9- De ki: "Siz mi yeryüzünü iki günde yaratana
nankörlük ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz? O alemlerin
Rabb'idir."
10- Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Onda
bereketler yarattı ve orada rızıklarını
arayanlar için dört günde düzene koydu.
11- Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona
ve
yeryüzüne:
"İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin"
dedi. "İsteyerek geldik" dediler.
12- Böylece onları, iki gün içinde yedi gök var etti
ve her göğün görevini vahyetti. Yakın göğü
ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk.
İşte bu bilen, güçlü olan Allah kanunudur.
Onlara deki: Siz Allah'ın ayetlerini yalanlayıp, onu
inkar ettiğiniz zaman, büyük bir küstahlıkla böylesine
büyük laflar ettiğiniz zaman, çirkin ve iğrenç olduğu
kadar dehşet verici bir suç işlemiş oluyorsunuz;
siz yeryüzünü yaratan ve üzerinde denge unsuru olarak dağları
vareden, orayı verimli kılan, orada gerekli olan
rızık kaynaklarını bir plan çerçevesinde
vareden Allah'ı inkar ediyorsunuz...
Gökleri yaratan, düzenini sağlayan, ayrıca gökleri
ışık saçan yıldızlarla ve koruyucu
tabakalarla, atmosferle donatan Allah'ı inkar ediyorsunuz. Göklerin
ve yerin isteyerek boyun eğerek buyruğuna girdikleri,
teslim oldukları Allah'ı inkar ediyorsunuz... Siz...
Fakat şu yeryüzünde yaşayan canlıların bir
kısmı olan siz. onun buyruğuna girmekten kaçınıyor,
büyüklük taslıyorsunuz.
Ne var ki Kur'an-ı Kerim'in olağanüstü ahenge sahip
ifade biçimi bu gerçekleri, yine Kur'an'ın kalplerin
derinliklerine nüfuz eden onları şiddetle sarsan yöntemiyle
sunuyor. Şu halde biz de sıralama ve açıklama
ahengini izleyerek açıklamaya devam edelim:
"De ki: `Siz mi arzı iki günde yaratana nankörlük
ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz? O alemlerin Rabb'idir."
"Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Ve onda
bereketler yarattı ve orada rızıklarını
arayanlar için dört günde düzene koydu."
Ayet-i kerime yeryüzünün iki günde yaratılması
gerçeğini hatırlatıyor. Sonra yeryüzünün yaratılışı
hikayesinin devamını sunmadan önce bir değerlendirme
yapıyor. Yeryüzünün ilk yaratılışı
kıssasının ardından şu yorumu
yapıyor:
"O
alemlerin Rabb'idir." Ama
siz O'nun Rab'lığını inkar ediyor, O'na
eşler koşuyorsunuz. Üstelik içinde yaşadığınız
yeryüzünü de O yaratmıştır. Şu halde bundan
daha çirkin bir büyüklenme, daha aşağılık
bir küstahlık, daha iğrenç bir davranış olur
mu?
Yeryüzünün yaratıldığı iki gün ile,
denge unsuru dağların yaratıldığı,
rızık kaynaklarının bir plan içinde yerleştirildiği,
toprağa verimlilik kazandırıldığı
diğer iki günle dörde tamamlanan şu günler neyi ifade
eder?
Hiç kuşku yok ki, bunlar süresini ancak yüce Allah'ın
bildiği O'nun günleridir, şu yeryüzündeki günler değil.
Yeryüzündeki günler dünyanın
yaratılışın-dan sonra ortaya çıkmış
zaman ölçüm birimleridir. Dünyanın güneşin
karşısında kendi ekseni etrafında dönüşü
ile oluşan günleri olduğu gibi diğer gezegenlerin
ve yıldızların da günleri vardır. Ve bunlar dünyadaki
günlerden farklıdırlar. Bazısı daha kısa,
bazısı ise daha uzundur.
İlk defa dünyanın yaratıldığı,
sonra dağların oluştuğu, ardından
zenginlik kaynaklarının varedildiği günler başka
ölçülerle ölçülen başka günlerdir. Bu günleri
bilmiyoruz, ancak alışageldiğimiz dünya
günlerinden çok daha uzun olduklarını biliyoruz.
Şu anda insan aklının ürünü bilimlerin son
verilerine dayanarak en fazla şunu düşüne biliyoruz.
Burada sözü edilen günler, yeryüzünün ardarda geçtiği,
sonunda yerkabuğunun bugünkü şeklini alıp
katılaştığı ve şu anda
bildiğimiz ha-yata elverişli hale geldiği
evrelerdir. Bu evreler -şu anda elimizde bulunan bilim-sel
teorilerin dediğine göre- dünya ölçüleri ile yaklaşık
olarak iki milyon yıl sürmüştür.
Bunlar sadece kayaların incelenmesine ve bunlar
aracılığı ile dünyanın ömrünün
belirlenmesine ilişkin varsayımlara dayalı bilimsel
değerlendirmelerdir. Biz, Kur'an-ı Kerim'i incelerken bu
değerlendirmeleri nihai gerçeklermiş gibi ele
alamayız. Çünkü bunlar özleri itibariyle böyle değildirler.
Her zaman değiştirilebilen teorilerdir. Şu halde
Kur'an'ı bu değişken teorilere göre yorumlayamayız.
Sadece, bunlarla Kur'an ayeti arasında bir yakınlık
gördüğümüzde, zorlama yapmaksızın Kur'an
ayetinin bu şekilde yorumlanmasının uygun
olacağını düşündüğümüzde bunların
doğru olabileceklerini söyleyebiliriz. Buradan hareketle bu
veya şu teorinin Kur'an ayetinin anlamına
yakınlığından dolayı doğruya
yakın olabileceğini söyleyebiliriz.
Bugün bilim çevrelerinde ağır basan görüş,
yeryüzünün daha önce şimdiki güneş gibi gaz halinde
yanan bir küre olduğudur. Yine kesin olarak belirlenemeyen
bir sebepten dolayı dünyanın güneşten
koptuğu düşüncesi de genel kabul görmüştür- Bu
haldeki dünyanın uzun bir zaman içinde soğuduğu,
kabuğunun sertleştiği, bugünkü şeklini
aldığı söylenmektedir. Yer kabuğunun iç kısımlarının
şu anda bile en sert kayaları eritecek kadar sıcak
olduğu vurgulanmaktadır.
Yer kabuğu soğuyunca, donup sertleşince,
başlangıçta her taraf sert bir kayalıktan ibaretti.
Üst üste kayalık katmanlar oluşmuştu.
Çok erken bir dönemde iki hidrojenle bir oksijenin birleşmesi
sonucu denizler oluştu, bu iki elementin
birleşmelerinden sular (H2O) meydana geldi. "Şu dünyamızdaki
hava ve su birlikte kayaların parçalanıp
dağılmalarını aşınmalarını
sağladılar. Parçalanıp dağılan bu kaya
parçalarını bir yerden diğerine
taşıdılar, ufalttılar. Nihayet tarıma
elverişli toprak oluştu. Dağların ve tepelerin
yarılmalarını, çukurların
dolmalarını sağladılar. Neredeyse yeryüzünde
olan her şey bir yıkılma ve tekrar yapılma sürecini
yaşadı."
"Yerkabuğu sürekli hareket ve değişim
halindedir. Deniz dalgalanır, köpürür, yerkabuğu
ondan etkilenir. Güneşin etkisiyle deniz suları
buharlaşır. Göğe yükselir. Tatlı su
yağdıran buluta dönüşür. Yeryüzüne sağanak
halinde yağar, bunun sonucu seller ve nehirler meydana gelir.
Bunlarda yerkabuğu içinde akarlar ve onu etkilerler. Bu
akarsular yerkabuğundaki kayaları etkilerler,
onları aşındırıp değiştirirler.
Bir kayadan bir başka kaya meydana getirirler. Bu sular daha
sonra da kayaları aşındırmaya, bir yerden
diğerine götürmeye devam ederler. Yüzyıllar içinde;
yüzlerce, binlerce asır içinde yeryüzünün şekli
değişir. Donmuş buzlar da akarsular gibi etkiler
yerkabuğunu. Rüzgârlar da su gibi etkiler. Su ve rüzgârın
yaptığını güneş de yapar. Yeryüzüne
yakıcı ve aydınlatıcı
ışınlarını gönderir. Aynı
şekilde yeryüzünde yaşayan canlılar da sürekli
yerkabuğunun şeklini değiştirip dururlar.
Toprağın içinden fışkıran volkanlar da
yerkabuğunun şeklini büyük ölçüde değiştirirler.
"Bir jeologa yeryüzündeki kaya çeşitlerini
sorduğun zaman, sana bir çok kaya çeşidini sayar.
Öncelikle kayaların üç büyük türünden sözeder.
"Sana "ateş ve kayalar"dan sözedecek.
Bunlar toprağın altından üstüne kızgın
kayalar halinde çıkan sonra da soğuyan parçalardır.
Bunlara örnek olarak da Granit ve Bazalt'ı gösterecektir.
Bunlardan bir parça getirerek içerdiği beyaz,
kırmızı veya siyah billurları işaret
ederek "Bu billurların herbiri kimyasal bir
birleşimi göstermektedir ve bunların her birinin
kendine özgü yapısı vardır. Dolayısıyla
bu kayalar bir karışımdırlar" diyecektir.
Bu sefer senin aklında yerkabuğunun çok eski zamanlarda
dünyanın oluşumunun tamamlanmasından sonra bu
sıcak kayalardan veya benzeri parçalardan oluştuğu
fikri uyanır. "Sonra sular gökten yağarak,
yerkabuğunda akarak veya kar halinde düşüp donarak
bunları etkilemiştir. Hava ve rüzgâr etkili olmuştur.
Güneş etkilemiştir. Bunların herbiri bu
kayaların öz yapılarını ve kimyasal
birleşimlerini değiştirmişlerdir. Böylece
bunlardan farklı yeni kayalar oluşmuşlar"
diyecek ve nerdeyse bunları bir laboratuvarda biraraya
getirip gösterecektir.
"Jeolog, bu sefer de sana ikinci büyük kaya çeşidini
gösterecektir. Bunları tortul ve tortulaşmış
kayalar olarak isimlendirirler. Bunlar, su, rüzgâr, güneş
veya canlıların etkisiyle yeryüzünde bulunan en sağlam
ve en kötü kayalardan türemişler. Bunlara tortul yani
çökelmiş adının verilmesi baştan beri
bulunduğu yerde olmamasından dolayıdır.
İlk kayalardan kopan, aşınan parçaların
birleşimi ile oluştuktan sonra veya oluşmak
üzereyken buraya taşınmıştır.
Kuşkusuz bu taşıma işlemini su veya rüzgâr
gerçekleştirmiştir. Dolayısıyle
oluştuktan sonra bu kaya yuvarlanmış, çökelmiş
ve şimdiki yerine yerleşmiştir.
"Jeolog tortul kayalara örnek olarak kireç taşını
gösterecektir. Bu taşlardan dağlar
oluşmuştur. Örneğin Mukattam dağı
(Kahirenin doğusunda bir dağ) bunlardan birisidir.
Kahireliler evlerini bu dağdan getirdikleri taşlarla
bina ederler. Sonra şöyle diyecektir: Bu taş kalsiyum
karbonat olarak bilinen kimyasal birleşiktir. Bu
birleşim yeryüzünde canlıların etkisiyle veya
kimyasal bir reaksiyon sonucu gerçekleşmiştir. Sonra
kumu örnek gösterecek ve şöyle diyecektir: Bunun öz
maddesinin büyük kısmı silisyum oksittir. Bu da
sonradan meydana gelmiştir. Sonra örnek olarak kil ve balçığı
gösterecek ve bunların başka maddelerin
birleşmesinden meydana geldiklerini söyleyecektir.
"Birbirlerinden farklı tortul kayaların
oluşmasına kaynaklık eden asıl kayaların
ne olduğunu soracaksın. Bunların sıcak
ateş kayalar olduğunu söyleyecektir. Çok eski
zamanlarda yerkabuğu eriyip donunca bu donmuş yüzey
üzerinde ateş kayalarından başka birşey
yoktu. Sonra su geldi, denizler geldi. Su ve kayalar birbirlerini
etkilediler. Bunlara daha sonra hava katıldı. Reaksiyon
halindeki gazlar, kasırgalar,
yakıcılığı ve
aydınlatıcılığı ile güneş
katıldı. Bütün bu etkenler, öz yapılarındaki
yeteneklere uygun olarak reaksiyona girdiler. Bunun sonucu
ateş kayalarının oluşturduğu
yararsız ve katı düzeyden, ev yapımında
kullanılan, madenlerin çıkarılmasında
yararlanılan yararlı kayalar oluştu. Bundan daha
önemli ve daha etkili bir şey var ki, o da hayat için
elverişli olmayan katı ateş kayalarından
toprağın meydana gelmesi, bu toprağın yeryüzüne
serpişmesi, böylece canlılar ve yaratıklar için
uygun ortamın oluşmasıdır.
"Granitler ekime, tarıma ve sulamaya elverişli
değildirler. Fakat onlardan ve benzeri kayalardan elde edilen
yumuşak toprak yararlıdır. Bu toprağın
meydana gelmesi ile bitkiler meydana geldi. Bitkilerin meydana
gelmesi hayvanların ortaya çıkmasını
sağlamıştır. Böylece yeryüzü yaratıkların
en üstünü, yani insanın gelişine hazır hale
gelmiştir."
Modern bilimin kendi vesilesi ile ölçüp ortaya koyduğu
bu uzun yolculuk, yeryüzünün yaratıldığı,
üzerinde denge unsuru olarak dağların varedildiği,
toprağın verimli, bereketli
kılındığı, zenginlik
kaynaklarının belli bir plan içinde yerleştirildiği
dört günü anlamada bize yardımcı olmaktadır.
Bunlar Allah'ın günleridir. Bunların mahiyetlerini ve sürelerini
bilmiyoruz. Ama dünyada bilinen günlerden farklı
olduklarını kesin olarak biliyoruz.
Yeryüzünden gökyüzüne geçmeden önce bu ayetin her
cümlesinin üzerinde ayrı ayrı durmak istiyoruz.
"Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi.." Kur'an-ı
Kerim'in çok yerinde dağlar "Revasiye" yani "Köklü"
diye isimlendirilir. Bazı yerlerde de bu köklü dağların
varlık nedeni "sarsılmayasınız" diye
belirtilir. Yani bu dağlar köklüdürler, yeri sağlam
tutmaktadırlar, dünyayı dengede tutup
sarsılmasına engel olmaktadırlar... Uzun zaman geçti
insanlar üzerinde yaşadıkları dünyanın
sağlam temeller üzerinde sabit olduğunu
sanıyorlardı. Sonra bir zaman geldi onlara şöyle
dendi: Üzerinde yaşadığınız şu dünya
sonsuz uzay boşluğunda hiç bir şeye dayanmadan yüzen
küçücük bir yuvarlaktır... Kim bilir, belki ilk defa bu sözleri
duyduklarında korkmuşlardır. Belki de dünya beni
sarsacak ya da uzay boşluğunun derinliklerine
fırlatacak diye korkudan sağına soluna bakanlar
olmuştur. Fakat insanlar rahat olsunlar, korkmasınlar.
Çünkü Allah'ın eli, onu ve göğü tutuyor, yok
olmaktan koruyor. Eğer Allah onları tutmasa, onun
dışında kim bu dengeyi sağlayabilir ki! Rahat
olsunlar. Çünkü şu evrene egemen olan yasalar, her
şeye gücü yeten ve her şeyden üstün olan yüce
Allah'ın koyduğu sağlam yasalardır.
Tekrar dağlar konusuna dönüyoruz ve Kur'an'ın
onları "köklü" olarak nitelendirmesine, dünyayı
dengede tutup sarsılmasına engel olduklarına dikkat
çektiğini görüyoruz. Bu tefsirin bir başka yerinde de
değindiğimiz gibi belki de dağlar okyanuslardaki
derinlikler ile havalardaki yükseklikler arasındaki ahengi
koruyor. Böylece dünyanın dengesini sağlayıp
sarsılmasına engel oluyorlar. Şimdi şu bilgini
dinleyelim:
"Yeryüzünde, gerek yüzeyde gerekse derinliklerde
meydana gelen her olayın bir maddenin bir yerden diğer
bir yere taşınmasına etkisi olur. Bu da dünyanın
dönüş hızını etkiler. Çünkü bu konuda
(yani yazarın bir önceki paragrafta söylediği gibi dünyanın
hızının yavaşlamasında) tek etken
med-cezir (gel-git) olayı değildir. Hatta nehirlerin
yeryüzünün bir yerinden diğer bir yerine
taşıdıkları sular da dünyanın dönüş
hızını etkilerler. Rüzgarların esintisi de
öyle. Denizlerin diplerine düşen herhangi bir şey,
yeryüzünün şurasında, burasında beliren
birşey dünyanın dönüş hızı üzerinde
etkili olur. Dünyanın dönüş hızını
etkileyen unsurlardan biri de herhangi bir nedenden dolayı
toprağın kayması ya da
yığılmasıdır. Bu yığılma
veya kayma dünyanın alanında sadece bir kaç adımlık
bir eksilme veya daralmaya neden olacak kadar önemsiz bile olsa
yine de dünyanın dönüş hızı üzerinde
etkisini gösterir."
Bu kadar hassas bir yapıya sahip olan yeryüzünde
köklü dağların dengeyi koruyan ve Kur'an-ı
Kerim'de ondört asır önce ifade edildiği gibi dünyanın
sarsılmasını önleyen etkenler olmasının
şaşılacak bir yanı yoktur.
"Onda bereketler yarattı ve orada
rızıklarını arayanlar için dört günde
düzene koydu."
Ayetin bu bölümü bizden önceki kuşakların
zihinlerinde yeryüzünde yeşeren ekinleri ve yüce Allah'ın
yeraltında gizlediği altın, gümüş ve demir
gibi bazı madenleri çağrıştırıyordu.
Fakat bugün yüce Allah yeryüzünün birçok bereketini ve
geçen uzun zaman içinde yerin altına
yerleştirdiği zenginlik kaynaklarını insana gösterince
ayetin bu bölümünün anlamı zihnimizde daha geniş bir
boyut kazanmış oldu.
Nitekim havadaki bazı elementlerin (Hidrojen, Oksijen)
suyu meydana getirmek için nasıl
yardımlaştıklarını görmüştük.
Yine su, hava, güneş ve rüzgarın tarıma
elverişli toprak meydana getirmek için birbirleri ile yardımlaştıklarını
da görmüştük. Akarsuların, kaynak, çeşme ve
kuyu şeklinde ortaya çıkan yeraltı ve yerüstü
sularının; bütün tatlı suların özü yağmurların
su, güneş ve rüzgarlarca oluşturulduklarını
görmüştük. İşte bütün bunlar yeryüzündeki
bereketin, rızık kaynaklarının
esaslarıdır. Bir de hava var. Nefes alış
verişimiz, bedenlerimizin ayakta kalması ona
bağlıdır.
"Yeryüzü bir yuvarlaktır. Üzerini bir kaya
örtüsü kaplamıştır. Bu kayaların büyük kısmını
bir su tabakası kaplamıştır. Kaya ve su
tabakalarını birlikte bir hava tabakası
sarmıştır. Bu
tabaka
yoğunlaşmış gazdan oluşur. Bunun da
tıpkı denizler gibi derinlikleri vardır. Biz;
insanlar,
hayvanlar ve bitkiler işte bu tabakanın derinliklerinde
yaşarız, ondan yararlanır, bu sayede
hayatımızı sürdürürüz."
"Örneğin biz hava tabakası ile soluk
alırız, onun oksijenini içimize çekeriz. Bitkiler
organik yapılarını ona borçludurlar. Hava tabakasında
bulunan karbon, daha doğrusu karbon oksit bitkilerin organik
yapılarını oluşturur. Buna kimyagerler
karbondioksit derler. Biz de bitkileri ve bitkileri yiyen
hayvanları yiyoruz. Biz bu ikisinden kendi organik
yapımızı oluştururuz. Havadaki gazlardan
geride Nitrojen yani Azot kaldı. Bu da
soluklarımızla yanmamamız için oksijeni
hafifletici rol oynayan bir elementtir. Havada bir de su buharı
var ki, bu da havayı nemlendirir. Havada başka gazlar da
vardır. Bunlar değişik oranlarda ve düzensiz
bulunurlar. Argon, Helyum ve Neon gibi. Sonra Hidrojen. Bu ise,
genellikle yeryüzünün ilk yaratılışından
geride kalmıştır."
Yediğimiz, hayatımızda
yararlandığımız maddeler, -ki rızık
kaymakları yemek suretiyle tüketilen maddelerden daha geniş
bir anlam ifade eder- bütünüyle yeryüzünün gerek içinde
gerekse atmosferinde içerdiği temel elementlerin meydana
getirdiği birleşiklerdir. Örneğin şu
şeker nedir, neden meydana gelir? Aslı karbon, hidrojen
ve oksijendir. Suyun oksijen ve hidrojenden oluşan
birleşimini öğrenmiştik. Aynı şekilde tükettiğimiz
bütün yiyecekler, içecekler, kullandığımız
giysiler ve aletler... Şu yeryüzüne yerleştirilmiş
elementlerin birleşimlerinden başka birşey
değildirler.
Bütün bunlar yeryüzüne bahşedilen berekete,
verimliliğe, oraya bir plana göre, dört günde yerleştirilen
rızık kaynaklarına işaret etmektedir. Hiç kuşkusuz
bunlar uzun zaman süren aşamalarda gerçekleşmişlerdir.
İşte bunlar, Allah'ın günleridir ve bunların
süresini Allah'tan başkası bilemez.
"Sonra duman halinde bulunan göğe
yöneldi. Ona ve yeryüzüne:
"isteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin" dedi.
İkisi de "isteyerek geldik" dediler.
"Böylece onları, iki gün içinde yedi gök varetti.
Ve her göğün görevini bildirdi. Yakın göğün
semasını ışıklarla donattık. Ve
bozulmaktan koruduk. İşte bu, bilen, güçlü olan
Allah'ın kanunudur."
"İstiva" kelimesi burada yönelmek anlamında
kullanılmıştır. Yüce Allah açısından
yönelmek ise iradesinin istenen yönde belirmesidir.
"Sonra" edatı ise, kesinlikle zaman açısından
bir sıralamayı ifade etmiyor. Sadece manevi bir
üstünlüğü, yüksekliği ifade etmek için kullanılmıştır.
Çünkü insan duygusunda gökyüzü yeryüzünden en yüksek ve
en üstündür.
"Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi..."
Yıldızların yaratılışından
önce göğün bulut halinde olduğuna ilişkin bir görüş
vardır. İşte bu bulut gazdır. Yani
dumandır.
"Bir kısmı yanmakta olan ve bir kısmı
da sönmüş bulunan bu kütleler (Nebula), yıldızların
yaratılışından sonra arta kalan gaz ve toz kümelerinden
başka birşey değildirler. Yaratılış
teorisi şöyle der: Samanyolu gaz ve tozdan meydana gelmiştir.
Bu ikisinin yoğunlaşması sonucu yıldızlar
oluşmuş, ancak geride bazı kalıntılar da
kalmıştır. İşte bu gaz ve toz
bulutları bu kalıntılardan ibarettir. Bu uçsuz
bucaksız samanyolu Galaksisi içinde bu kalıntılardan
yıldızları oluşturan miktar kadar gaz ve toz
yayılmaktadır. Kuşkusuz yıldızlar bu toz
ve gaz yığınlarını çekim güçleri ile
bir noktaya doğru yoğunlaştırmaktadırlar.
Bir anlamda gökyüzünü süpürmektedirler. Ne var ki
süpürücüler, dehşet verici bir sayı çokluğuna
sahip olmalarına rağmen, süpürülmesi gereken çok
büyük ve akla durgunluk verecek kadar geniş olan sahalara
oranla yetersiz kalmaktadırlar."
Bu sözler doğru olabilir. Çünkü bu sözler Kur'an-ı
Kerim'in ifade ettiği;
"Sonra,
duman halinde olan göğe yöneldi."
gerçeğinin işaret ettiği anlama, göklerin uzun
zaman alan bir süreç içinde, yani Allah'ın günlerinden
iki gün içinde yaratılması gerçeğine
yakındırlar.
Sonra şu dehşet verici gerçek karşısında
duruyoruz:
"Ona ve yeryüzüne: isteyerek veya istemeyerek buyruğuma
gelin" dedi. İkisi de "isteyerek geldik"
dediler."
Bu ayet, evrenin Allah'ın koyduğu yasalara boyun
eğişini çok çarpıcı bir ifade ile ima
etmektedir. Bu evren gerçeğinin yaratıcısına
bağlılığını vurgulamaktadır. Bu
bağlılık onun sözlerine ve iradesine uymak ve
teslim olmak şeklinde kendini göstermektedir. Şu halde
sadece insanoğlu istemeyerek Allah'ın evrensel
yasalarına boyun eğer. İnsanoğlunun bu
yasalara boyun eğmekten başka seçeneği yoktur ve
bu yasaların etkinlik alanının
dışına çıkma gücüne sahip değildir.
Çünkü insan akıllara durgunluk veren dehşet verici
evren çarkında küçücük bir dişli konumundadır.
Bu yüzden ister istemez bütün evrensel yasalara uyar, onlardan
etkilenir. Fakat, bütün varlıklar arasında sadece
insanoğlu isteyerek boyun eğmez, yer ve göğün
teslim oluşu gibi bu yasalara uymaz. Tam tersine bu
yasalardan kurtulmaya çalışır. Kolay, rahat ve
normal çizginin dışına çıkar. Kendisine
üstünlük sağlaması -hatta ezip parçalaması- kaçınılmaz
olan evrensel yasalara ters düşer. Ama en sonunda istemese
de bu yasalara boyun eğer. Fakat yüce Allah'ın iyi
kulları hariç. Onların kalpleri, organik
yapıları, hareketleri, düşünceleri, iradeleri,
arzu ve gayesi evrene egemen olan ilahi yasalarla uyum içindedir.
Onlar isteyerek gelirler, şu dehşet verici evren çarkı
ile birlikte rahat ve kolay hareket ederler. Varlıklar
kervanı ile birlikte Rabb'lerine doğru yol alırlar.
Evrendeki tüm güç ve enerji kaynakları ile iletişim
halinde olurlar. İşte o zaman olağanüstü işler
başarırlar, harikalar yaratırlar. Çünkü evrene
egemen olan yasalarla uyum içindedirler. Evrenin akıllara
durgunluk veren gücünden destek alırlar. Çünkü onlar
evrenin bir parçasıdırlar ve evrende onları
kapsamıştır. Hep birlikte
"isteyerek"
Allah'a doğru
yol alırlar.
Biz istemeyerek de olsa boyun eğeriz. Fakat keşke
isteyerek boyun eğseydik. Keşke yer ve gök gibi yüce
Allah'ın buyruğuna koşsaydık; isteyerek ve
alemlerin Rabbi olan Allah'a boyun eğen, itaat eden, onun
buyruğuna koşan, ona teslim olan varlık aleminin
ruhu ile buluşmanın coşkunluğu içinde olumlu
cevap verseydik.
Biz insanlar zaman zaman gülünç davranışlar
sergileriz... Kader çarkı, kendisi için belirlenen hedefe
doğru normal hızı ile yoluna devam ediyor. Onunla
birlikte tüm evrende değişmez ilahi yasalar
doğrultusunda dönüyor. Biz ise, gelir bu çarkın dönüşünü
hızlandırmak veya yavaşlatmak isteriz. Bu
akıllara durgunluk veren büyüklükteki koca kafile içinde
sadece biz -çarkın dışına çıkıp,
hareket çizgisinden saptığımız zaman-
ruhlarımızı saran bunalım, acelecilik, benlik,
ihtiras, arzu ve korku gibi duygulardan dolayı sadece biz bu
normal gidişi değiştirmek isteriz. Ama biz
şurada, burada başıboş dolaşırken
kervan yoluna devam eder. O dişliden bu dişliye
yuvarlanır gideriz, sonsuz acılar çekeriz. Oraya buraya
çarpar paramparça oluruz. Ama kader çarkı normal
hızı ile, kendisi için belirlenen hedefe doğru
yoluna devam eder. Bizim çabamız, gücümüz ise boşa
gider. Ancak kalplerimiz gerçekten inanırsa, Allah'a gerçekten
teslim olursa, varlıkların ruhu ile gerçekten bağlantı
kurarsa, o zaman biz evren içinde üstlendiğimiz rolü
gerçekten kavrarız, adımlarımızla kaderin
adımları arasında ahenk oluştururuz. O zaman,
uygun bir anda, uygun bir hızla ve uygun bir süre içinde
hareket ederiz. Varlıklar aleminin
yaratıcısından kaynaklanan varlıklar aleminin
gücü ile hareket ederiz. O zaman gerçekten, büyüklük
kompleksine kapılmadan, gururlanmadan büyük işler
başarırız. Çünkü o zaman kendisi ile bunca
büyük başarıyı kazandığımız gücün
kaynağını biliriz. Bunların bizim kişisel
gücümüzden kaynaklanmadığını, sadece sonsuz
büyüklükteki ilahi güçle bağlantılı
olduğu için bu şekilde meydana geldiğini
kesinlikle biliriz.
Ne güzel hoşnutluk! Ne büyük mutluluk, en sonunda
Rabbine varmak üzere bizimle birlikte isteyerek, koşarak büyük
yolculuğa çıkan şu gezegen üzerindeki kısacık
yolculuğumuzda -o gün için- kalplerimizi saran ne büyük
bir güven duygusu!
Dost bir evren içinde yaşarken ruhlarımızı
ne güzel bir barış havası sarar. Rabbine isteyerek
teslim olmuş şu evrenle birlikte teslim olmak ne güzel
bir duygudur. O zaman adımlarımız evrenin
adımlarından ayrılmaz. O bize düşmanlık
etmez, biz de ona düşman gözü ile bakmayız. Çünkü
biz onun bir parçasıyız. Çünkü onunla birlikte aynı
amaca doğru yol alıyoruz.
"İkisi de "isteyerek geldik"
dediler.." "Böylece iki gün içinde yedi gök
varettik."
"Ve
her göğün görevini vahyetti."
Burada sözü edilen iki gün, yıldızların gaz
ve toz bulutlarından yaratıldıkları süre
olabilir. Veya yüce Allah'ın bildiği şekliyle göklerin
oluştuğu süre de olabilir. Her göğe işinin
bildirilmesi ise, Allah'ın yol göstericiliği ve
direktifi ile oralarda işlevini yerine getirecek evrensel
yasaların yürürlüğe konmasına işarettir. Ne
var ki burada sözkonusu edilen göğü belirlemek mümkün değildir.
Çok uzak bir nokta, bir derece gök olarak nitelendirilmiş
olabilir. Veya bir tek galaksi kastedilmiş olabilir.
Birbirlerinden farklı boyutlara sahip galaksiler gök
kelimesi ile nitelendirilmiş olabilirler. Veya gök
kelimesinin ifade ettiği bir çok şey arasında
herhangi bir cisim de kastedilmiş olabilir.
"Yakın göğü ışıklarla
donattık ve bozulmaktan koruduk."
Aynı şekilde dünya semasının da belli bir
anlamı yoktur. Bununla bize en yakın olan ve samanyolu
olarak bilinen, boyutları yüz milyar ışık
yılını bulan galaksi kastedilmiş olabilir.
Belki de onun dışında gök kelimesinin kapsamına
giren; içinde aydınlatıcı yıldızlar ve
gezegenler bulunan ve bizim için lamba işlevini gören başka
birşey kastedilmiştir.
"Ve onu koruduk."
Yani şeytanlardan koruduk. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in
başka yerlerinde bu anlamı destekleyen ifadeler
vardır. Ne var ki biz, şeytanlara ilişkin
ayrıntılı bilgi verme imkanına sahip
değiliz. Ancak Kur'an-ı Kerim'de yeralan bazı
kısa ifadeler vardır. Bunlar da bizim için yeterlidir.
"İşte bu bilen, güçlü olan Allah'ın
kanunudur."
Her şeye gücü yeten, her şeyden güçlü
olan, her şeyi bilen, gelir ve zenginlik kaynaklarından
haberdar olan yüce Allah'tan başkası bütün bunları
planlayabilir mi? Varlıklar aleminin düzenini O'ndan başkası
sağlayabilir mi? O'ndan başkası bütün varlıkları
yönetebilir mi?
AD VE SEMUD KAVMİNİN BAŞINA GELENLER
Bu dehşet verici evren içinde çıkılan
bu gezintiden sonra Allah'ın Rabblığını
inkar eden, O'na birtakım eşler koşan kafirlerin
tutumu ne olacak? Nasıl bir tavır takınacaklar? Gökyüzü
ve yeryüzü Rabb'lerine "isteyerek geldik" dedikleri
halde yeryüzünde dolaşan şu zayıf, şu
küçücük yaratık olan insan büyük bir küstahlıkla,
inatla Allah'ı inkar ediyor.
Bu küstahlığın, bu inadın
cezası ne olacaktır?