8- Kötü işi allandırılıp
pullandırılarak gözüne güzel gösterilen kimse davranışlarını
süzgeçten geçiren, gerçekçi biri gibi olur mu? Allah dilediğini
saptırır, dilediğini de doğru yola iletir.
Sakın onlar için hayıflanma. Hiç kuşkusuz
onların neler yaptıklarını Allah iyi bilir.
Evet, şimdi ayetin cümlelerini irdeleyelim:
"Kötü işi allandırılıp
pullandırılarak gözüne güze
l
gösterilen kimse."
Bu durum, tüm kötülüklerin anahtarıdır. Düşünelim
ki, şeytan insanın kötü davranışını
süsleyip püsleyerek onu kendisine güzel bir iş gibi gösteriyor.
Adam kendini ve yaptığı her işi beğeniyor.
Hiçbir işinin arkasından acaba neresinde hata
yaptım, neresinde kusur işledim diye bir kuşkuya
kapılmıyor. Çünkü hata yapmayacağından
emindir, yaptığı her işin doğru
olduğuna kesinlikle inanmaktadır. Elinden çıkan
her işi övmektedir. Kendinden kaynaklanan her davranışa
hayrandır. Yaptığı bir işi gözden
geçirmeyi, herhangi bir işin, ileri sürdüğü herhangi
bir görüşün başkası tarafından süzgeçten
geçirilmesine katlanamaz çünkü yaptıkları vé düşündükleri
kendi gözünde güzeldir. Onları renkli gözlüklerin arkasından
görmekte, hepsine bayılmaktadır. O halde
eleştirilecek yanları eksik bulunacak yerleri yoktur.
Bu zihniyet, şeytanın insan başına
sardığı bir belâdır. Onun insanın
boynuna taktığı bir yulardır. O yularla
adamı sapıklığa, mahvolmaya sürükler. Buna
karşılık yüce Allah'ın alınlarına
"hidayet" ve "hayır"
yazdığı kimseler de vardır. Yüce Allah bunların
kalplerine duyarlık, çekingenlik, kendini denetleme ve
özünü hesaba çekme duygusu aşılar. Bunlar yüce
Allah'ın "tuzağından" kalplerinin
değişmesi ihtimalinden, hatadan, ayaklarının
kaymasından, kusur işlemekten, yetersiz kalmaktan hiçbir
zaman emin olmazlar. Davranışlarını sürekli
biçimde süzgeçten geçirirler, kendilerini her an hesaba
çekerler, her an şaytanın tuzağından
çekinirler sürekli Allah'ın yardımını
beklerler.
İşte bu nokta hidayet ile sapıklık
arasındaki, başarı ile mahvolmaya sürüklenmek
arasındaki yol ayırımıdır.
Bu son derece derin ve duyarlı bir psikolojik gerçektir.
Kur'an bu gerçeği, sayılı birkaç sözcükle dile
getirir. Tekrarlıyoruz:
"Kötü işi allandırılıp
pullandırılarak gözünü güzel gösterilen kişi."
Böyle bir adam bir sapıtmışlık,
mahvolmuşluk, kötülüğe balıklama
dalmışlık örneğidir. Bütün bu
kötülüklerin anahtarı o allandırıp
pullandırma işlemi, o aldanma, kalbi ve gözü kör eden
perdedir. Böyle bir insanın hiçbir işi iyi olmaz.
Çünkü yaptığı iş kötü olduğu halde
iyi iş yaptığına inanır. Hiçbir hatasını
düzeltemez. Çünkü hata etmeyeceğinden emindir. Hiçbir
bozuk yanını onarmaz. Çünkü bozuk bir yanın
olmadığına güvenmektedir. Kötülüğün
herhangi bir sınırında duracağını da
bekleyemezsiniz. Çünkü attığı her
adımın yapıcı ve yerinde
olduğunu
sanır.
Bu zihniyet bir kötülük kapısı, bir belâ
penceresi ve frensiz bir sapıtmanın
anahtarıdır.
Ayetin cümle yapısı aslında soru biçimindedir:
"Kötü işi allandırılıp
pullandırılarak gözüne güzel gösterilen kişi için
ne dersiniz?" Bu soruya cevap da verilmiyor. Amaç her
cevaba açık olmasıdır. Bu cümle şu
örneklerde görüldüğü gibi çeşitli şekillerde
tamamlanabilir: Böyle bir kimsenin islâh olması, tevbe
etmesi umulabilir mi? Böyle bir kimse kendini hesaba çeken,
yüce Allah'ın denetimini üzerinde hisseden kimse gibi
olabilir mi? ßöyle bir kimse, hiç alçak gönüllü ve
kötülükten sakınan kimse gibi olabilir mi? Bu soru cümlesi
daha başka türlü de tamamlanabilir. Bu üslubun
örneklerinde Kur'an'da sık sık rastlanır.
Ayetin devamında bu soruya, dolaylı biçimde
sözünü ettiğimiz cevaplardan biri verilmektedir.
Okuyalım:
"Allah dilediğini saptırır, dilediğini
de doğru yola iletir. Sakın onlar için hayıflanma."
Sanki yüce Allah şöyle demek istiyor: Allah böyle bir
kişinin alnına sapıklığı
yazmıştır, o böyle bir damga ile damgalanmayı
haketmiştir. Çünkü şeytan ona kötü işlerini güzel
göstermiştir; böylece önüne öyle bir kötülük kapısı
açmıştır ki, bu kapıdan içeri giren hiçbir
sapık bir daha geri çıkamaz.
Evet, Allah dilediğini saptırır, dilediğini
de hidayete erdirir. Fakat bu durum,
sapıklığın ve hidâyetin adamlara yansıyan
özelliğine bağlı olarak meydana gelir.
Sapıklık karakteri insanın aslında kötü olan
davranışını iyi görmesinde kendini gösterir.
Hidayet karakteri de kendini denetleme, hesaba çekme, çekinme ve
sakınma titizliğinde ortaya çıkar. Bu nokta
hidayet ile sapıklık arasındaki yol
ayırımı ve ara kesittir.
Durum böyle olduğuna göre, ey peygamber; "Sakın
onlar için hayıflanma."
Bu mesele, yani hidayet ve sapıklık meselesi,
insanoğlunun yetki alanına giren işlerden
değildir. Bu insan isterse peygamber olsun. Mesele bütünü
ile yüce Allah'ın tekelindedir. Kalpler yüce Allah'ın
iki parmağı arasındadır.
Bakışları ve kalpleri istediği tarafa döndüren
O'dur. Yüce Allah bu gerçeği vurgulamakla Peygamberimizi
teselli ediyor, yüreğine su serpiyor. Hemşehrilerinin
sapıklığı ve bu sapıklığın
sonucunda karşılaşacakları acı
akıbet karşısında merhamet ve şefkat dolu
kalbinin acılarının dinmesini istiyor. "Ama bu
adamlar doğru yola gelsinler getirip öğrettiğim
gerçeği tanısınlar diye" kendisini harap
etmemesini telkin ediyor. Bu normal, insanca bir arzudur. Yüce
Allah, kalbinde beliren bu arzu yüzünden onu okşuyor ve
kendisine açıklıyor ki, bu iş onun elinde
değildir, bütünü ile Allah'ın yetki tekelindedir.
Temsil ettiği dâvanın değerini, üstünlüğünü,
yararlılığını kavrayan her sa
mimi
dâva adamı,
insanların çağrısını
umursamadıklarını, sözlerine sırt
çevirdiklerini, çağrının içerdiği
iyiliği ve üstünlüğü fark edemediklerini, tanıttığı
gerçekten ve olgunluktan yararlanamadıklarını görünce
bu hayıflanma duygusuna kapılabilir. En iyisi dâva
adamları, Peygamberimize yüce Allah'ın
iltifatını kazandıran bu ince gerçeği bilmeli
ve olanca güçleri ile dâvalarını tanıtmaya
gayret etmeli, sonra da yüce Allah'ın kurtuluş ve düzelme
nasip etmediği kimseler için üzülmemeli, yürekleri
yanmamalıdır. Ayetin son cümlesini okuyalım:
"Hiç kuşkusuz onların neler
yaptıklarını Allah bilir."
Yüce Allah insanların neler yapacaklarını
ilişkin bilgisine göre hidayet ile sapıklığı
aralarında paylaştırır. Yüce Allah bu gerçeği
meydana gelmeden önce bildiği gibi gerçekleştikten
sonra da bilir ve ezeli bilgisi uyarınca hidayet ile
sapıklık şıklarından birini
paylarına ayırır. Fakat onları bu ön
bilgisine göre değil, ön bilgisi uyarınca gerçekleşecek
davranışlarına göre hesaba çeker.
Böylece surenin ikinci "kesit"i burada noktalanıyor.
Bu kesit ilk kesit ile bütünleşmiş olduğu gibi,
bir sonraki kesitle uyum içindedir.
EVRENDEN KESİTLER
Surenin bu üçüncü "kesit"i evrenin çeşitli
alanında gerçekleşen ardışık gezilerden
oluşur. Kur'an bu gezilerde iman kanıtlarını
sunar, gözler ve basiretler önüne serilen sahnelerden deliller
ve dayanaklar devşirir.
Bu ardışık geziler, hidayet ile
sapıklığın söz konusu edilmesinden, çağrısına
yüz çevirenlerin olumsuz tutumu karşısında yüreği
yanan Peygamberimizin teselli edilmesinden, bu işin
yetkilisine, yani insanların neler
yaptıklarını iyi bilen yüce Allah'a gerektiğinin
belirtilmesinden sonra gündeme geliyor. Buna göre kim iman etmek
istiyorsa, evren kitabının sayfalarına
yansıyan iman delillerini önünde bulur. Bu delillerin
gizli-kapaklı bir yanı ve ne de karmaşık bir
tarafı vardır. Buna karşılık
sapıtmak isteyen de bile bile, yol gösterici bütün kanıtlar
ortasında inadına sapıtır.
Meselâ ölümden sonraki hayat sahnesi bir delildir. Yeniden
dirilip biraraya gelmenin delilidir. İnsanın topraktan
yaratılması, arkasından şu gördüğümüz
gelişmiş varlığa dönüşmesi delildir.
İnsanın bütün yaratılış ve hayat
evreleri açık bir kitapta yazılı olan belirli bir
tasarı uyarınca gerçekleşmektedir.
Farklı sulardan oluşmuş denizlerin sahnesi ve bu
suların değişik tadlarda yaratılmaları
bir delildir. Bu iki su türünde de yüce Allah'ın insanlara
sunulmuş çeşitli nimetleri vardır. Bu nimetler
şükretmeyi ve kadirşinaslığı gerektirir.
Biribirleri ile bütünleşen, uzayan ve kısalan gece ve
gündüz sahnesinde delil vardır. Bu iki
ardışık doğal olguda yüce Allah'ın
tasarlayıcılığına ve planlı yöneticiliğine
ilişkin delil vardır. Şu duyarlı ve
şaşırtıcı evrensel düzenin yasalarına
boyun eğen güneş ve ay sahneleri de birer delildir.
Bunların hepsi engin evren alanında gözler önüne
serilmiş deliller, göstergelerdir. Bunların
kanıtladıkları gerçek şudur: Bütün bunların
yaratıcısı ve sahibi yüce Allah'dır. Allah
bir yana bırakılarak tapılan putlar ne ses
işitirler ne karşılık verirler ve ne de
evrende tek bir çekirdek kabuğunun sahibidirler. Onlar
kıyamet günü kendilerine tapan sapıkları
tanımazlıktan gelirler, sorumluluklarına
katılmaya yanaşmazlar. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan
başka ne var ki?
Şimdi bu kesiti oluşturan ayetleri incelemeye geçelim: