yanı
başlarında bulsalar da bu böyledir.
Yüce Allah'ın rahmetinin eşliğinde olmayan her
nimetin kendisi bahtsızlığa dönüşür. Buna
karşılık yüce Allah'ın rahmeti ile
kuşattığı her sıkıntının
kendisi nimet haline gelir. İnsan yüce Allah'ın
nimetinin eşliğinde dikenler üzerinde uyusa, üzerinde
uyuduğu dikenler rahat bir döşeğe dönüşür.
Buna karşılık Allah'ın rahmetinden yoksun
kalan kimselerin üzerinde yattıkları ipekli döşekler
sipsivri dikenlere dönüşürler. Allah'ın rahmeti ile
en zor durumlar kolay ve rahat olur. Buna karşılık
Allah'ın rahmeti elini çekince en kolay durumlar, sıkıntıya
ve zorluğa dönüşür. Allah'ın rahmetinin
eşliğinde içine düşülen tehlike-ler ve
korkunçluklar, güvene ve esenliğe dönüşürken O'nun
rahmetinden yoksun olarak girilen caddeler ve asfaltlar kaza ve
ölüm kapanı olur.
Yüce Allah'ın rahmetinin eşliğinde "darlık"
olmaz. Darlık sadece O'nun rahmetinin kesintiye
uğradığı durumlar için söz konusudur.
İnsan Allah'ın rahmetinin eşliğinde olunca,
zindan hücrelerinin kuytu köşelerinde, işkence hücrelerinde
ve ölümün kapanında bile olsa "dar"da olmaz.
Buna karşılık Allah'ın rahmetinden yoksun
kalan kimse nimet ve refah denizlerinde yüzse bile `'rahat"lık
ve "genişlik" bulamaz. Allah'ın rahmeti ile bütünleşen
kalplerden mutluluk, hoşnutluk ve güven pınarları
fışkırır. Buna karşılık
Allah'ın rahmetinin uğramadığı kalplerde
endişe, keder, bezginlik, ızdırap ve
sıkıntı akrepleri cirit atar. Diyelim ki, bu tek
kapı açılmış da diğer bütün kapılar,
pencereler ve yollar yüzüne kapanmış. Hiç aldırış
etme; önün ferahlık, rahatlık, kolaylık ve
bolluk-tur. Buna karşılık diyelim ki, bu tek
kapı yüzüne kapanmış da diğer bütün kapılar,
pencereler ve yollar önünde açılmış. Hiçbir işe
yaramaz. Önün darlık, ızdırap, dert, endişe
ve sıkıntıdır.
Diyelim ki, bu "feyiz" kanalı üzerine doğru
açılmış da rızkın, evin, geçimin dar
olmuş; hayatın sıkıntılı ve
yatağın dikenli olmuş. Üzülme, hiç önemi yok.
Çünkü bolluk, rahat, güven ve mutluluk seni beklemektedir.
Buna karşılık bu "feyiz"
kanalının sana gelen vanası kapanmış ise
yandın! Ne kadar rızkın bo1 olsa da, ne kadar her
işin tıkırında gitse de yararı yok.
Önün darlık, sıkıntı, mutsuzluk ve belâdır.
Yüce Allah'ın rahmet musluğu kuruyunca mal, evlât
vücud sağlığı, maddi güç, rütbe, mevki,
bütün bunlar endişe, sıkıntı ve mutsuzluk
kaynağı olurlar. Fakat ilâhi rahmetin muslukları açılınca
bütün varlık türleri birer huzur, rahat, mutluluk ve
güven kaynağı olurlar.
Yüce Allah rızık musluklarını açınca
eğer rahmeti de birlikte gelirse rahat geçime ve refaha kavuşurlar.
Bu durum dünyada bolluk ve ahirette azık sağlar. Ama
eğer rızık bolluğuna Allah'ın rahmeti
eşlik etmez ise bu zenginlik endişe, korku, kıskançlık
ve kin sebebi olur. Bazen cimrilik veya hastalık sebebi ile
"mahrumiyet"e götürür; kimi zaman da savurganlık
ve değer bilmezlik yüzünden varlık tümü ile elden çıkar.
Çoluk-çocuk eğer yüce Allah'ın rahmetinin
eşliğinde gelirse, hayatın süsü, sevinç ve
mutluluk kaynağı olurlar. Allah'a bağlı birer
mirasçı olarak ana-babanın sevap defterlerine yeni
sevaplar yazdırırlar. Buna karşılık yüce
Allah'ın rahmeti eşliğinde kazanılmayan
çoluk-çocuk, ana-babanın başına belâ uğursuzluk,
dert, mutsuzluk, gece uykusuzluğu ve gündüz sıkıntısı
olur.
Allah insana vücud sağlığı ve maddi güç
verdiğinde eğer bunlara O'nun rahmeti eşlik ederse,
sahipleri için nimet, onurlu hayat ve yaşama zevki
kaynağı olurlar. Eğer bu nimetler yüce Allah'ın
rahmetinden ayrı düşerlerse sahiplerinin
başına belâ kesilirler. Bu durumda sağlık ve
maddi güç vücudu yıpratan, ruhu yozlaştıran ve
hesaplaşma gününün günah birikimini kabartan birer iç
düşman olurlar.
Yüce Allah'ın rahmeti eşliğinde verdiği rütbe
ve mevki, sahipleri için birer toplumu düzeltme aracı,
birer güven kaynağı, birer ahirete yönelik iyi birikim
vesilesi olurlar. Eğer Allah'ın rahmet muslukları
kurursa, o zaman mevki ve rütbe sahipleri için birer endişe
kaynağı olurlar. Adam, onları her an
kaybedeceği kuşkusu içinde yaşar. Bunun yanı
sıra saldırganlık ve azgınlık aracı
olarak kullanılırlar. Ayrıca sahiplerini
kıskançlıklara ve düşmanlıklara hedef
yaparlar. Adam bir türlü huzur bulamaz, rütbesinin ve mevkiinin
zevkini tadamaz olur. Bütün bunlara ek olarak ahirete cehennemi
boylamasına yol açarak bir sürü günah biriktirir.
Geniş bilgi, uzun ömür, iyi mevki de öyle. Bunların
hepsi yüce Allah'ın rahmetinin eşliğinde
başka, yüce Allah'ın rahmetinden yoksun
kaldıklarında başka olurlar. Az bilgi meyve
verebilir, yararlı olabilir. Kısa ömür bereketli ve
verimli olabilir. Az gelir, Allah'ın rahmeti sayesinde,
insana mutluluk sağlayabilir.
Bütün bu konularda, durumlarda, olanlarda toplumlar, tek tek
kişiler gibi, milletler de fertler gibidirler. Açıkladığımız
örneklere göre bu iki kesimi biribiri ile karşılaştırabiliriz.
Allah'ın bir rahmeti de insanın Allah'ın
rahmetini algılayabilmesidir. Yüce Allah'ın rahmeti
insanı sarabilir, kuşatabilir, üzerine oluk oluk
akabilir. Fakat insanın onun bilincine varması, onu
umması, onun geleceğine güvenmesi, şartlar ne
olursa olsun onu beklemesi başlı başına bir
rahmettir. Buna karşılık insanın Allah'ın
rahmetini kafasından silmesi, ondan umut kesmesi, onun
geleceğinden kuşku duyması, başlı
başına bir azaptır. Yüce Allah, hiçbir zaman
mü'minleri bu azaba çarptırmaz. Okuyalım:
"Allah'ın lütfundan sadece kâfirler ümitsiz
olur" (Yusuf Suresi 87)
Yüce Allah'ın rahmetini isteyen herkes her yerde ve her
durumda onu yanı başında bulur. Hz. İbrahim bu
rahmeti ateşin içinde buldu. Hz. Yusuf onu kuyunun dibinde
ve zindanda buldu. Hz. Yunus onu üç katlı
karanlığın altında, balığın
karnında buldu. Hz. Musa onu her türlü güçten ve
korumadan yoksun olduğu bebeklik döneminde nehrin dalgaları
arasında ve pusuda bekleyen, her yerde kendisini arayan
azılı düşmanı Firavun'un sarayında
buldu. Mağaraya sığınan genç mü'minler onu
bir mağaranın kuytu köşesinde buldular. Oysa onlar
onu önce köşklerde ve evlerinde aramışlardı
da sonra birbirlerine şöyle demişlerdi:
"Öyleyse mağaraya
sığınınız, Rabb'iniz engin rahmetinden
size bir pay göndersin ve şu işinizde size
kurtuluş yolu göstersin (Kehf Suresi, 16)
Peygamberimiz ile yakın dostu Ebu Bekir bu rahmeti
Kureyşlilerin iz süren yoğun kovalamaları
altında bir mağarada buldu. O'nu O'na
sığınan herkes bulur. Yalnız bunun için diğer
insanın her şeyden ümidini kesmiş olması,
başka hiçbir yerde güç vehmetmemesi, başka hiçbir
yerden rahmet beklememesi, bütün kapılardan yüz çevirerek
tek Allah'ın kapısına yönelmiş olması
gerekir.
Şunu da unutmamak gerekir ki, yüce Allah rahmetinin kapılarını
açınca bu rahmetin akışını hiç kimse
durduramaz. Buna karşılık yüce Allah rahmetinin akışını
durdurunca onu kimse salamaz. Öyleyse hiç kimseden ve hiçbir
şeyden korkamaya gerek yok; hiç kimseye ve hiçbir şeye
umut bağlamaya da ihtiyaç yok. Ne fırsat kaçtı
diye korkuya kapılmalı ve ne de fırsat çıktı
diye ümide kapılmalı. Bu konudaki tek yönlendirici
faktör, yüce Allah'ın dileğidir. Onun açtığını
kimse kesemez ve O'nun kestiğini de kimse salamaz.
İş doğrudan doğruya Allah'ın elindedir.
Çünkü:
"O üstün iradelidir ve her işi yerinde yapar."
Hiç kimseye danışmaksızın açar, ya da
kapatır. Bu açmasının ve kapatmasının
arkasında her zaman bir hikmet hakli bir gerekçe bulunur.
Evet, ayeti tekrar okuyoruz:
"Allah'ın insanlara açtığı rahmeti hiç
kimse alıkoyamaz."
İnsanların, Allah'ın rahmetine erebilmek için
yapacakları tek iş, onu doğrudan doğruya
O'ndan istemektir. Hiçbir aracıya, hiçbir vesileye başvurmamaktır.
Tam bir güven ve teslimiyetle, tam bir umutla ibadete koyularak
O'na yönelmektir. Devam adıyoruz:
"O'nun alıkoyduğunu da O'nun
dışında hiç kimse salamaz."
Öyleyse ne bir Allah kuluna umut bağlamalı ve ne de
bir Allah kulundan korkmalıdır. Çünkü yüce Allah'ın
alıkoyduğu bir rahmeti hiç kimse salamaz. Bu ayet insan
vicdanına ne güçlü bir huzur ve güven aşılıyor;
duyguları, düşünceleri ve değer
yargılarını ne kadar berrak hale getiriyor
değil mi? Bir tek ayet, yeni bir yaşama
tarzının ana hatlarını belirliyor, insan
kafasına bu yeni hayatın değişmez değer
yargılarını yerleştiriyor. Bu değer
yargılarının ölçüleri, kriterleri sarsılmaz,
zigzag çizmez ve dış etkenlerin baskısına
kapılarak değişmez. Bu etkenler ister gitsin, ister
gelsin; ister büyük, ister küçük olsun; ister önemli, ister
önemsiz olsunlar; kaynakları ister insanlar, ister olaylar,
isterse nesneler olsun, fark etmez.
Eğer bu tek ve net kavram bir insanın kalbine
yerleşse, o kimse bütün olaylara, bütün dış
nesnelere, bütün kişilere, bütün güçlere, bütün değer
yargılarına, bütün bakış açılarına
karşı yalçın dağlar gibi direnir.
İsterse bütün insanlar ve cinler başına yüklensinler.
Ne önemi var. Çünkü onlar yüce Allah'ın
kıstığı bir rahmetin musluğunu açamazlar
ve Allah'ın açtığı bir rahmetin
musluğunu da kesemezler. Çünkü "O üstün
iradelidir ve her işi yerinde yapar."
Kur'an-ı Kerim, İslâmın ilk günlerinde o
şaşırtıcı insan grubunu işte bu ve
benzeri ayetler ile, bu tür belirli kalıplara dökerek
meydana çıkarmıştı. O örnek insan grubu
yüce Allah'ın gözü önünde O'nun Kur'an'ı
aracılığı ile yetiştirilmişti.
Sonradan bu bir avuç insan, yüce Allah'ın gücünün somut
bir aracı olmuştu. Yüce Allah, bu bir avuç insan aracılığı
ile istediği inanç sistemini, istediği düşünceyi,
istediği değer yargılarını, istediği
sosyal kurumları ve rejimi kurmuştu. Onlar
aracılığı ile istediği ve bugün bize
hayal gibi, rüya gibi görünen yaşama örneklerini pratiğe
yansıtmıştı.
Bu örnek toplum yüce Allah'ın bir gücü idi. Onu
dünyada dilediği kimselerin üzerine salıyor, ona
yaptırım gücü sayesinde pratik hayatta ve insanlar
üzerinde dilediği reformları yapıyor, silmek
istediği değerleri ve uygulamaları siliyor, ortaya
koymak istediği değerleri ve kurumları ortaya
koyuyordu.
Çünkü o seçkin toplum, Kur'an'ın sadece sözleri ile
ve sadece güzel anlamları ile ilgilenmiyordu. O toplum
bunlardan çok Kur'an'ın
somutlaştırdığı gerçekler ile
ilgileniyor, gündelik hayatın ı bu gerçeklere göre
düzenliyordu.
Kur'an bugün de insanların ellerindedir. O ayetleri ile
ilk müslüman fertleri gibi fertler ve ilk İslâm toplumu
gibi toplumlar oluşturabilir. Bu fertler ve toplumlar yüce
Allah'ın izni ile O'nun silmek istediğini silebilir ve
O'nun ortaya koymak istediğini ortaya koyarlar. Bunun için
bu davranış kalıpların kalplere
yerleşmesi gerekir. İnsanlar bu davranış
kalıplarını ciddiye almalı, onları elle
tutar ve gözle görürcesine algılayarak gerçek anlamda
pratiğe yansıtmalıdırlar.
Şimdi bir işim daha var. Bu ayeti okurken
tanıdığım bana yönelik özel bir rahmetine
karşılık yüce Allah'a hamd etmek istiyorum.
Anlatayım:
Şu anda bu ayeti okurken sıkıntı,
bunalım, ruh darlığı ve ızdırap içinde
idim. Ruhum kurumuş, içim kararmış,
sıkıntıdan bunalmış bir durumdayken bu
ayet karşıma çıktı. Böyle zor bir anımda
bu ayetle yüzyüze geldim. Bu hava içinde bu ayetin özünü
kavramaya, gerçek mahiyetini içimde özümlemeye beni muvaffak
etti. Ayetin özü sanki burnuma çektiğim kokusunun, içime
dalda dalga yayılışını hissettiğim
bir misk idi. O kavradığım soyut bir anlam
değil, attığım somut bir gerçekti. Bu bana
yönelik başlı başına bir rahmet idi. Bu
rahmet, ayetin pratik açıklaması halinde ruhuma
doluyordu. Allah'ın açtığı bir musluktan içime
gürül gürül akıyordu.
Ben bu ayeti daha önce birçok kez okumuştum; sözcükleri
birçok kez gözlerimin önünden geçmişti. Fakat şu
anda duru bir su gibi içime akıyor, ruhumda anlamı
somutlaşıyor, soyut gerçeği
varlığımla bütünleşiyor ve bana şöyle
fısıldıyor: İşte o benim, yüce Allah'ın
kanalını açtığı rahmetin bir örneğiyim.
Gör bakalım, nasıl olduğunu.
Çevremde değişen hiçbir şey yok. Fakat her
şeyin duygu dünyamdaki algısı
değişiverdi. İnsan kalbinin, bu ayetin içerdiği
gibi bir evrensel gerçeğe açılması son derece büyük
bir nimettir. İnsanın tattığı ve
yaşadığı bir nimet. Fakat insan çoğunlukla
böyle bir nimeti tanımlayamaz; yazıya, kelimelere dökerek
başkalarına aktaramaz. Ben bu nimeti yaşadım,
tattım ve tanıdım. Bütün bunlar hayatımın
en sıkıntılı ve içimin en kararmış
bulunduğu, en bunalımlı anlarımda oldu.
Bir anda rahatlık, genişlik, huzur, doygunluk
buluyorum. Kendimi bütün bağlardan kurtulmuş, bütün
sıkıntıların baskısından
sıyrılmış hissediyorum, tüy gibi