O

 

O

 
 

6- Görmedin mi Rabbin ne yaptı Ad kavmine?

7- Yüksek sütunlu İrem'e.

8- Ki ülkeler arasında onun eşi yaratılmamıştı.

9- vadide kayaları oyarak evler yapan Semud kavmine?

10- ve kazıklar sahibi Firavun'a.

11-Bunlar ülkelerinde azmışlardı.

12- Oralarda çok kötülük etmişlerdi.

13-Bu yüzden Rabbin onların üzerine azab kırbacını çarptı

14- Çünkü Rabbin her an gözetlemektedir.

Bu gibi ifadelerde, soru kipi daha çok uyarıcı ve daha fazla dikkat çekicidir. Burada yüce Allah'ın seslenişi ilkin Rasulullah'a ve daha sonra da, geçip giden o insan topluluklarının akıbetlerini görebilen ve düşünebilen herkesedir. Yok olup giden o insan topluluklarının tümü Kur'an'la ilk kez yüzyüze gelen arapların bildikleri nesiller ve onlardan kalan kalıntıların varlıklarını belgelediği ve sonraki nesillerin dillerinde dolaşan hikayelerin tanıttığı insan toplulukları idiler. "Görmedin mi Rabbin ne yaptı Ad kavmine?" diye fiilin öznesinin "Rabbin" şeklinde getirilmesi mü'mine gönül huzuru, dostluk ve rahatlık vermektedir. Özellikle de, Mekke'de yaşayan ve islam davasının ve Müslümanların karşısına dikilip onları gözetleyen müşriklerin azgınlarının azgınlıklarına, böbürlenenlerinin zulmüne göğüs gerip katlanan mü'minlere daha da bir gönül huzuru, dostluk ve rahatlık vermektedir.

Yüce Allah bu kısacık ayetlerde eski tarihin bildiği ve tanıdığı zalim ve böbürlenenlerin en güçlülerinin akıbetlerini sergilemiş, bir araya getirmiştir. Önce, ilk Ad kavmi olan İrem diyarında yaşayan Ad kavminin akıbeti sunulmaktadır. Söylenildiğine göre, bunlar şehirde veya çölde yaşayan araplardandılar, arap yarımadasının güneyinde Yemen'le Hazramevt arasında Ahkaf'da, yani kum tepeleri bol olan bir yörede oturuyorlardı. Bedevi bir hayat sürüyorlardı. Direkler üstüne kurulmuş çadırları vardı. Kur'an-ı Kerim'de güçlü ve şiddetli olmakla nitelenirler. Çünkü Ad kabilesi kendi zamanında en güçlü ve ileri kabile idi. O zamanlar, Ad kabilesi "Ülkeler arasında eşi yaratılmamış" kabile idi.

"Vadide kayaları oyarak evler yapan Semud" kavmine gelince: Bunlar, arap yarımadasının kuzeyinde Medine ile Şam arasında bulunan Hicr diyarında yaşarlardı. Kayaları kesmişler, taşları yontmuşlar ve köşkler yapmışlardı. Ayrıca dağlarda kayaları yontarak kendilerine sığınaklar ve mağaralar yapmışlardı.

"Kazıklar sahibi Firavun'a." gelince... Ayetteki sözü edilen "kazık" büyük bir ihtimal ile, yeryüzüne çakılmış kazıkları andıran sağlam yapılı piramitlerdir. Burada sözü edilen "Firavun" ise, Hz. Musa zamanında yaşayan azgın ve zalim Firavundur.

"Ülkelerinde azanlar, orada çok kötülük edenler" İşte bunlardı. Elbette azgınlığın sonucu bozulma ve alt-üst olmadır. Çünkü azgınlık, azgınlık edenleri ve azgınlığa kurban olanları aynı derecede bozar. Öte yandan azgınlık hayatın her noktasında ilişkileri ve bağları dà bozar, koparır. Ve hayatı, temiz, sağlıklı, yaşatıcı ve yapıcı çizgisinden çıkararak insanın hiçbir şekilde halifelik görevini doğru-dürüst biçimde yerine getiremeyeceği bir çizgiye yöneltir.

Azgınlık azgını arzularının esiri yapar. Çünkü böyle bir kişi, değişmez bir ölçüye boyun eğmez, açık bir sınır tanımaz. Ve bu yüzden ilk bozulan da kendisi olur. Arkasından kendisine yeryüzüne halife olarak getirilmiş bir kulun bulunması gereken yerden başka bir yer seçer. İşte bunun için Firavun'u, azgınlığı bozunca "Ben sizin yüce Rabbinizim" (Naziat Suresi, 24) demişti ve bu sözle yaratılmış olan kulun bulunması gereken yeri öteye aşmış ve bu sözü ile şu çirkin iddiayı -ki bu tam bir bozulmanın ifadesidir- ortaya atmıştı.

Öte yandan azgınlık insanları köleleştirir, basit duruma düşürür. Ama köleleşen bu insanların içlerinde bitmez tükenmez bir nefret ve yuttukları kinin ateşi parlamaktadır. Sonuç; kitlelerin içlerinde insanlık onurunun yok oluşu ve hürriyet ortamından başka yerde gelişmeyen her türlü bağdan kurtulmuş yaratıcılık yeteneklerinin ortadan kalkmasıdır. Zorla boyun eğdirilmiş basık ruhlar kokuşur ve bozulur. Artık böylesi bir ruh, adi şehvet ve hasta mizaç kurtlarının kaynaştığı bir çirkef yuvası olmuş ve sapıklıkların kol gezdiği bir alan olmuştur. Bir de bununla birlikte, idrak, kavrama yeteneği kör olmuş, iyilikseverlik, arzu, ümit ve yüce değerleri gözetme, (yüce değerlere saygı gösterme) ortadan kalkmıştır. Bundan daha kötü bozukluk düşünülebilir mi hiç?

Bir de azgınlık, ölçüleri, değerleri ve doğru düşünceleri yıkar, ortadan kaldırır. Çünkü bu sayılanlar hem azgınlığın ve hem de azgınların varlığı için tehlike demektir. O halde yüce değerleri düşük göstermeli, doğru ölçülerin yalan olduğunu iddia etmeli ve sağlıklı düşünce sistemini değiştirip tersine çevirmeli ki insanlar zulmün iğrenç biçimini kabul etsinler ve onu kabul edilir ve içe sindirilir görsünler... Bundan daha büyük bir bozukluk düşünülebilir mi acaba?

Bu kimseler, yeryüzünde bozgunculuğu artırınca elbette bunun tedavisi yeryüzünü bozgunculuktan temizlemek olacaktır.

"Bu yüzden Rabbin onların üzerine azab kırbacını çarptı. Çünkü Rabbin her an gözetlemektedir."

Rabbin onları gözetlemekte ve yaptıklarını kaydetmekteydi. Yeryüzünde bozgunculuk, çoğalıp artınca yüce Allah da onların başlarına azap kırbacını indiriverdi. Ayetin ifadesi öyle bir canlılığa sahip ki, kırbaç zikredilir zikredilmez azabın sızısı duyuluyor. Ve azabın dökülmesinden söz edilirken, bir azap kırbacı fışkırıyor ve kaplıyor her yanı. O anda acı ve sızılarla, her yeri kaplayan azgın azap "ülkelerinde azan ve orada çok kötülük eden" azgınların tepesinde biraraya gelmekte ve patlamaktadır.

Bir mü'min herhangi bir zamanda ve mekanda azgınlıkla yüzyüze geldiğinde, bütün bu acı felaketlerin gerisinden onun kalbine bir gönül huzuru çağlayıp akıyor.

Yüce Allah'ın, "Çünkü Rabbin her an gözetlemektedir" sözünden ise özel bir gönül huzuru fışkırıp çağlamaktadır. Senin Rabbin oradadır. Herşeyi gözetlemektedir. Hiçbir şey onun gözünden kaçmaz. Herşeyi kontrol etmektedir. Hiçbir şey O'nun dikkatinden kaçamaz. Öyleyse mü'minin kafası huzur içinde olsun. Rahat rahat uyuyabilir. Çünkü onun Rabbi oradadır. Gözetlemededir. Azgınlığı, kötülüğü ve bozgunculuğu kontrol etmektedir.

Burada böylece islam çağrısı konusunda yüce Allah'ın planlamasından bir örnek görmekteyiz. Ancak bu örnek, Huruc suresinin sergilediği Uhdud kavminin başından geçenlere dair nakledilen örnekten farklıdır. Kur'an-ı; Kerim mü'minleri bunun ve onun gibi örneklerle durum ve şartlara göre eğitmiş ve halâ da eğitmeye devam etmektedir. Ve Kur'an mü'minlerin ruhlarını gerek buna ve gerekse ona karşı aynı derecede hazırlamaktadır. Bundan gayesi ise, mü'minlerin ruhlarının her iki durumda da huzur içinde olması,her iki durum benim de başıma gelir diye korkması ve herşeyi dilediği gibi gerçekleştirsin diye Allah'ın kaderine havale etmesidir.

"Çünkü Rabbin her an gözetlemektedir." Senin Rabbin görür, hesaplar, hesaba çeker ve yapılanlara karşılık verir. Ama bütün bunları çok ince, bir ölçü uyarınca yapar. Asla hata etmez, zulmetmez, olayları dış görünüşüne göre değerlendirmez. Fakat herşeyi içyüzüne göre değerlendirir. İnsana gelince insan böyle değildir. Onun ölçüleri şaşabilir. Değerlendirmeleri yanlış çıkabilir. İnsan eğer yüce Allah'ın ölçüsü ile bağlantı kurmamış ise, olayların ancak dış yüzünü görebilir.

 

O

 

O