O |
Fetih
|
O |
|
25- Onlar inkar eden ve sizin Mescid-i Haram'ı
ziyaretinizi ve bekletilen kurbanların yerine
ulaşmasını men edenlerdir. Eğer Mekke'de
kendilerini henüz tanımadığınız mü'min
erkekler ve kadınları bilmeyerek eziyet etmenizi
önlemek için, Allah savaşı önledi. Dilediklerine
rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır.
Eğer onlar birbirinden ayrılsaydı elbette onlardan
inkar edenleri, elemli bir azaba çarptırırdık.
26- O zaman inkar edenler, kalplerine öfke ve gayretin
cahiliyye çağının öfke ve gayretini koymuşlardı.
Allah da elçisine ve mü'minlere huzur ve güveni indirdi; onları
takva sözüne tutunmalarını sağladı. Onlar,
bu söze layık ve ehil kimselerdi. Allah herşeyi
bilmektedir.
Onlar yüce Allah'ın ölçü ve değerlendirmesine göre
şu iğrenç olan "Onlar
inkar edenler" nitelemesini
hak etmiş gerçekten kafir kimselerdir. Yüce Allah bu
küfür damgasını onlara öyle vuruyor ki sanki bu
nitelikte yalnız başlarınadırlar ve sanki küfürde
köklü ve asildirler. Onlar küfür ve kafirlerden tiksinen yüce
Allah nezdinde en iğrenç yaratıklardır. Öte
yandan yüce Allah diğer kötü davranış ve
tutumlarını da aleyhlerine kaydetmektedir. Bu da mü'minleri
Mescid-i Haram'dan alıkoymaları, kurbanlık develeri
de engelleyip dinen belirlenmiş kesim yerlerine
ulaşmalarına engel olmalarıdır.
"Sizin Mescid-i Haram'ı ziyaretinizi ve bekletilen
kurbanların yerine ulaşmasını men edenlerdir."
Onların bu yaptıkları cahiliyet açısından
da İslam açısından da çok çirkin bir harekettir.
Dedeleri Hz. İbrahim'den beri Arap yarımadasında
tanıdıkları tüm dinlerde de çok günahtır.
Kendi adaletleri ve inançları açısından da mü'minlerin
inançları açısından da çok günahtır. O
halde yüce Allah mü'minlerin ellerini onların üstlerinden,
yaptıkları hareketin kendi katında küçük bir
günah olduğu için ve dolayısı ile onlara
şefkat ve merhametinden dolayı çekmiş
değildir. Asla! Onların ellerini ancak ve ancak
başka bir hikmetten dolayı çekmiştir. Yüce Allah,
mü'minlere ihsan edip bu hikmeti, onlara açıklamaktadır:
"Mekke'de kendilerini henüz tanımadığınız
mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeyerek eziyet
etmenizi önlemek için Allah savaşı önledi."
Birkere, Mekke'de hicret edememiş, müşriklerin
arasında kendini gizleyip müslüman olduğunu açıklamamış
bazı güçsüz müslümanlar vardı. Şayet
savaş çıkıp da müslümanlar Mekke'ye hücum
etselerdi o müslümanları tanımadıkları için
belki de onları çiğneyecekler, ezecekler ve
öldüreceklerdi. O zaman da müslümanlar müslümanları
öldürüyor denilecekti. Müslüman oldukları ortaya çıkanların
hata ile öldürüldükleri açığa çıkınca da
müslümanlar onların diyetlerini ödemek zorunda kalacaklardı.
Sonra bir başka hikmetten söz edebiliriz: Şöylesine,
yüce Allah bilmektedir ki, müslümanları Mescid-i Haram'dan
alıkoyan o kafirlerin arasında kendisine sonradan
hidayet verilecek ve yüce Allah'ın rahmetine girmeleri
takdir edilmiş kimseler vardı. Yüce Allah bu kimselerin
mizaçlarını ve içyüzlerini biliyordu. İşte
şayet bunlarla o kafirler birbirinden ayırd edilmiş
olsalardı yüce Allah müslümanlara savaş izni verir ve
kafirleri acıklı bir azaba çarptırırdı.
"Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır.
Eğer onlar birbirinden ayrılsaydı elbette onlardan
inkar edenleri elim bir azaba çarptırırdık."
Böylece yüce Allah, o eşsiz, o bahtiyar, o seçilmiş
olan kitleye takdir ve idaresinin gerisinde gizli olan hikmetinin
bir kısmını açıklıyor. Ve kafirleri
nitelemeye, onların niteliklerini ve dışa vuran
hareketlerini kaydettikten sonra, iç dünyalarını
yansıtmaya devam ediyor.
"O zaman inkar edenler, kalplerine öfke ve gayreti, o
cahiliyet çağının öfke ve gayretini koymuşlardı."
Kafirlerin kalplerinde ateşledikleri izzet-i nefis, inanç
ve sistem uğruna değildi. Sadece ve sadece kibir,
övünme, şımarıklık ve eziyet verme
taassubuydu bu. Resulullah'ı ve beraberinde bulunan müslümanların
karşısına dikilmelerine neden olan bir taassuptu.
Bu taassup nedeni ile müslümanları Mescid-i Haram'a
bırakmıyorlar, yanlarında getirdikleri develerin
kesilecekleri yere kadar ulaşmalarına engel
oluyorlardı. Bu davranışları her türlü adet
ve inanca aykırı idi. Bütün
gayeleri, Araplara "Müslümanlar Mekke'ye zorla girdiler"
dedirtmemekti.
İşte bu cahili taassup uğruna her adet ve dinde
büyük bir günah, iğrenç sayılan bu hareketi
yapıyorlardı. Ve kutsallığı uğruna
yaşadıkları bu kutsal evin
saygınlığını çiğniyorlar, ne
cahiliyet devrinde ve ne de islamda
saygınlığına asla dokunulmayan haram
ayları çiğniyorlardı. Bu taassup kendilerine
-başlangıçta- barışçı bir plan tavsiye
edip onları, Muhammed'i -salât ve selâm üzerine olsun- ve
beraberinde bulunanları Mescid-i Haram'dan engelledikleri için
ayıplayan herkese hakaretlerinde kendisini gösteren bir
taassuptu. Ve yine, bu taassup Amr oğlu Süheyl'in "Rahman
ve Rahim" isimlerini ve anlaşma metninde
Resulullah'ın, "Muhammed Allah'ın elçisi" sıfatını
reddetmelerinde gösteriyordu kendini. İşte tüm bu,
taassuplar, bu böbürlenen haksız yere eziyet eden şu
cahiliyetten kaynaklanıyordu. Yüce Allah, onların
ruhlarında var olan Hakka ve O'na boyun eğmeye
karşı direnci bildiği için, içlerine böyle
cahiliyet taassubunu yerleştirmiştir. Oysa mü'minleri
bu tür bir taassuba düşmekten korumuş, bunun yerine
ruhlarına iç huzuru ve Allah korkusu yerleştirmiştir.
"Allah'da elçisine ve mü'minlere huzur ve güveni
indirdi; ve onları takva sözüne tutunmalarını
sağladı. Onlar bu söze layık ve ehil kimselerdi.
Allah herşeyi bilen dir."
Ağırbaşlılık ve sükunet veren iç
huzuru, tıpkı alçak gönüllülük ve kaçınmayı
ilham eden takva (Allah korkusu) gibidir. Bunların her ikisi
de, Rabb'ine kavuşan ve bu kavuşmada sükunet bulan,
içinde güven olan şeyle huzur bulan ve her hareket ve düşüncesinde
Rabb'inin hoşnudluğunu gözeten mü minin kalbine layık
niteliklerdir. Bir mü'min şımarıp azmaz. Kendi
gururu incindi diye kızmaz mü'min. Aksine, Rabbi ve dini uğruna
kızar. Kendisine sakin ve huzurlu olması
emredildiğinde, kalbi titrer ve hoşnudluk ve huzur içinde
boyun eğer. Dolayısı ile mü'minler takva sözcüğüne
daha layık idiler ve buna tam ehildiler. Yüce Allah'ın
onların kalbine iç huzuru indirip takva yerleştirme
ihsanı yanında bu takva ile nitelenmeleri de
Rabb'lerinden mü'minlere bir başka övgüdür. Gerçekten
mü'minler bunu yüce Allah'ın ölçüsü ile ve tanıklığı
ile hak etmişlerdi. Yüce Allah'ın ilmi ve takdirinden
kaynaklanan önceki şereflendirmeye ek olarak bu da bir
başka şereflendirmedir. "Allah herşeyi
bilendir:'
Daha önce Resulullah'ın gördüğü rüya ile,
sevinip birbirine müjdeler veren bazı mü'minleri, rüyanın
o yıl gerçekleşmemesinin ve Mescid-i Haram'a girmekten
engellenmelerinin dehşete düşürdüğünü görmüştük.
Yüce Allah onlara bu rüyanın doğru bir rüya olduğunu,
yeniden vurgulamakta, o rüyanın kendi katından
olduğunu ve onun mutlaka çıkacağını ve
bu rüyanın gerisinde Mescid-i Haram a girmekten daha büyük,
daha önemli gelişmeler olacağını onlara haber
vermektedir.
|
|
O |
|
O |
|