O |
Fussilet
|
O |
|
13- Eğer yüz çevirirlerse deki: "Ben sizi Ad ve
Semud kavimlerinin başlarına gelen
yıldırıma benzer bir yıldırıma
karşı uyardım."
14- Onlara "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin"
diyerek önlerinden ve arkalarından peygamberler geldiği
vakit, "Rabb'imiz dileseydi melekler indirirdi. Onun için
biz sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz "
demişlerdi.
15- Ad kavmi, yeryüzünde haksız olarak büyüklük
tasladı ve: "Bizden daha kuvvetli kim var?" dediler.
Onlar kendilerini yaratan Allah'ın kendilerinden daha
kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar bizim
ayetlerimizi
kasten inkar ediyorlardır.
16- Biz de onlara dünya hayatında rezillik
azabını taddırmak için o uğursuz günlerde,
üzerlerine dondurucu bir rüzgar gönderdik. Ahiret azabı
ise dahada kepazeliktir. ve onlara hiç yardım edilmez.
17- Semud kavmine gelince onlara doğru yolu gösterdik;
fakat onlar, körlüğü doğru yola tercih ettiler. Böylece
yaptıkları yüzünden alçaltıcı azab
yıldırımı onları yakaladı.
18- İnananları ve Allah'a karşı gelmekten
sakınmış olanları kurtardık.
"Deki: `Ben sizi Ad ve Semud kavminin başlarına
gelen yıldırıma benzer bir yıldırıma
karşı uyardım."
ifadesinin içerdiği bu korkunç, bu dehşet verici
uyarı, işlenen suçun iğrençliğine, günahın
çirkinliğine; surenin giriş kısmında sözkonusu
edilen müşriklerin keçi inatlarına ve yine bu
uyarıdan önce sunulan büyük varlık kervanından
ayrılan kafir insanların bu olumsuz tutumlarına
uygun düşmektedir.
Tarihçi İbn-i İshak bu ayetteki uyarıya
ilişkin olarak şöyle bir kıssa anlatır: Bana
Yezid b. Ziyad, Muhammed b. Kâb el-Kurezi'ye dayanarak şöyle
anlattı: Anlatıldığına göre Kureyş
kabilesinin ileri gelenlerinden biri olan Utbe b. Rebia birgün
Kureyş'in kabile meclisinde otururken, Peygamberimiz de -salât
ve selâm üzerine olsun- yalnız başına mescitte (Ka'be'de)
oturuyordu. Utbe kalktı ve şöyle dedi: Ey Kureyşliler,
gidip Muhammed'le konuşayım mı? Ona bazı
şeyler önereyim, "bunlardan dilediğini seç sana
verelim, ama sen de bizden vazgeç" diyeyim mi? Ne dersiniz?
Bu olay Hz. Hamza'nın -Allah ondan razı olsun- müslüman
olduğu günlere denk geliyordu. Müşriklerin, Peygamber
efendimizin arkadaşlarının günden güne artıp
çoğalmasından endişelendikleri sıralardı.
Kureyşliler: İyi olur, ey Ebu Velid, git ve konuş
onunla, dediler. Utbe gidip Peygamber efendimizin yanına
oturdu ve ona şöyle dedi: "Yeğenim sen bizdensin
ve aşiret içinde geniş bir çevren, saygın bir
yerin ve soyun var. Fakat sen soydaşlarının
başına büyük bir iş açtın. Onların
topluluklarını dağıttın,
akıllarını ahmaklık olarak nitelendirdin, bütün
tanrılarını ve dinlerini ayıpladın,
onların geçmiş atalarını tekfir ettin (onların
kafir olduklarını söyledin). Bak, beni dinle sana bazı
önerilerde bulunacağım, iyice düşün, belki bir kısmını
kabul edebilirsin. Bunun üzerine Peygamber efendimiz -salât ve
selâm üzerine olsun-: "Söyle, seni dinliyorum, ey Ebu
Velid" dedi. Utbe: "Yeğenim, eğer bu
getirdiğin inançla mal elde etmek istiyorsan, aramızda
mal toplar ve seni en zenginimiz yaparız. Eğer bununla
şeref kazanmak istiyorsan, seni başımıza geçiririz
ve hiçbir dediğini yapmamazlık etmeyiz. Eğer
bununla hükümranlık elde etmek istiyorsan, seni
başımıza hükümdar tayin ederiz. Yok eğer
bunlar karşı koyamadığın bir
hastalıktan kaynaklanıyorlarsa, seni tedavi etmek için
doktorlar getiririz, seni bu dertten kurtarmak için mallarımızı
feda ederiz. Çünkü bir insana cin musallat olabilir ve bundan
ancak tedavi ile kurtulabilir.." dedi. Peygamber efendimiz
-salât ve selâm üzerine olsun- sonuna kadar Utbe'nin sözlerini
dinledi. Utbe sözlerini bitirince ona şöyle dedi: "Bitti
mi ey Ebu Velid?" "Evet" dedi, Utbe. Peygamber
efendimiz "O zaman beni dinle" dedi. Utbe "'Tamam"
dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz -salât ve selâm
üzerine olsun- şunları söyledi:
"Rahman ve
Rahim olan Allah'ın
adıyla."
"Ha, Mim."
"Bu kitap, Rahman ve Rahim olan Allah katından
indirilmiştir. Öyle bir kitaptır ki bilen bir toplum için
ayetleri açıklanmış Arapça okunan Kur'an'dır."
"Müjdeci ve uyarıcı olarak gönderilmiştir.
Fakat insanların çoğu düşünüp kabul etmekte yüz
çevirmiştir,
onlar işitmezler de."
Sonra Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- okumaya
devam etti. Utbe bu ayetleri işitince sessizce bekledi ve
ellerini arkasına koydu, onlara dayanarak dinlemeye koyuldu.
Peygamberimiz secde ayetini okuyana kadar sesini çıkarmadı.
Peygamberimiz secde yaptıktan sonra şöyle dedi: "İşte
benim sözlerimi dinledin. Bundan sonra karar senin." Utbe
kalkıp arkadaşlarının yanına git-ti.
Birbirlerine "Allah'a yemin ediyoruz ki, Utbe
gittiğinden farklı bir çehre ile dönüyor"
dediler. Utbe yanlarına oturunca "Ne oldu ey Ebu Velid?"
dediler. Utbe "Orada öyle bir söz dinledim ki, vallahi
bundan önce kesinlikle böyle birşey dinlememiştim,
Allah'a andolsun ki, bu ne sihirdir, ne şiirdir ne de
kehanettir. Ey Kureyşliler beni dinleyin ve dediklerimi
yapın. Adamı kendi haline bırakın ve
işine karışmayın. Çünkü Allah'a andolsun ki,
ondan duyduğum sözlerde kesinlikle bazı haberler
olmalı. Eğer Araplar onun hakkından gelirlerse,
sizin eliniz bulaşmadan ondan kurtulmuş olursunuz.
Eğer Araplara üstünlük sağlarsa, onun egemenliği
sizin egemenliğiniz, onun üstünlüğü sizin üstünlüğünüz
demektir. Onun sayesinde insanların en mutlusu siz olursunuz"
dedi. Bunun üzerine "Ey Ebu Velid, vallahi o, diliyle seni
büyülemiş" dediler. Utbe: "Bu benim düşüncem,
siz istediğinizi yapın" dedi.
Bağavi Tefsirinde, Muhammed b. Fudayl'dan, o da Aclah'dan
(Bu adam Abdullah el-Kindi el Kufî'nin oğludur. İbn-i
Kesir, onun bazı konularda zayıf olduğunu söylemiştir.)
O da Zeyyal b. Harmele'den, o da Cabir b. Abdullah'tan şöyle
rivayet eder: Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine
olsun- "Eğer
yüz çevireceklerse
deki: Ben sizi Ad ve Semud kavimlerinin başına gelen
yıldırıma benzer bir yıldırımla
uyardım."
ayetini okuyunca Utbe eliyle Peygamber efendimizin
ağzını kapattı ve akrabalık adına
susmasını istedi. Sonra evine döndü ve Kureyşlilerin
yanına gitmedi, onlara görünmemeye çalıştı..."
Daha sonra bu konuda kendisine sorulunca "Ağzını
kapattım ve akrabalık adına susmasını
istedim. Çünkü bildiğiniz gibi Muhammed birşey söyleyince
yalan söylemez. Bunun için üzerinize korkunç bir azap
inmesinden korktum" dedi.
Bu, Peygamber efendimizin -salât ve selâm üzerine olsun- ağzından
çıkan bir uyarının inanmayan bir adamın kalbi
üzerindeki etkisinin somut ifadesidir. Peygamber efendimizin
portresi, büyük ruhunun edepli tavrı, inanan kalbinin güvenli
halı karşısında kısa bir
değerlendirme yapmadan geçemeyeceğiz: Burada Peygamber
efendimiz, Utbe b. Rebia'nın küçük düşüncelerini,
basit önerilerini dinlerken kalbi daha büyük değerlerle
meşguldür. Bu düşünceler, bu öneriler insanı
tiksindirecek kadar çirkin bile olsalar Peygamberimiz -salât ve
selâm üzerine olsun- çok yumuşak bir tavırla
karşılıyor, olgun ve onurlu bir kişinin
ağırbaşlılığı içinde dinliyor,
sakin, sevecen ve kendinden emin bir tavırla sözlerinin
bitmesini bekliyor. Utbe'nin bu basit düşünceleri bir an
önce bitirmesi için acele etmesini istemiyor. Utbe sözlerini
bitirince, öfkelenmeden, hoşgörüyle, derin bir iç huzuru
ile "Bitti mi ey Ebu Velid?" diyor. O da "Evet"
diye cevap veriyor. Bunun üzerine "Beni dinle" diyor ve
sözleriyle onu ürkütmemeye çalışıyor ve adam
"Tamam" demedikçe konuşmuyor. Adam
dinleyeceğini belirtince bu sefer Peygamber efendimiz -salât
ve selâm üzerine olsun- derin bir içtenlikle, inanç dolu bir
ruhla, kendinden emin bir tavırla Rabb'inin sözlerini
okumaya başlıyor:
"Bismillahirrahmanirrahim, Ha, Mim..."
Hiç kuşkusuz bu, insan kalbinde ürperti ile karışık
bir saygı uyandıran, insanın içine güven, sevgi
ve huzur aşılayan görkemli bir tablodur. Bu yüzden
hemen kendisini dinleyenlerin kalplerini etkisi altına
alıyordu. Başlangıçta alaya almak veya öfkelerini
açığa vurmak için kendisine yönelenleri
büyülüyordu.
Allah'ın salat ve selamı onun üzerine olsun. Hiç kuşkusuz
Allah en doğrusunu söylüyor: "Allah peygamberlik
görevini kime vereceğini herkesten iyi bilir."(En'am
Suresi. 124)
Bu kısa değerlendirmenin ardından tekrar Kur'an
ayetine dönüyoruz: "Eğer yüz çevireceklerse de ki:
`Ben sizi Ad ve Semud kavimlerinin başlarına gelen
yıldırıma benzer bir yıldırıma
karşı uyardım."
Biraz önce göklerle yeryüzü boyunca çıkılan
gezintinin ardından, geçmiş milletlerin
işledikleri suçlardan dolayı başlarına
yıkılan yurtlarında çıkılan bir
başka gezinti başlıyor. Geçmişte büyüklük
taslayanların ibret verici akıbetlerini
somutlaştıran harap olmuş yurtlarını gözler
önünde canlandırarak büyüklük taslayanların yüreklerini
ağızlarına getiren dehşet verici bir
gezintidir bu.
"Onlara `Allah'tan başkasına kulluk etmeyin'
diyerek önlerinden ve arkalarından peygamberler geldiği
vakit..."
Bütün peygamberlerin getirdikleri mesajın özünü ve
bütün dinlerin temelini oluşturan aynı sözü söylemişlerdi.
"Rabbimiz dileseydi melekler indirirdi. Onun için biz
sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz"
demişlerdi."
Bu da her peygamberin karşı karşıya
kaldığı, sürekli yinelenen bir kuşkudur. Oysa
insanlara hitap edecek bir peygamberin yine insanlar
arasından seçilmesi gerekir. Bu peygamber insanları
bilen ve insanlar tarafından bilinen biri
olmalıdır. İnsanlar kendilerine hitap eden
peygamberin şahsında pratik bir önderlik bulmalılar,
kendilerinin yüzyüze kaldıkları zorlukları o da
yaşamalıdır. Ne var ki Ad ve
Semudoğulları, önerdikleri gibi melek olmadığı
için kendilerine gönderilen peygamberi inkar ettiklerini duyurmuşlardı.
Buraya kadar Ad ve Semudoğullarının
akıbetleri kısaca anlatılmış oluyor. Her
iki toplum da aynı akıbetle
karşılaşmıştı. Onlar da bunlar da
korkunç bir yıldırıma tutulmuşlardı.
Ardından bu toplumlardan her birinin başına
gelenler bir ölçüde ayrıntılı olarak
anlatılıyor:
"Ad kavmi, yeryüzünde haksız yere büyüklük
tasladı ve "bizden daha kuvvetli kim var?"
dediler."
Doğru olanı kulların Allah'a boyun eğmeleri
ve yeryüzünde büyüklük taslamamalarıdır. Yüce
Allah'ın yarattığı uçsuz bucaksız
varlık alemi karşısında çok küçük kalırlar
onlar. Şu halde yeryüzündeki her büyüklük taslama girişimi
haksızca bir tutumdur. Ad kavmi de büyüklük taslamış
ve gurura kapılarak "Bizden
daha kuvvetli kim var?" demişlerdi.
Bu bütün zorba tağutların
kapıldığı yalancı bir duygudur. Kendi güçlerine
karşı çıkacak bir gücün bulunmadığını
sanmalarına neden olan büyüklük kompleksidir. Ama
unutuyorlar:
"Onlar kendilerini yaratan Allah'ın kendilerinden
daha kuvvetli olduğunu görmediler mi?"
Bu, inkarı mümkün olmayan apaçık bir gerçektir.
Onları yaratan, temelden onlardan daha güçlüdür. Çünkü
onlara bu sınırlı gücü bahşeden O'dur. Ne
var ki zorbalar, despotlar, tağutlar bu gerçeği
hatırlamak istemezler: "Onlar bizim ayetlerimizi
kasden inkâr ediyorlardı."
Azgın tağutlar bu sahnede pazularını gösterirlerken,
sahip oldukları güçleri ile etrafa dehşet saçma
çabası içindelerken, birden bunu izleyen ayette aşağıdaki
sahne gösterime giriyor. Ve bu sahnede bu aşağılık,
bu rezil kibirlerine uygun akıbetleri, yerle bir
edişleri bir ibret tablosu olarak gözler önüne seriliyor:
"Biz de onlara dünya hayatında rezillik
azabını taddırmak için o uğursuz günlerde,
üzerlerine dondurucu bir rüzgar gönderdik. "
Bu azap, uğursuz olarak nitelendirilen günlerde
üzerlerine salınan; ortalığı yıkıp
döken, kasıp kavuran dondurucu kasırgadır. Bu azap
dünya hayatında horlanma, aşağılanmadır.
Etrafa güç gösterisinde bulunan, kullar üzerinde despotça bir
düzen kuran ve haksız yere büyüklük taslayan tağutlara,
azgınlara yaraşan bir aşağılamadır
bu.
Bu, onların dünya hayatında tadacakları azap...
Ahirette yakayı kurtaracak değillerdir:
"Ahiret azabı ise daha kepazeliktir. Ve onlara hiç
yardım da edilmez." "Semud
kavmine gelince, onlara doğru yolu göstermiştik; fakat
onlar, körlüğü doğru yola tercih ettiler."
Bu ifadenin, Semudoğullarının Salih Peygamberin
gösterdiği dişi deve mucizesinden sonra doğru yolu
bulduklarına, ardından tekrar eski küfürlerine
döndüklerine, körlüğü hidayete tercih ettiklerine
yönelik bir işaret olduğu açıktır.
Doğru yolu bulduktan sonra tekrar sapıklığa dönmek
körlüğün en ağırı, en şiddetlisidir.
"Böylece yaptıkları yüzünden alçaltıcı
azabın yıldırımı onları
yakaladı" Horlanma, aşağılanma
onların yaptıklarına en uygun cezadır. Bu
sırf bir azap değildir, sırf bir yokoluş
değildir. Bu, imandan sonra körlüğe dönmenin cezası
olan aşağılanmadır, horlanmadır.
"İnananları ve Allah'a karşı gelmekten
sakınmış olanları kurtardık... Ad ve
Semudoğullarının ibret verici akıbetlerinin
canlı tanığı olan harap olmuş
yurtlarında çıkılan bu gezinti ve bu korkutucu,
dehşet verici akıbet aracılığı ile
iletilmek istenen uyarı maksatlı mesaj sona erdi. Böylece
onlara yüce Allah'ın hiçbir gücün karşı
koyamadığı, hiçbir kalenin, hisarın ona
karşı koruyuculuk yapamadığı ve hiçbir
zorbanın karşı direnemediği
caydırıcı gücü gösterilmiş oldu.
KULAKLARIN, GÖZLERİN VE DERİLERİN
ŞAHİDLİĞİ
İmdi... Buraya kadar yüce Allah'ın evrene ve
insanlık tarihine egemen olan gücü gözlerinin önüne
serilmişken, şimdi de surenin akışı
onların kendi iç alemlerinde tamamen egemen olan yüce
Allah'ın gücünü anlatıyor. Öyle ki kendi iç
alemlerinde egemenlik sürdüren Allah'ın gücüne karşı
ellerinden hiçbir şey gelmez, hiçbir şeyi
Allah'ın gücüne karşı koruyamazlar. Hatta
kulakları, gözleri ve derileri hesaplaşma gününde
Allah'a itaat edip kendilerine isyan edecekler ve aleyhlerinde
şahitlikte bulunacaklardır:
|
|
O |
|
O |
|