O |
Fetih
|
O |
|
MÜ'MİN ERKEK VE KADINLAR
4- İnananların, imanlarının kat kat
artırmaları için, kalblerine güven indiren O'dur.
Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah'ındır. Allah
bilendir, Hakim olandır.
5- İnanan erkek ve
kadınları,
içinde temelli kalacakları, içinden ırmaklar akan
cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında
büyük kurtuluş budur.
"Sekinet" sözcüğü, ifade gücü olan, çeşitli
sahneler canlandırabilen zengin çağrışımlar
içerebilen bir sözcüktür. Sekineti yüce Allah bir kalbe
indirdi mi, bu,iç huzuru, rahat, kesin inanç, güven, ağırbaşlılık,
sebat, teslimiyet ve hoşnutluk olarak
karşımıza çıkar.
Bu olayda mü'minlerin kalpleri çeşit çeşit
duygularla coşmakta, tepkilerle kaynamaktaydı. Müslümanlar
beklemekte ve Resulullah'ın Ka'be'ye gireceklerine
dair görmüş
olduğu rüya doğru çıkacak mı diye merak
etmekteydiler. Sonra Kureyşlilerin tutumları ile yüzyüze
geliş ve Resulullah'ın, ihrama girdikten sonra ve
kurbanlık develeri işaretleyip, boyunlarına
kurbanlık nişanı taktıktan sonra o yıl
Kabe'yi ziyaret etmeyerek geri dönüşü kabul etmesi... Doğal
olarak hiç kuşkusuz bu müslümanların çok zoruna
gitmişti. Nakledildiğine göre, Hz. Ömer hiddet içinde
Hz. Ebu Bekir'e gelir ve -Olayı rivayeti içinde tesbit
ettiklerimizden ayrı olarak- "O bizim Ka'be'ye
geleceğimizden ve onu tavaf edeceğimizden söz etmedi mi?"
der. Kalbi Resulullah'ın kalbi ile bütünleşmiş,
kalbinin atışları Resulullah'ın nabzına
tıpa tıp uyan Hz. Ebu Bekir; "Evet, söyledi. Fakat
sana bu yıl Ka'be'ye gideceksin diye mi haber verdi?"
diye sorar. Hz. Ömer: "Hayır" diye cevap verir.
Hz. Ebu Bekir: "Sen oraya gidecek ve orayı tavaf
edeceksin" der. Bunun üzerine Hz. Ömer onun yanından
ayrılır ve Resulullah'a gelir. Resulullah'a söyledikleri
arasında şu cümle de yer alır: "Sen bize
Ka'be'ye geleceğimizi ve onu tavaf edeceğimizi söylemedin
mi?" Resulullah: "Evet söyledim. Sana bu yıl
gideceğimizi haber verdim mi?" buyurur. Ömer: "Hayır"
deyince, Resulullah; "Sen oraya gideceksin ve tavaf edeceksin"
der. İşte bu kesit, mü'minlerin kalbinden geçenlerden
bir örnektir.
Mü'minler, Kureyşin ileri sürdüğü şartlardan
bayağı can sıkıntısı içinde idiler.
İslama girip de, velisinin izni olmadan Hz. Muhammed'e
gelenlerin geri verileceği maddesinden, "Rahman ve Rahim"
isminin anlaşmada yer almasının kabul
edilmeyişinden ve Resulullah ın Allah`ın elçisi
niteliğini anlaşmada reddedilişinden cahili
taassupları yüzünden çok sıkılmışlardı...
Rivayet olunduğuna güre, Amr oğlu Süheyl bu sıfatı
silmesini isteyince, Hz. Ali, silmemiş bu kez Resulullah
silmiş ve şöyle demişti: "Ya Rab! Sen
biliyorsun ki ben senin elçinim: '
Müslümanlar dinlerine son derece düşkün ve müşriklerle
savaşmaya son derece istekli idiler. Bunu, topluca biat
etmeleri göstermektedir. Sonra durum, barıştan
ateşkese ve bunun arkasından da Hudeybiye'den geri dönüş
şeklinde bir gelişme göstermişti. İşin
bu şekilde gelişme göstermesi, onlar için pek yenilir
yutulur bir şey değildi. Bunu da, kurbanlarını
kesmekte, tıraş olmakta işi ağırdan
almalarında görmekteyiz. Hatta sonunda Resulullah onlara bu
isteğini üç kez tekrarlamak zorunda kalmıştı.
Oysa onlar Sakif kabilesinden Mes'ud oğlu Urve'nin de
Kureyş'e anlattığı gibi, Resulullah'ın
emrine sarılma ve itaatta son derece gayretli iken,
kurbanlarını kesmemişler, başlarını
tıraş etmemişler veya saçlarını
kısaltmamışlardı. Bunu ancak,
Resulullah'ı bizzat yaparken görünce yapmaya başlamışlar
ve Resulullah'ın sözünün göstermediği etkiyi, bu
aksiyonu göstermiş ve onları taa yüreklerinden sarsmıştı.
Bunun sonucu olarak da kendilerinden geçmenin dehşeti içinde
Resulullah'ın emrine itaata koyulmuşlardı.
Aslında onlar Medine'den Umre niyeti ile çıkmışlardı.
Gayeleri savaş değildi. Ne ruhen ne de aksiyon olarak
savaşa hazırlamamışlardı kendilerini...
Sonra sürprizler birbirini izlemişti. Kureyşlilerin müfreze
gönderip müslümanların karargahına ok ve
taşlarla saldırmaları... Evet Resulullah, müşriklerle
savaşa karar verip de, biat isteyince ona topluca biat
etmişlerdi. Fakat bu biat olayı, ruhen
hazırlandıkları durumun aksi ile
karşılaşma sürprizini ortadan kaldırmıyordu.
Ki bu sürpriz içlerinde kaynayan reaksiyon ve etkilenmelerin bir
bölümünü oluşturuyordu. Bir kere onlar topu topu bindörtyüz
kişi idiler. Oysa Kureyş, kendi yurdunda civardaki
bedeviler ve müşriklerin desteği yanlarında idi.
İnsan bu manzaraları dönüp de zihninde şöyle
bir yeniden canlandırınca ancak anlayabilir. Yüce
Allah'ın "Kalblerine
güven indiren O'dur" sözünün
anlamını... Bu
sözlerin tadını,
ifadenin lezzetini... Ve insan o günkü atmosferi ancak canlandırabiliyor.
Ve bu ayetlerle o günkü ortamı yaşıyor ve
Allah'ın o kalplere lütfettiği iç huzurunun serinliğini
ve esenliğini hissediyor...
Yüce Allah o gün müminlerin kalplerinde coşup kabaran
duyguların imandan dolayı olduğunu ve imini düşkünlüklerinin
ne kendileri bir pay çıkarmak ve ne de cahiliyet
alışkanlıkları uğruna
olmadığını bilmiş ve kendilerine "İnananların
imanlarını kat kat artırmaları için..."
bu iç huzurunu lütfetmiştir. İç huzuru, dine bağlılık
ve cesaret eden, derece olarak daha üstün bir mertebedir. İç
huzurunda endişesiz bir güven vardır. İç
huzurunda hoşnudluk ve kesin bir inancın
sağladığı güven vardır.
Buradan hareketle, yüce Allah zafer ve galibiyetin zor ve uzak
olmadığını tam tersi sonucun müminlerin
arzuladıkları gibi gelişmesi hikmetine uygun
olduğu zaman yüce Allah için kolay ve basit olduğunu
beyan ediyor. Çünkü yüce Allah'ın dilediği zaman,
galibiyeti sağlayacak zaferi elde edecek yenilmez ve
sayısız askerleri vardır. "Göklerdeki ve
yerdeki ordular Allah'ındır. Allah bilendir, Hakim
olandır." Herşey O'nun hikmeti ve hükmüne
göredir, O nasıl dilerse öyle gelişir. Zaten yüce
Allah ilmi ve hikmeti gereği, müslümanlara takdir buyurmuş
olduğu zafer ve nimeti gerçekleştirmek için "İnananların
imanlarını kat kat artırmaları için
kalplerine güven indiren O'dur." "İman eden
erkekler ve kadınları içinde temelli kalacakları,
içinden ırmaklar akan cennetlere koyar ve onların kötülüklerini
örter. Allah katında büyük kurtuluş budur." Eğer
bu gelişmeler yüce Allah'ın ölçüsüne göre, büyük
bir kurtuluş ise, evet o zaman büyük bir kurtuluş
demektir. Kendi özünde büyük bir kurtuluştur. Yüce
Allah'ın takdirine uygun, ölçüsüne göre ölçülmüş
olan ve O'nun katından bunu elde edenlerin gönüllerinde
büyük bir kurtuluştur bu...
Gerçekten o gün mü'minler yüce Allah'ın kendileri için
takdir ettiği şeylere çok sevinmişlerdi. Ve
surenin açılış ayetlerini dinledikten ve Resulüne
ihsan etmiş olduğu feyizleri öğrendikten sonra,
acaba kendi paylarına ne çıkacak diye merak etmeye
başlamışlar ve Resulullah'a kendi nasiplerini
sormuşlardı. Müslümanlar kendi nasiplerini öğrenince,
gönülleri hoşnutluk, ferah ve kesin iman ile dolup
taşmıştır.
|
|
O |
|
O |
|