O |
Fetih
|
O |
|
27-.Andolsun ki Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek
olduğunu tasdik eder. Ey inananlar! Siz, Allah dilerse, güven
içinde başlarınızı tıraş etmiş
veya saçlarınız kısaltılmış olarak,
korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin
bilmediğinizi bilir. Size bundan başka, yakın
zamanda bir zafer verecektir.
28- Resulünü, hidayet ve hak dinle gönderdi ki o hak dini,
bütün dinlere üstün kılsın. Şahid olarak Allah
yeter.
Bu ayette yer alan birinci müjde, yani Resulullah'ın gördüğü
rüyanın doğrulanması ve müslümanların
Mescid-i Haram'a güven içinde girecekleri hiç korkmadan Hac
veya Umre ibadetini yaptıktan sonra, saçlarını
kısaltıp başlarını tıraş
edeceklerine dair bu ilk müjde... İşte bu müjde bir yıl
sonra gerçekleşmiştir. Sonra, Hudeybiye
barışından iki yıl sonra da daha büyük ve
daha net olarak ortaya çıkmıştır bu müjde.
Çünkü iki yıl sonra müslümanlar Mekke'yi fethetmişler
ve yüce Allah'ın dini Mekke'ye hakim olmuştur.
Ne var ki yüce Allah mü'minleri iman terbiyesi ile terbiye
ederek buyuruyor ki: "Allah dilerse Mescid-i Haram'a
gireceksiniz". Şu halde Mescid-i Haram'a giriş
kesinlikle olacaktır. Çünkü yüce Allah bunu
bildirmektedir. Fakat "dileme"
öğesinin müslümanların
ruhunda, serbest ve hiçbir şeye kayıtlı
olmayanı şekli ile yerleşmesi gerekir ki bu gerçek
kalplere kökleşsin ve "Allah'ın dilemesi" kavramı
için temel oluştursun.
Kur'an-ı Kerim, bu kavrama dayanıyor, bu gerçeği
getiriyor ve bu "Allah
dilerse"
tarzındaki şartı her yerde, hatta yüce Allah'ın
va'dinin zikredildiği yerlerde bile getiriyor. Oysa yüce
Allah'ın va'di asla şaşmaz. Ancak ne varki O'nun `'dileme"sinin
va'dine yönelmesi asla bir kayda bağlı değildir,
hep serbesttir. İşte yüce Allah, mü'minlerin düşünce
ve ruhlarının derinliklerinde yer etsin diye bu
terbiyeyi onların akıllarına yerleştiriyor.
Şimdi bu va'din nasıl gerçekleştiğinin
hikayesine dönüyoruz. Rivayetlerin nakline göre, yedinci hicret
yılı -yani Hudeybiye barışını
izleyen yıl- Zilkade ayında Resulullah, Hudeybiye'ye
katılanlarla birlikte umre yapmak üzere Mekke'ye hareket
etti. Zülhuleyfe'de
ihrama girdi. Bir yıl önce ihrama girip kurbanlıkları
yanına aldığı gibi, yine kurbanlık
develeri yanına aldı. Ve sahabeleri de telbiye getirerek
yürüdüler. Resulullah Zahran geçidine yaklaşınca,
Besleme oğlu Muhammed'i atlı ve silahlı halde
öncü olarak yolladı. Müşrikler Muhammed'i görünce
çok korktular ve Resulullah'ın kendilerine savaş açtığını
ve aralarında imzalanmış olan on yıl süre ile
savaşmama anlaşmasını bozduğunu
zannettiler. Ve hemen varıp Mekke'lilere haber verdiler.
Resulullah Haremdeki putları gözetleyebildiği Zahran geçidine
inip konaklayınca, okları, mızrakları ve
yayları Batn-ı Yacüc denilen vadiye gönderdi. Ve
Mekke'ye müşriklerle anlaştığı
şekilde kılıçları kınında olarak
girdi. Daha yolda iken, Kureyşliler kendisine Hafs oğlu
Mukriz'i gönderdiler. Mukriz: Ya Muhammed! Seni sözünü bozan
birisi olarak tanımamıştık, dedi. Resulullah:
Ne demek bu, diye sorunca, Mukriz: Üzerimize yaylar ve mızraklarla
geldin dedi. Bunun üzerine Resulullah: Böyle bir şey yoktur.
Biz silahlarımızı Yacüc vadisine yolladık
deyince, bunu duyan Mukriz, zaten biz seni bu niteliklerle, iyilik
ve ahde vefa nitelikleri ile tanıdık dedi.
Mekke'li kafirlerin ileri gelenleri, Resulullah'ı ve
beraberindeki müslümanları görmemek için, kinlerinden ve
nefretlerinden Mekke'nin dışına çıkmışlardı.
Geriye kalan Mekke'li erkekler, kadınlar ve çocuklar yollara
ve damların üzerine oturarak Resulullah ve beraberinde
bulunan müslümanları seyrediyorlardı. Resulullah
sahabeler önünde telbiye ederek Mekke'ye girdi. Kurbanlıkları
daha önce, Zi Tuva denilen yere göndermişti. Resulullah
Hudeybiye anlaşmasının
yapıldığı gün bindiği Kusva adlı
devesine binmişti. Ensardan Revaha oğlu Abdullah da
Resulullah'ın devesinin dizginini tutmuş onu sürüyordu.
Ve işte böylece Resulullah'ın gördüğü rüya
doğru çıkmış ve yüce Allah'ın va'di gerçekleşmişti.
Sonra da ertesi yıl Mekke fethedilmişti. Yüce Allah'ın
dini önce Mekke'ye, sonra da yarımadanın tümüne hakim
olmuş ardından da yüce Allah'ın şu son va'di
ve müjdesi gerçekleşmişti. Çünkü yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Resulünü,
hidayet ve hak dinle gönderdi ki o
hak dini,
bütün dinlere üstün kılsın. Şahit olarak Allah
yeter: '
Gerçekten de Allah'ın dini, yalnız Arap
yarımadasında değil, daha yarım yüzyıl
geçmeden, bütün yeryüzünün insanların oturdukları
tüm bölgelerine hakim olmuştu. Yüce Allah'ın dini,
İran imparatorluğunun tümüne, Bizans imparatorluğunun
büyük bir kısmına, Hindistan'a, Çin'e hakim olmuştu.
Sonra güney Asyaya, Malezya ve diğer yerlere ve Doğu
Hint adalarına (Endonezya'ya) hakim olmuştu.
Miladın altıncı yüzyılın sonları
ile, yedinci yüzyılın ortalarına doğru
insanların kümelendiği en büyük yerler buralardı.
Ve halen de Hakk'ın dini bütün dinlere üstündür.
Hatta fethettiği toprakların büyük bir bölümünde ve
özellikle Avrupada ve Akdeniz adalarında siyasal
etkinliği yok olduktan sonra ve şu çağda
doğuda ve batıda ortaya çıkan düşman güçlere
oranla müslümanların tüm yeryüzünde güçlerinin
yitirilmesine rağmen yine de Hak dini bütün dinlerden
üstündür.
Evet bir din olarak Hak din bütün öteki dinlerden
üstündür. Hem bizzat güçlüdür, hem de özü itibarı
ile kuvvetlidir. Taraftarların kılıç ve top
kullanmasına muhtaç olmadan, kendisi ilerler. Çünkü bu
dinin özü fıtratına ve evrenin köklü yasalarına
paralel onların doğrultusundadır. Ve çünkü bu
dinin özünde aklın ve ruhun ihtiyaçlarına yalın
ve köklü olarak cevap verme yeteneği vardır. Yeryüzünü
imar etme ve ilerlemenin ihtiyaçlarına, kulübeden
oturanlardan tutun da gökdelenlerde oturanlara kadar her türlü
insan çevresinin ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir
yetenek vardır bu dinde...
İslam'dan başka bir dinde olan bir kişi, bu dine
taassup ve tarafgirlikten arınmış bir gözle
bakarsa, bu dinin doğruluğunu ve gizli gücünü insanlığı
en iyi bir şekilde yönetebilme gücünü, insanlığın
doğup gelişen ihtiyaçlarına kolayca ve uygun biçimde
cevap verebilme gücünü itiraf eder. "Şahit
olarak Allah yeter."
Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- Peygamber
olarak gönderilmesinin üzerinden daha bir asır geçmeden,
açık siyasal şekli ile Allah'ın va'di gerçekleşmişti.
Ve bugün de O'nun yüce va'di, sabit prensipler şeklinde halâ
gerçekleşip durmaktadır. Ve halâ bu din özünde
bütün dinlere üstün olmaya devam etmektedir. Ve hatta
yeryüzünde fonksiyonu, her durumda önderlik gücü olan yegane
ve kalıcı din bu dindir.
Ve öyle sanıyorum ki, bugün bu gerçeği
kavrayıp idrak edemeyenler sadece ve sadece bu dine mensup
olan müslümanlardır. Oysa bu dinden olmayanlar bu gerçeği
kavradığında, ondan korkmakta ve
politikalarında bu gerçeği gözönüne alarak her
türlü hesaplarını ona göre yapmaktadırlar.
ALLAH'IN RESULÜ VE MÜ'MİNLER
Şimdi surenin sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Kur'an'ın, Resulullah'ın sahabelerinin
durumlarını çizdiği bu parlak manzara ile
noktalanan sona gelmiş bulunuyoruz. Yüce Allah'ın
kendilerinden hoşnud olduğu bu mutlu, bu eşsiz
insan topluluğunu şerefli övgüsü ile ödüllendirdiği
ve bu hoşnutluğunu onlara tek tek bildirdiği bu
final ayetine gelmiş bulunuyoruz.
|
|
O |
|
O |
|