1 - Rabbinin fil
sahiplerine yaptığını görmedin mi?
Bu soru olay karşısında
duyulan hayreti ifade etmek ve onun büyük önemine dikkat çekmek
içindir. Çünkü olay Araplarca biliniyor ve onlarca meşhur
bir olaydı. Hatta onlar bunu tarihin başlangıcı
olarak kabul etmişlerdi. Fil yılında şöyle olmuştu,
fil yılından iki sene önce böyle olmuştu, fil
yılından on sene sonra şöyle olmuştu
diyorlardı. Meşhur olan rivayetlere göre Hz. Peygamber de
yine bu fil senesinde doğmuştu. Herhalde bu da bilinçli
planlanmış, ilahi denkleştirmelerin şahane bir
zamanlaması idi!
Dolayısıyla Fil
suresi onların bilmediği bir olayı kendilerine
anlatmak için değildi. Amaç onlara bildikleri bir şeyi
hatırlatmaktı. Amaç bu hatırlatmanın ötesinde
gerisinde gizli idi.
2- Onların
tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
3- Onların üzerine
sürülerle kuşlar gönderdi.
4- Onların üzerine pişkin
tuğladan taşlar atıyorlardı.
5- Nihayet onları
yenik ekin yaprağı gibi yapıverdi.
Yani onların düzenlerinin
yönünü şaşırtmadı mı? Hedefinden ve
amacından sâptırmadı mı? Tıpkı yolunu
şaşırıp aradığına ulaşamayan
insan gibi. Herhalde o hâtırlatma ile Kureyş'e
Allah'ın Kabe'yi koruyup himaye etmesi şeklinde gerçekleşen
nimeti hatırlatılmak isteniyor. Çünkü yüce Allah onların
güçlü olan fil sahiplerine karşı aciz
kaldıkları bir sırada Kabe'yi himaye edip
korumuştu. Belki bu hatırlatma onların zayıf ve
aciz düştükleri sırada kendilerini koruyan Allah'ı
inkar etmelerinden utanmalarına yol açabilirdi. Hz. Muhammed
ve O'nunla birlikte olan inanmış azınlığa
karşı bugün kendi güçleri ile gururlanmalarını
bastırabilirdi. Daha önce yüce Allah kendi evine ve haremine
saldırmak isteyen güçleri ezip geçmişti. Herhalde
peygamberine ve davasına karşı duran güçleri de
ezip geçerdi.
Onların
tuzaklarını nasıl boşa çıkardığına
gelince bunu da parlak nitelemeler şeklinde açıklamıştır.
"Onların üzerine
sürülerle kuşlar gönderdi. Onların üzerine pişkin
tuğladan taşlar atıyorlardı. Nihayet onları
yenik ekin yaprağı gibi yapıverdi."
Ayet-i kerimede geçen
"Ebabil" sürüler, topluluklar, demektir.
"Siccil" ise
Farsça bir kelimedir. iki kelimeden, taş ve çamur
kelimelerinden ya da çamura bulanmış taş
kelimelerinden oluşmaktadır.
"Asf" ise
ağacın kuru yaprağıdır. Bu
yaprağın bir de "yenik" diye nitelendirilmesi
onun çürüdüğünü, öğütüldüğünü ifade eder.
Böcekler onu yiyip parçaladığı anda ya da hayvanlar
onu yiyip çiğneyip, öğüttüğündeki halini
anlatmaktadır. Bu ifade, sürü sürü kuşların
onlara attıkları bu taşların onların
bedenlerini nasıl paramparça ettiklerini somut bir
şekilde ortaya koymaktadır. Bu olayı, onların
çiçek veya kızamık hastalıkları ile helak
edilirken ki hallerinin tasviridir şeklinde tevil etme zaruri
yeti yoktur.
Burada üzerinde durulması
gereken birinci nokta; yüce Allah'ın kendi Kabe'sinin
himayesini müşriklere havale etmek istememesidir. İsterse
onlar bu Kabe ile övünsünler, onu himaye etsinler ve himayesine sığınsınlar.
Evini, Kabe'sini korumak, muhafaza etmek, onu himaye ettiğini
ve onu başkasına teslim etmeyeceğini açıklamak
istediğinde müşriklerin saldırgan güç karşısında
yenilgiye uğramakla başbaşa kalmalarını
sağlamış, bu sırada egemen olan kudret,
Allah'ın korunmuş evini savunmak için olaya el koymuştur.
Böylece müşriklerin Allah'ın evi üzerinde herhangi bir
gücü ve öne atılan bir koruması, cahiliye
tutkunluğundan kaynaklanan etkin bir korumalarının
oluşmasını istememiştir. Herhalde bu
şartlarda saldırganların yok edilişinde meydana
gelen olayın olağanüstü yasa uyarınca gerçekleştiğini,
alışılagelmiş normal yasa şeklinde gerçekleşmediğini,
güçlü deliller ile ortaya koymakta ve bu görüşü tercih
etmemize yol açmaktadır. Zira bu ortamda en uygun ve akla en
yatkın olan budur.
Allah'ın kutsal evini
koruma eyleminden, ilahi kudretten gelen müdahalenin gereği
olarak Hz. Peygamberin Allah'ın dinini kendilerine
getirdiğinde Kureyş'in ve diğer Arapların hemen
islama girmeleri gerekirdi. Allah'ın evi ve O'nun hizmetleri
ayrıca bu konu etrafında ördükleri putperestlikle
övünmenin onları islama girmekten alıkoymaması
gerekirdi. İşte olayın bu şekilde
hatırlatılması onlara yüklenmenin ve onların
inatçı tutumuna Hayret etmenin bir yönünü oluşturmaktadır.
Yine bu olay gösteriyor ki
yüce Allah ehli kitaba -Ebrehe ve ordusuna- Allah'ın kutsal
evini yıkmayı ve kutsal yurda hakim olmayı takdir
etmemiştir. Şirkin orayı kirlettiği ve müşriklerin
oranın hizmetlerini yaptığı sırada bile bu
kutsal evi; her türlü saldırganın baskısından,
özgür olsun tuzak kuranların her tür tuzaklarından
korunsun diye. Böylece bu yer hürriyetini korumuş
olacaktı. Orada yeni akide hür ve özgür yetişsin. Hiçbir
güç ona egemen olmasın ve oraya hiçbir saldırgan
saldırmasın. Bütün dinlere ve bütün insanlara egemen
olmak için gelen bu dine başkası hükmetmesin diye.
Çünkü bu din insanlığa önderlik yapmak için gelmişti.
Ona önderlik yapılamazdı. Bu da bu dinin peygamberinin bu
senede doğduğunu bilmediği bir sırada
Allah'ın kendi evi ve kendi dini için yaptığı
bir plandı.
Bu olaydan çıkarılacak
ikinci nokta şudur: Biz bu ayetlerin temalarından ve
mesajlarından yola çıkarak karşı
karşıya olduğumuz durumla ilgili direktifler
Alıyor ve gönül huzuruna kavuşuyoruz. Dünya haçlı
zihniyeti ve dünya siyonizminin kutsal topraklar üzerindeki
hesapları, bu konuda başvurdukları kötü ve çirkin
niyetler, hileler karşısında kendimizden emin olarak
duruyoruz. Şer güçler, sözkonusu kötü ve çirkin
niyetlerini, hesaplarını gizli ve iğrenç bir
biçimde gerçekleştirme girişimlerinden de vazgeçmiyorlar,
yumuşamıyorlar. Hizmetçileri, bekçileri müşrik
oldukları halde kutsal evini Ehli Kitab'ın
saldırılarından koruyan Allah, inşaallah tekrar
onu koruyacaktır. Peygamberinin şehrini tuzakçıların
tuzaklarından ve düzenbazların düzenlerinden koruyacaktır!
Bu olaydan çıkarılacak
üçüncü ibret şudur: Araplar islamdan önce yeryüzünde bir
fonksiyona sahip değillerdi. Hatta oturmuş bir
yapıları da yoktu. Yemen'de İranlıların
veya Habeşistan hükümdarlarının gölgesinde yaşıyorlardı.
Zaman zaman orada burada devlet kurmuşlarsa da, devletlerini
İranlıların himayesi altında
kurmuşlardı. Kuzeyde Şam, Bizanslıların
hakimiyeti altında idi. Bu hakimiyet ya doğrudan
Bizanslıların elinde idi ya da Bizans'ın himayesi
altında kurulan Arap devletlerinin elinde idi.
Yarımadanın kalbini oluşturan orta bölgesinden başka
hiçbir tarafı yabancıların tahakkümünden kurtulmamıştı.
Fakat burası da bedevilik halinden kurtulamamış veya
sürekli çözülmüşlük ve dağılmışlıkla
karşı karşıya olmuş, süper güçler sahasında
gerçek bir güç oluşturamamışlardı. Kabileler
arasındaki savaşlar, kırk sene boyunca devam
edebiliyordu. Fakat bu kabilelerin ne ayrı ayrı ne de bir
bütün olarak karşılarındaki komşu devletlerin
yanında bir ağırlıkları yoktu ve Fil
senesinde meydana gelen olay bu gücün, yabancı bir
saldırıya uğradığında ne gibi gerçek
bir değer ifade ettiğine güzel bir ölçüdür.
İslam
sancağı altında ve tarihte ilk defa Arapların dünya
çapında bir fonksiyonları olmaya başladı.
ağırlığı olan bir devlet gücüne sahip
oldular. Krallıklar, imparatorlukları ezip geçen, tahtları
yerle bir eden, coşkun sel gibi bir kuvvet oldular. Sapık,
temelsiz, cahili liderlikleri ortadan kaldırdıktan sonra
insanların önderliğini öne alan bir güç oluşturdular.
Fakat tarihleri boyunca ilk defa böyle bir imkanı
sağlayan, onların kendi Araplıklarını
unutmalarıydı. Arapların çığırtkanlığını,
kavim asabiyetini unutmaları sadece Müslüman olduklarını
hatırlamaları idi. islamın sancağını yükseltmeleri
idi. İnsanlığa merhamet ve iyiliklerinin bir géreği
olarak geniş çaplı, güçlü bir inanç sistemini
yüklenip onu insanlığa hediye etmeye çalışmaları
idi. Irkçılık, milliyetçilik ve asabiyet namına hiçbir
şeyi taşımamaları idi. Onlar semavi bir düşünce
yüklenmişlerdi. insanları bununla eğitiyorlardı.
Bu, insanlar tarafından belirlenen bir görüş
değildi. Onlar insanların belirlediği bir görüşü
kabul etmiyorlardı. Sırf Allah yolunda savaşmak için
yurtlarından çıkıyorlardı. Bir Arap
imparatorluğu kurup onun gölgesi altında rahat ve huzur içinde
yaşamak ve onun himayesi Altında yükselip büyümek için
çıkmıyorlardı. insanları
Bizanslıların ve İranlıların hakimiyetinden
kurtarıp Arap imparatorluğunun boyunduruğu
altına almak için çıkmıyorlardı. Tüm insanları
kullara kulluktan kurtarıp yalnız Allah'a kul yapmak için
ayağa kalkmışlardı. Nitekim Müslümanların
Yezdicerd meclisine gönderdikleri elçi olan Rebi İbni Amir
şöyle demişti: "Bizi Allah gönderdi.
İnsanları kullara kulluktan kurtarıp yalnız
Allah'a kul etmek için, dünyanın darlığından
ve sıkıntısından kurtarıp Ahiretin
genişliğine ve bolluğuna eriştirmek, dinlerin
zulüm ünden İslâmcın adaletine kavuşturmak için."
İşte sadece bu görevle
Arapların bir varlığı olmuş, bir güçleri
oluşmuş ve insanlığın
kumandanlığını ellerine
almışlardı. Yalnız bunların hepsi Allah içindi
ve Allah yolunda yapılmıştı. Araplar bu güçlerini
ve insanlığa kumanda etmelerini doğru yolda yürüdükleri
müddetçe korumuşlardır. Sapmaya
başladıklarında, ırklarını ve
asabiyetlerini hatırladıklarında islam
sancağını bırakıp asabiyet
sancağına sarıldıklarında ise yerle bir
olmuşlar ve milletler onları ayakları Altında
çiğnemişlerdir. Çünkü onlar Allah'ı
unuttukları gibi Allah'ta onları unutmuştur.
İslam olmadan
Arapların ne değeri olabilir? islam düşüncesinden
soyutlandıkları zaman insanlığa ne gibi bir düşünce
sundular veya ne gibi bir düşünce sunabilirler?
İnsanlığa bir düşünce sunamayan bir ulusun ne
değeri olabilir? tarihin herhangi bir döneminde insanlığa
önderlik yapmış her ulus bir düşünceyi temsil
ediyordu. Doğuyu kasıp kavuran Tatarlar ve batıda
Roma devletini yerle bir eden barbarlar gibi bir düşünceyi
temsil etmeyen uluslar uzun süre hayatta kalamamışlardır.
Feth ettikleri ulusların içinde eriyip gitmişlerdir.
Arapları insanlığın önüne geçiren biricik düşünce,
islam inanç sistemidir. Onları insanlığa kumanda
etme konumuna yükselten de bu inanç sistemidir. Bu inanç
sisteminden soyutlandıklarında hiçbir fonksiyonları
olmamıştır. Arapların yaşamak, güçlenmek
ve insanlığa önderlik yapmak istediklerinde bu gerçeği
güzelce hatırlamaları zorunludur. Sapıklıktan
doğru yola ileten Allah'tır şüphesiz.
|