İnsan ruhunun yamukluğuna,
kaypaklığına, cahilliğine,
alışkanlıklarını herşeyin üstünde
tutma eğilimine, sapıklıkta olduğunu kendisine
yediremeyecek kadar burnu havada olmasına, ihtiraslarına
ve çıkarlarına düşkün oluşuna, bütün
insanların huzurunda eşit olduğu tek ilaha davet
hareketinin tehdit ettiği toplumsal statüsüne, kişisel
ayrıcalığına büyük önem vermesine karşı
Allah'a davet hareketini yürütmek...
Evet bu olumsuz şartlarda davet görevini yerine getirmek
çok zor bir iştir. Ama aynı zamanda büyük ve saygın
bir görevdir:
"İnsanları Allah'a çağıran, iyi
iş yapan ve `Ben müslümanlardanım' diyenden daha güzel
sözlü kim olabilir?"
Şu halde yeryüzünde söylenen en güzel söz Allah'ın
dinine davet amacı ile sarfedilen sözlerdir. Bunlar güzel
sözlerin başında gökyüzüne yükselirler. Ancak
sözleri doğrulayan salih amelle birlikte; insanın kendi
kişiliğine yer vermediği Allah'a bütünüyle
teslim olma durumu ile birlikte... Bu durumda davet tamamen
Allah'a özgü kılınmış olur ve davetçinin
açıkça anlatıp duyurmaktan başka bir
etkinliği olamaz.
Bundan sonra davetçinin sözleri itirazla, terbiyesizlikle ve
inkarda inatlaşma ile karşılanırsa bunda onun
için bir sorumluluk yoktur. Çünkü o, insanlara iyilik
sunmaktadır, çünkü o yüce bir makamdadır. Ondan
başkası elbette kötülük ileri sürecektir. Çünkü aşağılık
bir konumdadır.
"İyilikle kötülük bir olmaz"
Davetçi kötülüğe kötülükle karşılık
vermez. Çünkü iyiliğin etkisi ile kötülüğün
etkisi bir olmaz. -Nitekim değerleri de bir değildir-
İnsanların kötülüklerine karşı sabır göstermek,
hoşgörülü davranmak, nefsin isteklerinin üstüne çıkmak
serkeş ruhları uysallaştırır,
yatıştırır, onlara güven duygusunu verir. Düşmanlığı
dostluğa, serkeşliği uysallığa dönüştürür.
"Sen kötülüğü en güzel bir tavırla sav. O
zaman bakarsın ki seninle arasında düşmanlık
bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir."
Birçok durumlarda bu kuralın doğruluğu ortaya
çıkmıştır. Güzel bir söz, yumuşak bir
konuşma, kontrolünü kaybetmiş, kızgın,
öfkeli ve gururlu kişinin yüzünde beliren tatlı bir
tebessüm, heyecanı yumuşaklığa,
kızgınlığı sakinliğe dönüştürür.
Oysa karşıdakinin davranışının
aynısı ile karşılık verecek olursa
heyecan, öfke, kibir ve azgınlık gittikçe artar. En
sonunda utanma diye birşey kalmaz. Kontrolünü kaybeder ve
günahları ile övünmeye başlar.
Şu da var ki, böyle bir hoşgörü, kötülükle karşılık
vermeye gücü yettiği halde hoşgörülü davranmayı,
şefkat göstermeyi tercih eden büyük bir kalp sahibi olmayı
gerektirir. Hoşgörünün gereken etkiyi gösterebilmesi
için böyle bir güce sahip bulunmak zorundadır. Ta ki kötülük
yapan kişi bu iyiliğin zayıflıktan
kaynaklandığını sanmasın. Eğer
karşıdaki kişinin zayıf olduğu için
böyle davrandığını farkederse ona saygı
göstermez. Ve iyiliğin hiçbir yararı olmaz.
Ayrıca bu hoşgörü insanın şahsına yönelik
kötülüklerle sınırlıdır. İnanç
sistemine yönelik saldırılara ve mü'minleri bu inanç
sisteminden döndürme amaçlı baskılara karşı
hoşgörülü davranılamaz. Böyle bir durumda her
türlü savunma önlemi alınmalı ve sonuna kadar
direnilmelidir. Ya da yüce Allah sorunu çözümleyene kadar
inanca bağlılıkta sabredilmelidir.
Bir insanın ulaştığı bir derece; kötülüğü
iyilikle savma, kin ve öfke gibi dürtüleri yenip hoşgörülü
davranma, nereye kadar hoşgörülü davranılacağını,
nereye kadar kötülüğe iyilikle karşılık
verileceğini dengeleyebilme derecesi... Her insanın
ulaşamadığı bir derecedir. Çünkü böyle bir
düzeye erişmek sabır gerektirmektedir. Bu, aynı
zamanda yüce Allah'ın çalışıp ta onu
hakkeden kullarına bahşettiği bir lütuftur.
Bu o kadar yüce bir derecedir ki kendisi için hiç kimseye kızmamış
olan, Allah için kızdığı zaman da kimseyi
dinlemeyen Peygamber efendimize -salât ve selâm üzerine olsun-
onun şahsında da bütün islam davetçilerine bu konuda
şöyle seslenilmektedir:
"Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce
seni dürtecek olursa hemen Allah'a sığın. Çünkü
O, işitendir, bilendir."
Öfke insana vesvese verir. Kötülüklere karşı
fazla sabretmeme veya hoşgörülü davranmama isteğini
uyandırır. Dolayısıyle böyle bir durumda
şeytandan Allah'a sığınmak koruyuculuk
işlevini görür. Onun öfkeyi istismar etme, bu deliği
kullanıp insanın duygularına etki etme amaçlı
girişimlerini boşa çıkarır.
Şu insan kalbini yaratan, onun giriş ve çıkış
noktalarını, gücünü ve yeteneklerini,
şeytanın hangi delikten girip onu kontrol altına
alacağını bilen yüce Allah davetçinin kalbini kızgınlığın
tahrik edici etkisine, dolayısıyle şeytanın
vesvesesine karşı koruyor. Davet yolunda
karşısına çıkan ve öfkesinden yararlanmak
isteyen şeytana karşı koruyor.
Kuşkusuz davetçinin uyarabileceği noktayı,
dizginleri ele geçirmesini sağlayacak fırsatı
bulana kadar insan ruhuna giden dikenli, dolambaçlı,
girintili, çıkıntılı ve son derece
meşakkatli bir yol izlemesi gerekir.
İnsan kalbi ile birlikte davetin geniş alanı içinde
yeni bir bölüm başlıyor. Bölüm yüce Allah'ın
evrensel ayetlerini; gece, gündüz, güneş ve ayı
kapsayan bir gezinti ile başlıyor. Bu arada, müşrikler
arasında Allah'la birlikte güneşe ve aya secde
edenlerin bulunduğu, oysa her ikisini de yüce Allah'ın
yarattığı belirtiliyor. Bu ayetler sunulduktan
sonra değerlendirme amacı ile, şayet kendileri büyüklük
taslayıp Allah'a kulluk yapmaya tenezzül etmezlerse, Allah'a
onlardan daha çok yakından ve ona kulluk yapan
varlıklar olduğu hatırlatılıyor. Sonra
şu yeryüzü Rabb'ine karşı bir tür kulluk
pozisyonu içindedir. Yeryüzü de tıpkı onlar gibi
canlılığını Rabb'inden alıyor. Ama
onlar bununla Rabb'lerine doğru yol almıyorlar. Tam
tersine Allah'ın evrensel ayetlerini inkar ediyor,
Kur'an'daki ayetlerini de tartışma konusu
yapıyorlar. Oysa bu Kur'an Arapçadır ve ona
onların anlamadığı yabancı dilden
kelimeler karışmamıştır. Ardından
ayetlerin akışı onları bir kıyamet
sahnesi ile yüzyüze getiriyor. Sonra onların
ruhlarını bütün zaafları ile,
değişkenlik ve unutkanlığı ile,
iyiliğe düşkünlüğü, buna karşın
zarardan kaçışı ile, sahip olduğu tüm
özellikleri ile çırılçıplak gözler önüne
seriyor. Buna rağmen onlar Allah katında kendilerine
ilişecek zarardan korunmuyorlar. Sure yüce Allah'ın
insanlara verdiği bir sözle son buluyor: Burada yüce Allah,
gerçeği bütün çıplaklığı ile görünceye,
içlerinde hiçbir şüpheye, hiçbir kuşkuya yer
kalmayıncaya kadar insanlara hem iç alemlerindeki hem de dış
alemdeki ayetlerini göstereceğini vaadediyor.