Yeryüzünde insan kuşakları birbirini izliyor; bir
kuşak gidiyor, yerine yenisi geliyor; gelen, gidenin mirasçısı
oluyor. Bir devlet yıkılıyor, yerine başka bir
devlet kuruluyor. Bir ocak sönüyor, yerinde başka bir ocak
tütmeye başlıyor. Yüzyılların
akışı boyunca uygarlıkların biri
batıyor, öbürü doğuyor. Bu sürekli değişimi
izleyip düşünce süzgecinden geçiren insan bu kesintisiz
süreçten şu dersi çıkarmalı, şu bilince
varmalıdır:
Herhangi bir dönemin "yaşayanlar"ı bir süre
sonra "tarih" olacaklardır. Şimdi onlar
nasıl kendilerinden önce gelip geçenlerin izlerini
gözlüyor, tarih olmuş maceralarını
konuşuyorlarsa, ilerdeki kuşaklar da onların
kalıntılarını seyredecek, hayat serüvenlerini
tartışacaklardır. O halde gaflet uykusundan
uyanarak çağları değiştiren, insan
ömürlerinin çarkını döndüren, hayvan döllerini
birbirinin yerine geçiren, devletleri yıkıp kuran,
egemenliklere el değiştirten, insan
kuşaklarını birbirine mirasçı kılan yüce
Allah'ın güçlü elini görmek gerekir. Her şey geçip
gidiyor, son buluyor, yok oluyor. Sürekli kalan, sadece yüce
Allah'dır. Hiçbir kesintiye, hiçbir değişime
uğramadan varlığını sürdüren tek güç
O'dur.
Düşünmek gerekir ki, insan gelip geçici bir canlıdır.
Dünyada kalıcı bir "ölümsüz" değildir.
Belli bir süre sonra noktalanacak bir yolculuğun
akıntısına kapılmış gitmektedir.
Buna göre şu dünyadaki kısa "oturum"unu güzelliklerle
donatmalı, arkasında iyi anılar bırakmalı,
ilerdeki sürekli hayatında işine yarayacak
kalıcı birikimler sağlamalıdır.
Sürekli batıp çıkma, doğup batma olguları
ile yüzyüze gelen; yıkılan egemenliklerin, sönen
hayatların ve birbirine mirasçı olan
ardışık kuşakların sahneleri ile
karşı karşıya kalan insanın bilincine
varacağı gerçeklerin, alacağı derslerin
bazıları işte bunlardır. Evet, şimdi
yukardaki ayetlerin ilk cümlesini okuyalım:
"Yeryüzünde sizleri daha önceki kuşakların
yerine geçirip egemen kılan O'dur."
Yüce Allah, bu ardışık tablolu ve etkili
sahnenin ışığında insanlara
sorumluluğun bireysellik ilkesini hatırlatıyor. Hiç
kimse başkasının yükünü taşımaz,
kimse başkasının
sırtındaki yükü paylaşmaz. Bunun yanı
sıra insanların gerçeğe yüz çevirmeleri,
kâfirlikleri, sapıklıkları ve en sonunda yüzyüze
gelecekleri hüsranlı akıbet gözler önüne seriliyor.
Okuyoruz:
"Kâfirlerin inkârcılıkları kendi
zararınadır. Kâfirlik kâfirlere Rabb'leri katında
sadece daha çok nefret kazandırır."
"Nefret" sevmezliğin en koyu derecelisidir.
Rabb'inin nefretine uğrayan kimseyi ne ağır bir hüsranın,
ne onarılmaz bir yıkımın beklediğini düşünebiliyor
musunuz? Aslında bu nefretin kendisi, bütün hüsran ve yıkım
türlerinden daha büyük bir hüsran daha onarılmaz bir
yıkım değil midir?
İkinci gezide gökler ile yeryüzü dolaşılıyor.
Amaç, müşriklerin yüce Allah'a ortak koştukları
düzmece ilahların izlerini araştırmaktır.
Fakat gezinin sonunda bu düzmece ilahlara ilişkin hiçbir
belirtiye, hiçbir kanıtlayıcı belgeye
rastlanmayacaktır.