21- Bizimle karşılaşacaklarını
beklemeyenler "bize melekler gönderilmeli değil miydi,
ya da doğrudan doğruya Rabb'imizi görmeli değil
miydik " dediler. Onlar büyüklük kompleksine kapılarak
azgınlıkta son derece ileri gitmişlerdir.
22- Melekleri görecekleri gün var ya, o gün o günahkarlara
müjdeli bir haber verilecek değildir. Melekler onlara "Sizler
aftan ve cennetten mahrumsunuz" derler.
23- Onların yapmış olduklarını ele
alarak onları havada uçuşan toza dönüştürürüz.
24- O gün cennetlikler en iyi yerlerde oturacaklar, en güzel
şekilde dinleneceklerdir.
25- O gün gök parçalanarak beyaz bulut kümelerine dönüşür
ve melekler bölük bölük inerler.
26- Gerçek egemenliğin, Rahman olan Allah'ın
tekelinde olacağı o gün kafirler için çetin bir gün
olacaktır.
27- O gün her zalim öfkesinden parmaklarını
ısırarak şöyle der; "Keşki Peygamber'in
yoldaşı olsaydım. "
28- "Eyvah, keşki falancayı dost edinmeseydim!"
29- "Bana Kur'anın mesajı geldikten sonra o beni
Allah'ı anmaktan alıkoydu. Zaten şeytan,
insanı ayarttıktan sonra yüzüstü bırakır.
"
Müşrikler Yüce Allah ile karşılaşacaklarını
"beklemezler." Yani bu karşılaşmaya
hazırlıklı değildirler, onu hesaba katmazlar,
hayatlarını ve davranışlarını bu
olguya göre düzenlemezler. Bu yüzden yüce Allah'tan
çekinmezler, ürkmezler, kalplerinde O'nu yücelten bir bilincin
izine rastlanmaz. Bu umursamazlığın sonucu olarak
her türlü ileri-geri sözü rahatlıkla söylerler, yüce
Allah ile karşılaşacağının
bilincinde olanların akıllarının ucundan geçmeyecek
saygısız düşünceleri hiç çekinmeden dile
getirirler. Okuyoruz:
"Bizimle karşılaşacaklarını
beklemeyenler `Bize melekler gönderilmeli değil miydi, ya da
Rabbimizi doğrudan doğruya görmeli değil miydik'
derler."
Bu adamlar Peygamberin "insan" kökenli oluşunu
yadırgıyorlardı. Benimsemeye çağırdıkları
ilkelere inanabilmeleri için kendilerine ya Peygamberin
peygamberliğini onaylayacak meleklerin inmesini ya da
doğrudan doğruya yüce Allah'ı görebilmeyi
istiyorlardı. Bu istek yüce Allah'a yöneltilmiş bir küstahlıktı.
Ancak yüce Allah'ın yüceliğini kalplerinde hissetmeyen,
O'nun ululuğunu gerektiği gibi değerlendiremeyen,
saygısız cahiller bu tür saçmalıklar
geveleyebilir, böylesine ileri-geri sözler söyleyebilirlerdi.
Yoksa yüce Allah'ın ululuğu, ezici idaresi ve
ölçüler-üstü büyüklüğü yanında onlar kim
oluyorlardı? Onlar yüce Allah'ın engin mülkü ve sayıya
gelmez yaratıkları içinde küçücük bir toz parçasından
başka ne idiler ki? Onlara düşen tek şey yüce
Allah'a bağlanmak, bu "iman"
aracılığı ile O'nun katında değer
aramaktı. Bu yüzden bu ayet noktalanmadan kendilerine
hakkettikleri cevap yetiştiriliyor. Bu cevapta
takındıkları küstahça tavrın nereden
kaynaklandığı açığa vuruluyor. Okuyoruz:
"Onlar büyüklük kompleksine kapılarak
azgınlıkta son derece ileri gitmişlerdir."
Bu şaşkınlar kendilerini dev aynasında görmüşler.
Bu yüzden büyüklük taslayarak azgınlığın
doruğuna çıkmışlardır. Kendilerine yönelik
aşırı "bencil" değerlendirme
yanılgısından ötürü gerçek değerleri
bilememişler, onlara layık oldukları önemi
verememişlerdir. Sırf kendilerini görmüşler, bu
yanıltıcı egoizm kompleksi gözlerinde büyümüş,
şişmiş, bakışlarını kör etmiştir.
Bu yüzden şu koca evrende o kadar önemli bir varlık
olduklarını sanmışlar ki, iman etmeleri ve gerçekleri
onaylamaları için yüce Allah'ın kendilerine
doğrudan doğruya görünmesini istemeye hakları
olduğu sanısına kapılmışlardır!
Arkasından bu şaşkınlarla gerçekten ve
ciddi biçimde alay ediliyor. Çünkü melekleri görecekleri
günün dehşeti kendilerine haber veriliyor. Bilindiği
gibi melekleri görmek, iki küstahça isteklerinin göreceli
olarak daha az küstahça olanı idi. Onlara verilen bilgiye göre
melekleri, ancak korkunç ve dehşet dolu bir günde
görebileceklerdi. O gün kendilerini katlanamayacakları ve
kurtulamayacakları bir azap bekleyecekti. O gün, hesaplaşma
ve ceza biçme günü olacaktı. Okuyalım:
"Melekleri görecekleri gün var ya, o gün günahkarlara
müjdeli bir haber verilecek değildir. Melekler onlara `sizler
aftan ve cennetten mahrumsunuz' derler. Onların
yapmış olduklarını ele alarak onları
havada uçuşan toza dönüştürürüz."
Şimdi yaptıkları önerinin gerçekleşeceği
gün, yani
"melekleri
görecekleri gün", o
gün günahkarlara herhangi bir sevindirici haber değil, azap
haberi verilecektir. Aman Allah'ım, onların dünyadaki
basmakalıp deyimlerine ne acı bir cevap verilecektir.
Onlara "sizler
aftan ve cennetten mahrumsunuz" denecektir.
Bu sözün bir benzeri, onların' dünyadayken kullandıkları
basmakalıp bir deyimdi. Bu
deyim kötülükten
ve düşmanlardan kaçınma dileğini açığa
vururdu, onlar düşmanlarından uzak kalmayı,
onların zararlarından sakınmayı istedikleri
zaman bu sözü söylerlerdi. Fakat bu sözü söyledikleri
günler nerede, şimdi yüzyüze geldikleri dehşet nerede!
Ayrıca yapacakları dua da onları kurtaramaz, çarpılacakları
azabı başlarından savamaz. Okuyoruz:
"Onların yapmış olduklarını ele
alarak onları havada uçuşan toza dönüştürürüz."
İşte böylece, her şey bir anda olup bitiyor.
Kuranın hayalde canlandırma ve somutlaştırma
uslubu uyarınca insan hayalı "amalleri ele alma"
ve "ufalayıp havaya saçma" eylemlerini ardarda
izliyor. Bir de bakıyorsunuz ki, bu müşriklerin dünya
hayatları sırasında işledikleri iyilikler
havada uçuşan birer toz
kırıntısıdır. Çünkü bu iyiliklerin
temeli iman değildi. İman olacak ki, kalp yüce Allah'a
bağlanacak. İman olacak ki, "iyi işler"
belirlenmiş bir program ve amaçlanan bir yaşama biçimi
olacak. Yoksa bu iyi işler, amaçsız rastlantılar,
geçici iç eğilimler, saman alevi gibi çabucak parlayıp
sönen amaçsız ve kısa ömürlü hevesler olurlar. Bir
programla bütünleşmemiş tek bir
davranışın, belli amaçlı bir zincirin
halkası olmayan kopuk bir hareketin hiç bir değeri
yoktur.
İslama göre insanın varlığı,
hayatı ve davranışları tümü ile şu
evrenin özü ile, bu evrende egemen olan yasalar bütünü ile
ilişkilidir. İnsanın kendisi ve
davranışları da dahil olmak üzere bunların
hepsi de yüce Allah'a bağlıdır. Buna göre hayatı
ile kendisini evrenle bütünleştiren bu ana eksenden kopunca
kaybolmuşluğun hiçliğin boşluğuna
yuvarlanır. Artık ne önemi kalır ne de değeri.
İşlediği amellerinin de değeri ve
karşılığı olmaz. Hatta bu amellerin
varlığı ve kalıcılığı da
bulunmaz.
İman, insanı Rabbine bağlayan biricik
bağdır. İnsanın davranışlarına
değer ve önem kazandıran, insanın kendisine
şu evren bütünü içinde yer sağlayan bu
bağdır.
İşte bu yüzden sözkonusu müşriklerin amelleri
anlatıldığı biçimde yok olur. Kur'an-ı
Kerim, bu kesin yokoluşu hayalimizde canlanan, son derece
somut bir şekilde tasvir ediyor. Tekrarlıyoruz:
"Onların yapmış olduklarını ele
alarak onları havada uçuşan toza dönüştürürüz."
Bu noktada dikkatlerimiz öbür tarafa çevriliyor. Orada
cennetin yerlileri olan müminler ile göz göze geliyoruz.
Böylece sahneler arasındaki paralellik, simetri gerçekleşmiş
oluyor. Okuyalım:
"O gün cennetlikler en iyi yerlerde oturacaklar, en
güzel şekilde dinleneceklerdir."
Burada cennetlikler yerleşmiş olarak, huzur içinde
ve serin gölgelikler altında dinlenirken tasvir ediliyorlar.
Cennetliklerdeki bu "istikrar" cehennemliklerdeki havada
dağılan tozların "uçarı"lığının
ve "huzur" da insana küçük dilini yutturan sürekli
"endişe"nin karşıtıdır.
Kafirler, yüce Allah'ın ve meleklerin bulut
katmanları arasından süzülerek yanlarına
gelmelerini öneriyorlardı. Bu önerilerde yahudi masallarının
izlerini bulmak mümkündür. Bu masalların tasvirlerine göre
yahudilerin "ilah"ı kendilerine bulutlar
arasında yada bir ateş sütunu içinde görülüyordu!
Bu noktada dikkatlerimiz başka bir sahneye çevriliyor. Bu
sahne, müşriklerin meleklerin yanlarına inmelerine
ilişkin önerilerinin gerçekleşeceği gün somutluk
kazanacak olan bir sahnedir. Okuyoruz:
"O gün gök parçalanarak beyaz bulut kümelerine dönüşür
ve melekler bölük bölük inerler.
Gerçek egemenliğin, Rahman olan Allah'ın tekelinde
olacağı o gün kafirler için çetin bir gün olacaktır."
Bu ayette, Kur'andâ yeralan çok sayıdaki benzerlerinde
olduğu gibi "o gün" meydana gelecekleri belirtilen
büyük kozmik olaylar anlatılıyor. Bu olaylar görünür
evrenin parçalarını, burçlarını,
galaksilerini, gezegenlerini ve yıldızlarını
birarada tutan düzenin bozulacağını; bu kozmik
varlıkların yapılarının, biçimlerinin ve
bağlantılarının alt-üst olacağını
haber verirler. Bu çarpıcı gelişmeler, şu
"alem"in sonu olacaktır. Bu başdöndürücü
değişmeler sadece yeryüzünde görülmeyecek, yıldızları,
gezegenleri ve galaksileri de etki alanları içine alacaklardır.
Çeşitli surelerde yeralan ilgili ayetleri okuyarak bu
başdöndürücü "değişim"in görüntülerini
gözlerimizin önüne getirmemiz yerinde olur. Şimdi bu seçme
ayetleri birlikte okuyoruz:
"Güneş, sönüp büzüldüğü zaman"
"Yıldızlar kararıp parçalandığı
zaman"
"Dağlar yürütüldüğü zaman"
"Doğurmak üzere olan gebe develer başıboş
bırakıldığı zaman"
"Vahşi hayvanlar biraraya getirildiği
zaman"
"Denizler kabardığı zaman" (Tekvir
Suresi, 1-6)
"Gök yarıldığı zaman."
"Yıldızlar parçalanıp
dağıldığı zaman"
"Denizler kabarıp taştığı
zaman"
"Mezarlar deşildiği zaman." (İnfitar
Suresi, 1-4)
"Gök yarıldığı ve
yaratılışı uyarınca Rabbine boyun
eğdiği zaman."
"Yeryüzü genleştiği, içindeki her şeyi
dışarıya atıp boşaldığı ve
yaratılışı uyarınca Rabbine boyun
eğdiği zaman." (İnşikak Suresi, 1-5)
"Gök yarılıp da erimiş yağ gibi
sıvılaştığı zaman. " (Rahman
Suresi, 37)
"Yeryüzü şiddetli bir sarsıntıya
tutulduğu, dağlar, parçalanıp havada uçuşan
toz bulutlarına dönüştüğü zaman" (Vakıa
Suresi, 4-6)
"Sura ilk kez üflenince, dünya ve dağlar
yerlerinden oynatılarak biribirine çarpılınca.
İşte o zaman beklenen olay olmuştur. Gök yarılmıştır,
o gün O dengesini yitirmiştir. " (Hakka Suresi, 13-164)
"O gün gök erimiş madene dönüşür. Dağlarda
atılmış pamuk gibi olur. " (Mearic Suresi,
8-9) "Yer, o müthiş sarsıntı ile
sarsıldığı ve bağrında
taşıdığı yükleri dışarıya
attığı zaman." (Zilzal Suresi, 1-2)
"O gün insanlar ateş çevresinde çırpınıp
öbek öbek dökülen pervane kümeleri gibi olurlar. Dağlar
da atılmış renkli yün gibi olurlar." (Karia
Suresi 4-5)
"Ey Muhammed, göğün koyu bir duman salarak insanları
kuşattığı günü bekle. Bu acı bir
azaptır. " (Duhan Suresi 10-11)
"O gün yer ve dağlar sarsılır; dağlar
gevşek kum tepelerine dönüşürler." (Müzemmil
Suresi, 14)
"Gök, o günün dehşeti ile parçalanır."
(Müzemmil Suresi, 18)
"Yer parçalanıp parçaları biribirine çarptığı
zaman." (Fecr Suresi, 7-9)
"Göz kamaştığı, ay
karardığı ve güneş ile ay
birleştiği zaman." (Kıyamet Suresi, 7-9)
"Yıldızların ışığı söndüğü,
gök yarıldığı ve dağlar pamuk gibi
atıldığı zaman." (Murselât Suresi, 8-10)
"Ey Muhammed, sana dağlara ilişkin soru
sorarlar. De ki; `Rabb'in onları ufalayıp havada
savurur. Yerlerini dümdüz ve çırılçıplak bir
alana dönüştür
ür.
O alanda hiç bir engebe, hiç bir tümsek göremezsin."
(Taha Suresi, 105-107)
"Sen dağları görünce onların yerlerinden
hiç kımıldamadıklarını
sanırsın. Oysa onlar bulutlar gibi hareket
ederler." (Neml Suresi, 88)
"O gün dağları yerlerinden söküp
yürütürüz de sen yeryüzünü çıplak ve dümdüz
görürsün. " (Kehf Suresi 47)
"O gün yer, başka bir yere ve gökler de başka
göklere dönüştürülürler." (İbrahim Suresi,
48) "O gün göğü yazılı sayfaların dürüldüğü
gibi düreriz." (Enbiya Suresi, 104)
Bütün bu ayetler bize evrenimizin sonunun
"korkunç" olacağını bildiriyor. Yer
sarsıntıya tutulup parçalanacak ve parçaları içiçe
geçecek, dağlar param parça olacak. Denizler kabarıp
taşacak. Bu "taşma" ya sıkışma
sonucunda suların çoğalması ile ya da suyun
atomlara ayrılarak ateşe dönüşmesi ile olacak.
Bu arada yıldızlar kararıp sönecek, gök yarılıp
parçalanacak, gezegenler parçalanıp boşluğa
dağılacak. Gök cisimleri arasındaki
uzaklıkların dengesi bozularak, bunun sonucu olarak güneş
ile ay birleşecek; gök, bir keresinde "duman" gibi
görünecek başka bir keresinde ise kıpkızıl
ateşe dönüşecektir. Daha bunlara benzer bir çok
evrensel dehşet sahnesi yaşanacaktır.
Bu surede ise yüce Allah, müşrikleri göğün
parçalanıp beyaz bulut kümelerine dönüşeceği
olgusu ile korkutuyor. Bu bulutlar, o günkü korkunç patlamaların
buharlarından oluşmuş buğu katmanları
olabilirler. O gün melekler, kafirlerin yanına inerler, böylece
bir bakıma dünyadaki önerileri gerçekleştirilmiş
olur. Ne var ki, bu iniş, Peygamber'in söylediklerini
onaylamak için değil, Rabb'lerinin bu kafirlere yönelik
azabını uygulamak içindir. Bu yüzden:
"O gün kafirler için çetin bir gün olacaktır."
Çünkü o günün onlar için bir çok korkunç sahneleri ve
türlü türlü azapları vardır. Peki, durum böyleyken
bu şaşkınlar hangi akla hizmet ederek
yanlarına meleklerin inmesini öneriyorlar? Meleklerin yanlarına
ancak böylesine zor bir günde ineceklerini hiç düşünmüyorlar
mı?
Arkasından o günün bir başka sahnesi sunuluyor. Bu
sahne sapık zalimlerin pişmanlıklarını
canlandırıyor. Sahnenin sunuluşu uzun sürüyor,
filmin geçişi
ağırlaştırılıyor. Öyle ki, okuyucu
bu sahnenin hiç bitmeyeceğini, sonunun gelmeyeceğini
sanıyor. Seyrettiğimiz görüntü pişmanlığın,
hayıflanmanın, yazıklanmanın somut bir
belirtisi olarâk parmaklarını ısıran zalimin
görüntüsüdür. Okuyalım:
"O gün her zalim, öfkesinden, parmaklarını
ısırarak şöyle der; `Keşki Peygamberin
yoldaşı olsaydım.
Eyvah, keşki falancayı dost edinmeseydim.
Bana Kur'anın mesajı geldikten sonra o beni
Allah'ı anlamaktan alıkoydu. Zaten şeytan,
insanı ayarttıktan sonra yüzüstü bırakır."
Zavallının çevresindeki her şey susuyor.
Duyulan tek ses, onun yanık sesi, onun hayıflanan
iniltileridir. Feryadının uzun havalı melodisi, bu
pişmanlık sahnesini uzatıyor ve etkisine derinlik
kazandırıyor. Öyle ki, bu ayetlerin okuyucusu da
dinleyicisi de sanki bu pişmanlığa, bu
hayıflanmaya; bu yazıklanmaya katılır gibi
olmaktadırlar.
Evet
"O gün
her zalim öfkesinden parmaklarını
ısırır."
Ona ısırmak için tek elin parmakları yetmiyor;
bir o elin parmaklarını bir bu elin
parmaklarını ısırıyor, ya da her iki
elinin parmaklarını birlikte ısırıyor.
Parmak ısırmakta somutlaşan
pişmanlığının ateşi o kadar yüksektir.
"Öfkeden parmak ısırmak" bilinen bir
harekettir. Burada psikolojik bir durumu sembolize etmekte, onu
somut bir ifadeye kavuşturmaktadır. Devam ediyoruz:
"Keşki Peygamber'in yoldaşı olsaydım'
der."
Keşki Peygamber'in yolunu izleseydim, O'ndan
ayrılmasaydım, O'nun peşini
bırakmasaydım! Adam bu sözleri kim için söylüyor?
Kim için olacak. Peygamberliğini inkar ettiği, Allah
tarafından peygamber olarak gönderildiğini bir
türlü içine sindiremediği Peygamber'imiz için
söylüyor! Devam edelim:
"Eyvah, keşki falancayı dost edinmeseydim."
Adam "falancayı" diyor, belirsizlik
yansıtan bir ifade kullanıyor. Amaç, Peygamber'in
yolundan alıkoyan, yüce Allah'ı anmaktan
uzaklaştıran bütün dostları ve
arkadaşları akla getirmemizi sağlamaktır.
(Bize ulaşan bazı bilgilere göre bu ayetlerin iniş
sebebi şudur: Müşriklerin Ukbe b. Ebu Muıt,
Peygamberimiz ile sık sık görüşür, sohbet
ederdi. Adam, bir gün Peygamberimizi evine çağırmıştı.
Peygamberimiz, ona Kelime-i şahadet getirmedikçe yemeğini
yemeyeceğini söyledi. Bunun üzerine adam Kelime-i
Şahadet getirdi.
Adamın arkadaşı olan Ubeyy b. Halef onu
paylayarak "Sen dininden mi döndün?" dedi. Adam dedi
ki; "Vallahi hayır, dinimden dönmedim; Muhammed konuğumdu
ve yemeğimi yemek istemiyordu, ondan utandığım
için isteği üzerine Kelime-i Şahadet getirdim."
Bunun üzerine Ubeyy, adama "Hayır, Muhammed'in
yanına varıp başını çiğnemedikçe
ve yüzüne tükürmedikçe seninle aramız düzelmez"
dedi. Adam da Darünnedve'ye vardı, orada Peygamberimizi
secdeye varmış durumda yakaladı ve Ubeyy'in
kendisinden istediklerini yaptı.
Bunun üzerine Peygamberimiz, adama "Eğer seninle
Mekke dışında karşılaşırsam
kesinlikle kafanı kılıcımla uçuracağım"
dedi. Bir süre sonra Bedir Savaşı sırasında
Peygamberimizin emri üzerine Hz. Ali, adamı öldürdü.)
Devam ediyoruz:
"Bana Kur'anın mesajı geldikten sonra O beni
Allah'ı anmaktan alıkoydu." Buna göre o insanı
yoldan çıkaran şeytanın kendisi idi, ya da
şeytanın çömezi idi. Devam edelim:
"Zaten şeytan, insanı ayarttıktan sonra yüzüstü
bırakır."
Şeytan insanı perişanlıklara sürükler.
Ciddi dostluğun gerekli olduğu yerde, kara günde sıkıntı
zamanında insanı yüzüstü bırakır.
Kur'an-ı Kerim, bu tüyler ürpertici sahneler aracılığı
ile, böylece müşriklerin kalplerini sarmaya çalıyor.
Aslında bu sahneler, onlara korkunç geleceklerini somutlaştırıyor,
bu geleceği kendilerine görünür bir realite olarak
sunuyordu. Oysa onlar henüz şu dünyada yaşıyorlar,
yüce Allah ile karşılaşacaklarını
yalanlıyorlar, son derece küstahça O'nun yüceliğine
dil uzatıyorlar, O'na saygısız öneriler
sunuyorlardı. Onlar böyle yapadursunlar, orada kendilerini
tüyler ürpertici dehşet ile kaçan fırsatların
arkasından duyulan; acı pişmanlık
beklemektedir.
Ayetler, müşriklere bu çetin günlerinde yaptırdıkları
gezintiden sonra onları tekrar dünyaya döndürüyor. Burada
Peygamberimize karşı takındıkları tutum
ve Kur'anın indiriliş biçimine yönelik itirazları
gözden geçiriliyor. Bu gezinin sonunda yeniden diriliş ve büyük
toplantı gününe ilişkin bir sahnede
canlandırılıyorlar. Okuyoruz: