Kureyşli kafirlerin bu sözleri söylemelerinden daha koyu
bir yalan düşünülemez. Çünkü onlar bu sözlerin bir takım
asılsız yakıştırmalar
olduklarını herkesten iyi bilirler. Bu asılsız
yakıştırmaları halk arasında yayan kabile
şefleri, Peygamberimiz tarafından okunan şu
Kur'anın "İnsan sözü" olmadığını
bilmiyor olamazlar. Onların dil ve ifade zevkleri bu gerçeği
görmelerini sağlayacak düzeyde yüksektir. Böyle olduğu
içindir ki, Kur'anın etkisine kapılmaktan kendilerini
kurtaramamışlardır. Üstelik onlar Peygamberimizi,
Peygamber olmadan önce yalan söylemez, hiç kimseyi aldatmaya
kalkışmaz, özü-sözü doğru, "güvenilir"
bir kişi olarak tanıyorlardı. Böyle bir adam Allah
hakkında nasıl yalan söyleyebilir, nasıl O'na söylemediği
bir sözü yakıştırabilirdi?
Fakat onlar kör inatları ve din önderi sayılmalarına
dayanan sosyal mevkilerini yitirme korkuları yüzünden bu
düzenbazlıklara başvuruyorlar ve halk arasında böyle
ulu-orta iddialar yayıyorlardı. Çünkü cahil halk,
edebi değeri olan sözle böyle olmayan sözü biribirinden
ayıramaz, edebi sözün de edebilik derecesini belirleyemezdi.
İşte halkın bu bilgisizliğinden güç alan
mevki düşkünü kabile şefleri şöyle diyorlardı:
"Şu Kur'an, Muhammed'in uydurduğu bir
yalandır. Bu uydurma işinde kendisine yardım eden
başkaları da vardır."
Söylendiğine göre Kureyşli şefler "başkaları"
derlerken arap asıllı olmayan üç kadar köleyi
kasdediyorlardı. Onlara göre Peygamberimiz bu yabancı kölelerin
yardımı ile Kur'anı uyduruyordu. Bu
tartışma konusu edilmeye değmez, tutarsız ve
boş bir sözdür. Çünkü bir insan, başkalarının
yardımı ile bu Kur'anın benzerini düzebiliyordu. O
halde onun bir benzerini ortaya koymalarına ne engel
vardı? Niçin kendilerine bu yolda yardım edecek
kimselerin yardımı ile bu Kitabın bir başka
benzerini düzerek Peygamberimizin bu en büyük kozunu elinden
almıyorlardı. Oysa Peygamberimiz bu konuda onlara meydan
okuyor, onlar ise bu meydan okumaya karşılık
veremiyorlardı.
Böyle olduğu içindir ki, bu tutarsız sözlerine karşılık
verilmiyor, kendileri ile bu konuda tartışmaya
girilmiyor. Bunun yerine açık ve değişmez
sıfatları yüzlerine çarpılıyor:
"Onlar zulüm işlemişler, yalan söylemişlerdir."
Yaptıkları iş hem gerçeğe karşı,
hem Peygamberimize karşı ve hem de kendilerine
karşı zalimliktir. Sözleri, yalan olduğu,
asli-astarı bulunmadığı besbelli olan bir
uydurmadır.
Daha sonra yine Peygamberimize ve Kur'ana ilişkin saçma
iddialarının aktarılmasına devam ediliyor.
Okuyalım:
"Yine onlar `Bu Kur'an, eski milletlerin
masallarıdır. Muhammed onu adamlarına kopya
ettirmiştir ve bu kopyalar sabahları ve
akşamları kendisine okunmaktadır.' dediler."
Bu sözleri söylerken Kur'an'da rastladıkları eski
milletlerle ilgili hikayelere dayanıyorlardı. Kur'an, bu
eskilerle ilgili hikayeleri, okuyanların ders
almalarını, geçmişten ibret almalarını
sağlamak için, insanları eğitmek ve yönlendirmek
amacı ile anlatıyordu. İşte onlar bu
doğru hikayelere "Eski milletlerin masalları"
diyorlardı. İddialarına göre Peygamberimiz bu
hikayelerin derlenip yazıya geçirilmesini sağlamış,
arkasından da sabahları ve akşamları
onların kendisine okunmasını istemişti. Hani
okuması, yazması olmayan bir "ümmi" idi ya.
Sonra da kendisine anlatılan bu hikayeleri anlatıyor ve
onları tutup Allah'a yakıştırıyordu!
Bu sözler, onların hiç bir temele dayanmayan ve dolayısıyle
tartışma konusu edilmeye değmez tutarsız
iddiaların bir uzantısıdır. Çünkü Kur'an'da
anlatılan hikayeler çarpıcı bir ahenk gösterirler.
Bu hikayeler ile asıl sözün konusu arasında
sıkı bir uyum vardır. Hikayeler o konunun
doğruluğunu gösteren somut kanıtlar olarak
sunulurlar. Hikayelerin amaçları ile içinde anlatıldıkları
surenin ilgili bölümünün amaçları arasında da denge
ve örtüşme görülür. Bütün bu özellikler bu
hikayelerde bir amacın derin bir
tasarlayıcılığın ve ince bir esprinin
varlığını kanıtlar. Oysa bu niteliklere,
bir ana fikir etrafında örülmemiş olan, belirli bir
amaç taşımayan, sadece insanları oyalamak ve
boş zamanlarını doldurmak için anlatılan eski
masallarda rastlayamayız.
Bu adamlar "Kur'an eski milletlerin masallarıdır"
derken sözünü ettikleri masalların çok eski yıllara
ait olduğunu vurgulamak istemiş olmalıdırlar.
Buna göre Peygamberimiz onları kendiliğinden bilemez.
Bunun için masal hafızlarının, yani bu
masalları kuşaktan kuşağa aktaran kimselerin
onları, ona anlatıp belletmeleri gerekir. İşte
su saçma iddiaların sahiplerine verilen cevap, bu espriye
dayanıyor. Onlara şöyle deniyor: Muhammed'e bu masalları
belleten zat,bütün bilginlerden daha bilgindir. Çünkü o sırların
tümünü bilir. Ne eskilere ne yenilere ilişkin bir
olayı, ne de bir bilgi O'ndan gizli kalamaz. Okuyalım: