Araplar, İslâmın gelişinden önce, Yarımada'daki
komşuları olan yahudileri Kitap Ehli olarak görüyorlardı.
'Bu arada onların sapıklıklarını ve kötü
davranışlarını da yakından gözlüyorlardı.
Ayrıca peygamberlerini öldürdüklerini ve bu peygamberlerin
getirdikleri gerçeklere sırt döndüklerini tarihten okumuşlar,
anlatılan hikâyelerden öğrenmişlerdi. Bu yüzden
yahudileri kınıyorlar ve son derece kesin bir dille "kendilerine
bir uyarıcı gönderildiği taktirde herhangi bir
milletten daha sıkı biçim-de doğru yola
bağlanacaklarına
Allah
adına yemin ediyorlardı. "Herhangi bir millet"
derken kastettikleri yahudilerdi. Gerçi bunu açıkça
söylemiyorlardı ama, demek istediklerinin bu olduğu
dolaylı olarak anlaşılıyordu.
İslâm öncesi Araplarının tanırları
buydu, ettikleri yemin böyle idi. Kur'an bize Araplar'ın bu
geçmişini anlâtırken sanki o günlerin tanığı
olmamızı ister gibi bir ifade kullanıyor.
Arkasından arzuları yüce Allah tarafından gerçekleştirilerek
kendilerine "uyarıcı" yani Peygamberimiz gönderilince
nasıl bir tutum takındıklarını gözlerimizin
önüne seriyor. Okuyoruz:
"Fakat kendilerine uyarıcı gelince bu olay,
nefretlerini arttırmaktan başka bir işe
yaramadı. Bu nefretlerinin sebebi yeryüzünde büyüklük
taslamaları ve kötü niyetli komplolarıdır."
Sözü geçen ağır yeminleri yapanların sonraki
tutumlarının böyle olması ve bu "verilmiş
söz"den cayma anlamına gelen inkârcı tutumun yeryüzünde
büyüklük taslama ve kötü amaçlı komplolar düzme
arzusundan kaynaklanması son derece çirkin bir şeydir.
Kur'an onların bu çirkin tutumlarını teşhir
ediyor, bu tutarsız davranışlarını tescil
ediyor. Arkasından onlara yönelttiği bu nazik
aşağılamayâ bu aşağılık tutumu
benimseyen herkese yönelik bir tehdit ekliyor. Okuyoruz:
"Oysa kötü niyetli komplolar sadece düzenleyicilerini
tuzağa düşürür."
Onların kötü niyetli komploları kendilerinden
başka hiç kimsenin başına çorap örmez. Bu
komplolar onları kuşatır, kıskıvrak
bağlar; iyi amellerini boşa çıkarır.
Durum böyle olunca, onlar neyi bekleyebilirler? Neyi
bekleyecekler? Doğallıkla kendilerinden önceki
peygamber yalanlayıcılarının
başlarına çöken kötü akıbeti. Bu akıbetin
ne olduğunu kendileri de biliyorlar. Yüce Allah'ın
değişmez ve yolundan sapmaz kanunu onlar hakkında
da işleyecektir. Okuyoruz:
"Allah'ın yasasının
değiştiğini göremezsin. Allah'ın
yasasında herhangi bir sapma göremezsin."
Toplumsal olayların akışı gelişi güzel
ve rastlantısal değildir. Dünyadaki hayat bir oyun, bir
eğlence değildir. Ortada değişmez, sapmaz,
bozulmaz ve işlerliğini yitirmez kesin kanunlar
vardır. Kur'an bu gerçeği sık sık vurgular,
onu insanlara belletmek ister. Amaç şudur: İnsanlar
olayları tek tek ve birbirlerinden kopuk görmesinler, hayatın
köklü kanunlarından habersiz yaşamasınlar,
kısa bir zamanın ve dar bir yörenin sınırları
içinde mahpus kalarak kendilerini kısa görüşlülüğe
mahkum etmesinler. Ufuklarını genişleterek
hayatın çok yönlü ilişkilerini,
varlığın çok sayıdaki yasasını
kavramaya çalışsınlar. Varlık bütününe
egemen olan kanunların değişmezliğini,
doğal yasaların sürekliliğini hiç akıllarından
çıkarmasınlar. Eski kuşakların
karşılaştıkları akıbetlerin bu gerçeğin
pratiğe yansımış bir doğrulaması
olduğunu unutmasınlar. Geçmişte yaşanan
olayların, ilahi kanun1ann değişmezliğinin ve
doğal yasaların sürekliliğini
kanıtladığının bilincinde olsunlar.
Surenin sonunda çıkılan bu beşinci gezi, yüce
Allah'ın yasasının değişmezliğini,
sapmazlığını dile getiren genel gerçeği
vurguladıktan sonra bu yönlendirici ilkenin bazı somut
örneklerini gözlerimizin önüne seriyor. Okuyalım: