli hale kim getirdi? diye neden sormazlar?
Bu tablolar, sadece bilinçli
bir bakışla ve uyanık bir düşünce ile insan
kalbine birçok şeyler anlatır. Bu kadarı
vicdanların harekete geçirilmesi, kalplerin diriltilmesi ve
ruhun şu yaratıkların eşsiz bir şekilde
yoktan var edicisine doğru yönelmesi için yeterlidir.
Biz burada, kainat
tablolarının canlandırılmasındaki ahenk
üzerinde kısaca durmak ve Kur'an'ın dinî duyguya
sanatsal güzelliğin dili ile nasıl seslendiğini ve
bu ikilemin varlığın güzelliğini hisseden mü'minin
duyusunda nasıl kucaklaştığını görmek
istiyoruz.
Toplu sahnede
yükseltilen gökyüzü serilen yeryüzü tablosu bulunmaktadır.
Ve uzayıp giden bu boyutta dağlar atılmış
ve sabit olarak değil zirvelerinden aşağıya
doğru dikilmiş olarak göze batmaktadır. Develerin
hörgücü de toplu dağlar gibi dikilmiş olarak görülmektedir.
Alabildiğine engin alanda baş döndürücü tabloda iki
yatay iki de düşey çizgi vardır. Fakat bu tablonun yönü
ile boyutları, Kur'an'ın sahneleri sunma metodu ile,
kısaca canlandırarak ifade etme yöntemine uygun olarak
tam bir ahenk içindedir.
EY MUHAMMED! SEN ÖGÜT
VER
Şimdi, ahiret
alemindeki ilk gezintiden, kainatın gözler önündeki
sahnelerinde yapılan ikinci yolculuktan sonra, yüce Allah
Rasulullah Efendimize dönüyor ve O'na görevinin sınırlarını
belirliyor ve niteliğini açıklıyor. Sonra da son
ve uyarıcı dokunuşla kafirlerin kalplerine
dokunuyor.