O |
Furkan
|
O |
|
30- Peygamber "Ya Rabbi, soydaşlarım bu
Kur'anı boykot ettiler. " dedi.
31- Ey Muhammed, biz böylece her Peygamberin karşısına
azılı günahkar bir düşman çıkardık.
Rabb'in senin için yeterli bir yol gösterici ve yardım
edicidir.
32- Kafirler "Kur'an, Muhammed'e bir defada topluca
indirilseydi ya" dediler. Oysa biz senin moralini güçlendirmek,
azmini pekiştirmek için onu böylesine bölüm bölüm
indirdik ve ağır ağır okuduk.
33- Müşrikler, ne zaman karşısına saçma
bir itirazla çıkarlarsa biz sana gerçeği ve en
susturucu açıklamayı sunarız.
34- O yüzüstü süründürülerek cehenneme atılacak
olanlar var ya, en kötü yer onların yeri ve en sapık
yol onların yoludur.
Müşrikler yüce Allah'ın Peygamberimize kendilerini
uyarsın, gözlerini açsın diye gönderdiği bu
Kur'anı boykot ettiler. Ona kulaklarını
tıkadılar. Çünkü bu kitabın onları kendine
çekeceğinden, kalplerinin onun etkisine karşı
direnemeyeceğinden korktular. Onu boykot ettiler. Şu
anlamda ki, onu inceleyip içerdiği gerçeği kavramaktan,
onun ışığında doğru yolu bulmaktan
kaçındılar. Onu boykot ettiler. Yani onu
hayatlarının anayasası yapmadılar. Oysa Kur'an,
bir hayat sistemi olmak üzére geldi, amacı hayatı en
doğru yola iletmekti. Okuyoruz:
"Peygamber `Ya Rabbi, soydaşlarım bu
Kur'anı boykot ettiler' dedi."
Hiç kuşkusuz yüce Allah, müşriklerin Kur'an'a
karşı takındıkları katı tutumu
biliyor. Fakat Peygamberimiz, bunu bile bile yüce Allah'a dert
yanıyor, sığınıyor. Elinden gelen her
şeyi yaptığına Allah'ı şahit tutuyor.
O elinden geleni yaptı, ama soydaşları bu Kur'an'a
ne kulak astılar ve ne de onun anlamı üzerinde kafa
yordular.
Bunun üzerine yüce Allah, Peygamberimizi teselli ediyor, ona
gönlünü rahatlatacak sözler söylüyor. Şöyle ki, bu
durum kendisinden önceki bütün peygamberlerin de başına
gelmiştir, ortada değişmez bir yasa vardır.
Her Peygamberin, kendilerine gelen doğru yol
kılavuzluğunu reddeden ve insanları Allah yolundan
alıkoyan azılı düşmanları olmuştur.
Fakat yüce Allah, her zaman peygamberlerini zafer yoluna iletmiş,
aşırı günahkar düşmanları
karşısında galip getirmiştir. Okuyoruz:
"Ey Muhammed, biz böylece bir peygamberin karşısına
azılı günahkar bir düşman çıkardık.
Rabb'in senin için yeterli bir yol gösterici ve yardım
edicidir."
Hiç kuşkusuz yüce Allah'ın her işinde engin
bir hikmet vardır. Neden derseniz, Peygamberlerin ve hak
davaların karşılarına düşmanların
dikilmesi ve bu düşmanların onlara savaş açmaları
davayı pekiştirir, onun özüne yaraşan bir
ciddiyet damgası ile damgalar. Dava adamlarının
yollarını kesmeye yeltenen azılı günahkarlarla
savaşmaları gerçi kendilerine sıkıntılar
yükler ve savundukları davaya da sekte vurur. Fakat bu
savaş, gerçek dava ile sahte davaları biribirinden
ayırır. Bu savaş, davanın gerçek taraftarlarını
ayıklayarak sahtekarları uzaklaştırır.
Savaş kızışınca davanın yanında
sadece sağlam ve samimi müminler kalır. Bunlar
kısa vadeli ganimet peşinde fırsatçılar
değillerdir. Tek amaçları davalarının
zaferidir, ve bu zaferin ardındaki asıl bekledikleri de
yüce Allah'ın hoşnutluğudur.
Eğer davalar kolay ve sıkıntısız
olsalardı, hep gül döşeli düz yollar boyunca
ilerleselerdi, karşılarına düşmanlar ve
muhalifler dikilmeseydi, önlerine yalanlayıcılar ve
inatçı karşıtlar çıkmasaydı, o zaman
herkesin dava adamı olması kolay olurdu, o takdirde gerçek
dava ile batıl davalar biribirine karışır,
bunun sonucunda belirsizlik ve kargaşa meydana gelirdi.
Fakat davaların karşısına düşmanların
dikilmesi, bu davaların zaferi uğruna
savaşmayı kaçınılmaz kılar. O zaman da
acılar ve fedakarlıklar davaların yol
azığı olurlar. Gerçek ciddi ve inanmış
dava adamlarından başka hiç kimseler böylesine zor
günlerde savaşmazlar, mücadele etmezler, acılara ve
fedakarlıklara katlanmazlar. Böyle zor günlerin dostları
davalarını rahata,. şahsi çıkarlara, dünya
hayatına ilişkin amaçlara, hatta hayatın ,
kendisine tercih eden kimselerdir. Bu yiğit müminler davalarının
gerektirdiği durumlarda davaları uğruna can
vermekten bile çekinmezler. Bu acı savaşın
sıkıntılarına ancak hamuru en pişkin
olanlar, imanı en güçlü olanlar, yüce Allah'ın
vereceği ödüle en fazla göz dikenler ve insanlar eli ile
gelecek çıkarları en çok küçümseyenler
katlanabilirler.
Bu savaş kızıştıkça hak dava ile batıl
davalar biribirinden ayrılır, saflar
berraklaşır, kimlerin güçlü, kimlerin zayıf
oldukları açığa çıkar. İşte o
zaman hak dava, girdiği sınavı başarı ile
geride bırakan, inancının faturasını gözünü
kırpmadan ödeyen kararlı taraftarlarının
omuzlarında yoluna devam eder. Bu kimseler zaferin
getireceği yükümlülükleri ve sorumlulukları
üstleneceklerine güvenilebilecek kimselerdir. Onlar bu zaferin
pahalı faturasını ödeyerek onu kazanmışlar,
sadık ve fedakar kişiler olarak, zafere giden yolun en
ağır çilelerine göğüs germişlerdir. Geçirdikleri
deneyler ve katlandıkları çileler, davalarını
dikenler ve kayalıklar arasından nasıl
ilerleteceklerini kendilerine öğretmiştir.
Baskılar ve .korkular, tüm enerjilerini ve güçlerini
bilemiştir. Güç stokları artmış, bilgi
birikimleri gelişmiştir. Bütün bu avantajlar kıvançta
ve tasada, sancağını ellerinde
taşıdıkları davaları hesabına hazine
değerinde birer birikimdir.
Genellikle halk çoğunlukları, azılı günahkarlar
ile;dava adamları arasındaki savaşta tarafsız
ve ilgisiz kalırlar. Fakat dava adamlarının
safında acılar ve fedakarlıklar birikimi
kabardıkça, buna rağmen dava adamları inançlarına
bağlılıklarından hiç bir şey
kaybetmeksizin yollarına devam ettikçe o zamana kadar bu
kavgayı uzaktan seyreden halk yığınları
şöyle demeye başlarlar: "Çektikleri bunca acılara,
katlandıkları bunca fedakarlıklara rağmen bu
adamları davalarına bağlı tutan güç nedir?
Her halde savundukları dava feda ettikleri değerlerden
daha üstün, daha pahalı bir değer
taşımaktadır. Böyle demeseler bile kafalarında
buna yakın düşünceler doğar. İşte o
zaman bu seyirci yığınlar, bu davaya yönelirler.
Bağlılarının gözünde hayatın bütün
amaçlarına, hatta hayatın kendisine karşı
baskın çıkan bu üstün değeri tanımaya, ne
olduğunu anlamaya çalışırlar. İşte
o zaman kalabalıklar uzun bir seyircilik döneminden sonra akın
akın bu inanç sisteminin saflarına katılmaya
koşarlar.
Bütün bu gerekçelerledir ki, yüce Allah her peygamberin karşısına
azılı günahkar bir düşmanın dikilmesine
meydan vermiştir, günahkarların hak davanın
karşısına çıkmalarına izin
vermiştir. Çünkü o zaman hak davanın
savunucuları, günahkarlarla savaşa tutuşacaklar,
başlarına ne gelirse gelsin yollarına devam
edeceklerdir. Bu kavganın sonucu çok önceden, planlanmıştır,
bellidir, yüce Allah'a güvenenler bu sonucun ne olduğu
konusunda hiç bir zaman kuşkuya düşmezler. Bu
eğri-doğru kavgasının sonucu hakkı bulmak
ve hak uğruna zafere ermektir.
Okuyoruz:
"Rabb'in senin içir yeterli bir yol gösterici ve yardım
edicidir."
Öteyandan azılı günahkarın, peygamberlerin
yolu üzerine dikilmeleri son derece doğaldır. Çünkü
hakka ilişkin çağrının gelişi rastgele
değildir, o tam zamanında ortaya çıkar, her hangi
bir toplumda ya da tüm insanlığın
yaşayışında beliren bunalımı,
kargaşayı gidermek için meydana çıkar. Kalplerde,
rejimlerde ve kurumlarda başgösteren yozlaşmayı
tedavi etmeyi amaçlar. Bu kargaşanın, bu
yozlaşmanın, bu bunalımın arkasında
işte o azılı günahkarlar vardır. Onlar bu
sosyal ve ruhi hastalıkları bir yandan
geliştirirler, öte yandan da koz olarak kullanırlar.
Karakterleri bu bozuk düzenden hoşlanır,
ihtirasları kirli hava soluyarak yaşamayı sürdürür,
varlıklarını borçlu oldukları sahte
değer yargıları böylesine bunalımlı
ortamlarda ancak ayakta durabilir.
Bu yüzden bu azılı günahkarların,
Peygamberlerin karşılarına dikilerek
varlıklarını ve nefes alıp verebilmeleri için
gerekli olan bu pis havanın sürekliliğini
savunmaları son derece doğaldır. Bilindiği
gibi bazı böcekler iç acıcı gül kokularından
boğulurlar, ancak pislikler içinde yaşayabilirler.
Bazı kurtçuklar temiz akarsulara düşünce ölürler,
ancak bataklıklardaki pis su birikintileri içinde yaşayabilirler.
İşte günahkarlar da tıpkı böyledirler.
İşte bundan dolayı bu azılı günahkarların
hak çağrısına düşman olmaları, onunla
ölüm-kalım savaşına girişmeleri son derece
doğaldır. En sonunda hak davanın zafere
ulaşması da en az o kadar doğaldır. Çünkü
bu dava hayatın doğal çizgisine paralel bir yol izliyor;
bu dava, yüce Allah ile ilişki kurduğu yüce ve aydınlık
ufka yöneliktir ve ancak o ufkun dolaylarında yüce Allah'ın
kendisi için`belirlediği olgunluğa, yetkinliğe
erebilir. Tekrarlıyoruz:
"Rabb'in senin için yeterli bir yol gösterici ve yardım
edicidir."
Daha sonra bu azılı günahkarların
Kur'an'ın çağrısına karşı dile
getirdikleri saçma görüşmelere değiniliyor ve bu görüşlere
cevap veriliyor. Okuyalım:
"Kafirler `Kur'an, Muhammed'e bir defada topluca
indirilseydi ya' dediler. Oysa biz senin moralini güçlendirmek,
azmini pekiştirmek için onu böylesine bölüm bölüm
indirdik ve ağır ağır okuduk."
Bu Kur'an, yeni bir ümmet yetiştirmek, yeni bir toplum
oluşturmak ve yeni bir düzen kurmak için geldi. Eğitim
ise önce zamanı, sonra söz yolu ile meydana getirilecek
etki ve tepkiyi, son olarak bu sözel etki ve tepkiyi pratik
hayata yansıtacak somut hareketleri gerektiren bir süreçtir.
İnsan psikolojisi, bir kitabı okumakla akşamdan
sabaha şipşak değişmez. Bu kitap istediği
kadar mükemmel, geniş kapsamlı ve yeni bir sistem içermiş
olsun. İnsandan beklenebilecek reaksiyon günden güne bu
yeni sistemin belli bir tarafının etkisi altına
girmek, adım adım onun merdiveninin
basamaklarını çıkmak, önerdiği yükümlülükleri
üstlenmeye aşama aşama alışmaktadır. Bu
takdirde insan yeni sistemden ürküp kaçmaz. Bu sistemin bir
porsiyonunu yiyip besinini aldığı her gün, ertesi
gününün porsiyonunu yiyip beslenmesini geliştirmeye daha
hazırlıklı hale gelir, böylece gün geçtikçe onu
iştahı daha çok çeker, lezzetini damağında
daha kuvvetli olarak hisseder. Buna karşılık
eğer yeni sistem, bir anda insanın omuzlarına yüklenirse
bu yük ona ağır, taşınmaz ve katlanılmaz
gelir.
Kur'an-ı Kerim, hayatın her alamı kapsayan
eksiksiz yöntemleri ve uygulama programları getirdi. Bunun
yanısıra insan fıtratı ile uyumlu ve bu
insanın yaratıcısının bilgisine dayanan
eğitim programları, uygulama yöntemleri de getirdi. Bu
yüzden bu kitap müslüman toplumun somut ve canlı ihtiyaçlarına
cevap vermek üzere geldi, o toplumun doğuşuna ve
gelişmesine ayak uydurdu; bu ilahi eğitim sisteminin
ışığı altında ilerleyen bu toplumun
günden güne gelişen yeteneklerine paralel bir iniş
çizgisi izledi.
Başka bir deyimle Kur'an bir eğitim programı,
bir pratik hayat sistemi olmak üzere geldi. Yoksa sırf
entellektüel bir haz duymak, sırf bilgi edinmek için okunan
bir kültür eseri olmak için gelmedi. O harfi harfine, kelimesi
kelimesine, bütün hükümleri ile uygulanmak üzere geldi.
Ayetleri "gündelik emirler listesi" olmak üzere geldi.
Müslümanlar bu emirleri anında, sıcağı
sıcağına alarak hemen gereklerini yerine
getireceklerdi. Tıpkı bir askerin karargahında, ya
da savaş alanında aldığı gündelik "savaş
direktifleri" gibi. Üstelik müslüman bu emirleri içine
sindirecek, onları kavrayacak ve uygulamaya can atacak,
onların içeriği uyarınca yeniden yapılanacak
kişiliğin de onların damgasını
taşıyacaktır.
Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim, her konuya ilişkin
ayrıntılı açıklamalarla inmiştir. Yöntemine
ilişkin öncelikli, ilk açıklaması Peygamberimizin
kalbine yöneliktir, O'nu çetin yolculuğu boyunca
desteklemeyi, bu yolculuğun her aşamasını bölüm
bölüm, hüküm hüküm onunla birlikte aşmayı amaçlar.
Okuyoruz:
"Oysa biz senin moralini güçlendirmek ve azmini pekiştirmek
için onu böylesine bölüm bölüm indirdik ve ağır
ağır okuduk."
Buradaki "ağır ağır
okuma"nın anlamı, yüce Allah'ın hikmeti,
insanların kalplerinin ihtiyaçlarına ve kabul etmeye dönük
yeteneklerine ilişkin bilgisi uyarınca izlenen sürekli
ve aşamalı iniş sürecidir.
Kur'an-ı Kerim, bu yöntemi sayesinde insan vicdanını
değiştirme alanında olağanüstü başarılar
kazanmıştır. Kur'anın mesajını parça
parça, fakat sürekli akan bir suyu yudumlar gibi algılayan
vicdanlar günden güne artan bir ivme ile ondan etkilenmişler;
aşama aşama onun damgasını kişiliklerine
basmışlardır.
Fakat zamanla müslümanlar Kur'anın bu pratiğe dönük,
aşamalı eğitim yöntemini gözardı
etmişlerdir. Bu kutsal kitabı sırf bir kültür
geliştirme kaynağı, ya da yanık seslerle
okunan bir "ibadet rehberi" saymaya yönelmişlerdir.
Onu bir eğitim programı, kişiliği
değiştirip biçimlendirme kılavuzu, eyleme ve
uygulamaya yön verecek bir hayat sistemi olarak kabul etme
bilincinden uzaklaşmışlardır. Bu
yanılgıya düşünce artık Kur'an'dan
yararlanamaz olmuşlardır. Çünkü bu kutsal kitabın
her şeyi bilen ve her şeyden Haberdar olan yüce Allah
tarafından belirlenen yönteminden sapmışlardır.
Okuduğumuz ayetlerin akışında
Peygamberimize moral verilmeye, gönlüne güven duygusu aşılanmaya
devam ediliyor. Müşrikler önüne ne zaman yeni bir tartışma
kapısı açarlarsa, ne zaman karşısına
yeni bir itirazla dikilirlerse en susturucu delille
destekleneceği, karşısındakilerin sözde
önerilerinin çürütüleceği belirtiliyor. Okuyalım:
"Müşrikler ne zaman karşısına saçma
bir itirazla çıkarlarsa biz sana gerçeği ve en
susturucu açıklamayı sunarız."
Müşrikler, tartışmalarında batıl,
çürük delillere dayanırlar. Oysa yüce Allah, onların
batıl, eğri delillerine gerçek deliller ile karşılık
verir ve onların saçma önerilerine öldürücü darbe
indirir. Kur'an-ı Kerim'in asıl amacı gerçeği
açıklığa kavuşturmaktır, yoksa sırf
tartışmayı kazanmak, eğrilik
yanlılarını yenilgiye uğratmak değildir.
Çünkü gerçek, özü itibarı ile güçlüdür, belirgindir,
batıldan ayırd edilmesi 'zor değildir.
Yüce Allah, Peygamberimize, soydaşları ile
arasında çıkacak her tartışmada yardım
edeceğini vadediyor. Çünkü o hakkı savunuyor ve yüce
Allah, kendisini batılın tozunu dumana katan hakla
destekliyor. Buna göre müşriklerin tartışmalar, yüce
Allah'ın yetkin delilleri karşısında hiç
ayakta durabilir mi? Onların batıl davaları, yüce
Allah tarafından indirilen hakkın ezici gücü önünde
dayanabilir mi?
Bu gezinti müşriklere ilişkin başka bir
Kıyamet sahnesi ile noktalanıyor. Bu sahnede müşrikler
yüzüstü süründürülerek cehenneme sevkedilirler. Bu ceza,
onların hakka karşı baş
kaldırmalarına, sonuçsuz tartışmalarında
tersine çevrilmiş kriterler ve mantık önermeleri
kullanmalarına uygun düşen bir
karşılıktır. Okuyoruz:
"O yüzüstü süründürülerek cehenneme atılacak
olanlar var ya, en kötü yer onların yeri ve en sapık
yol onların yoludur."
"Yüzüstü süründürülme" eyleminde aşağılanmak,
horlanmak, hakarete uğratılmak ve tersine çevrilmek
vardır. Bu uygulama, müşriklerin böbürlenmelerinin,
büyüklük taslamalarının ve gerçeğe sırt
çevirmelerinin karşılığıdır. Yüce
Allah, bu sahneyi Peygamberimizin gözleri önüne sermekle
kendisini müşriklerden çektiği
sıkıntılar karşısında teselli ediyor.
Ayni sahneyi müşriklerin gözleri önüne sermenin âmacı
ise onları acı gelecekleri konusunda uyarmaktır. Bu
sahnenin sırf gözler önüne serilişi bile onların
kof gururunu sarsıcı, inatlarını
kırıcı ve tüylerini ürpertici bir niteliğe
sahiptir. Gerçekten bu korkutucu uyarılar onları bir süre
için yıldırıyor. Fakat bir süre sonra bu sarsıntının
etkisinden sıyrılarak toparlanıyorlar ve eski inatçı
tutumlarını devam ettiriyorlardı.
Sonra surenin akışı onları Allah'ın
ayetlerini yalanlayan geçmiş milletlerin harap olmuş
yurtlarında bir gezintiye çıkarıyor:
|
|
O |
|
O |
|