Savaş, iki grubun konumlarıyla birlikte
canlanmaktadır. Bunların da ötesinde yeralan gizli
planla birlikte gözler önündedir. Şunları şuraya,
şunları da oraya, kervanı ise biraz daha uzağa
yerleştirirken Allah'ın eli az kalsın görülecektir.
Kelimeler, Peygamberimizin rüyasına, her grubun
diğerine az görülmesine, her iki grubun birbirlerini tahrik
etmesine ilişkin Allah'ın planından dolayı
adeta şeffaflaşmaktadır.
Bu sahneleri ve bu sahnelerin ötesini bu canlılık ve
gözle görülen bu hareketlilikle, üstelik böylesine az
ifadelerle sunmak ancak Kur'an'ın eşsiz ifade
tarzıyla mümkündür. '
Bu ayetlerin canlandırdığı sahneleri,
Peygamberimizin hayatını anlatan kitaplardan
yaptığımız alıntılarla
sunduğumuzda işaret etmiştik. Müslümanlar
Medine'den çıktıkları zaman vadinin Medine'ye
yakın yakasına konaklamışlardı. Ebu
Cehil'in komutasındaki müşrik ordusu da Medine'nin uzak
yakasında konaklamıştı. İki grubu
birbirinden bir tepe ayırıyordu. Kervanı ise, Ebu Süfyan
deniz sahiline doğru, iki ordunun
aşağısına yöneltmişti.
Her iki ordu da birbirlerinin yerinden habersizdi. Yüce Allah
dilediği bir işin gerçekleşmesi için onları
bu şekilde bir tepenin iki yamacında biraraya
getirmişti. Öyle ki, buluşmak üzere aralarında sözleşmiş
olsalar bile, zamanlama ve yer bakımından böylesine
dikkatli ve özenli bir şekilde buluşamazlardı. Bu,
yüce Allah'ın planlama ve takdirini hatırlamaları
için müslüman kitleye sözünü ettiği bir olgudur:
"Hani Bedir savaşında siz vadinin Medine'ye
yakın yakasında, onlar Medine'ye uzak yakasında ve
ticaret kervanı da vadi tabanına sizden daha yakın
idi. Eğer bu şekilde buluşmak üzere sözleşseydiniz
bile, bu şekilde buluşamazdınız. Fakat Allah
ortaya çıkması gereken bir sonucun gerçekleşmesi
için bu buluşmayı böyle düzenledi."
Bu şekilde dikkatli ve özenli bir tarzda gerçekleşen
bu sürpriz buluşmanın ötesinde hiç kuşku yok ki,
yüce Allah'ın realiteler dünyasında gerçekleşmesini
dilediği ve onun için bu gizli ve latif planı
tasarladığı bir olay sözkonusudur. Sizi bu olayın
gerçekleşmesine aracı kılmıştır.
Bunu rahatlıkla gerçekleştirebilmeniz için bütün koşulları
hazırlamıştır.
Yüce Allah'ın gerçekleşmesi için bütün koşulları
düzenlediği takdir edilmiş bu olay ise, yüce Allah'ın
şurada sözünü ettiği olaydır:
Ayette geçen "Helak" kelimesi doğrudan
doğruya kendi anlamında kullanıldığı
gibi, küfür anlamına da gelebilir. "Hayat"
kelimesi de öyle; kendi anlamında
kullanıldığı gibi iman için de kullanılmıştır.
Kelimelerin ikinci anlamları burada daha bir belirgindir. Yüce
Allah'ın şu sözü de bu anlama bir örnek oluşturmaktadır:
"Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar
arasında yürürken yararlandığı bir
ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde
bocalayıp oradan bir türlü dışarı çıkamayan
kimse gibi midir? (En'am, 122)
Burada küfür, ölüm kelimesiyle ifade edilmiş, iman da
hayat kelimesiyle... Bununla da islâmın, küfür ve imanın
özüne bakışı da ortaya çıkmaktadır. Dördüncü
ciltte yeralan En'am suresinin bu ayetini tefsir ederken, bu bakışı
ayrıntılı biçimde açıklamıştık.
Bu anlamın tercih edilmesinin nedeni, yüce Allah'ın
belirttiği gibi Bedir gününün "ayrılık günü"
olmasıdır. Bu günde yüce Allah hak ile batılı
birbirinden ayırmıştı. -Nitekim buna az önce
değinmiştik- Bu yüzden, bundan sonra kâfir olan bir
şüpheden dolayı değil, bile bile kâfir olmaktadır,
dolayısıyla bile bile can vermektedir. Aynı
şekilde bundan sonra mü'min olan da savaşın
belirginleştirdiği açık bir kanıta dayanarak
mü'min olmaktadır.
Bedir savaşı beraberinde getirdiği
koşullarıyla, insanın planından öte bir plana,
insanın gücünden başka geri planda yeralan bir gücün
varlığına karşı konulmaz bir kanıt,
çürütülmez bir belge niteliğindedir. Bu savaş
kesinlikle kanıtlamaktadır ki, bu dinin
taraftarları tamamen onu hoşnut etmek için, onun
yolunda cihad ettikleri, sabredip direndikleri sürece onlara yardım
eden, onları destekleyen, onları koruyan bir Rabbleri
vardır. Yoksa eğer iş, gözle görülen maddi
güçlere kalsaydı müşrikler yenilmez, müslüman kitle
de böylesine büyük bir zafer elde edemezdi.
Bizzat müşrikler, savaşa giderken kendilerine
yardım amacıyla asker göndermek isteyen müttefiklerine
şöyle demişlerdi: "Andolsun ki, şayet biz
insanlarla savaşacaksak, onlardan geri kalır bir
yanımız yoktur. Yok eğer biz Muhammed'in iddia
ettiği gibi Allah'la savaşacaksak, hiç kimsenin gücü
Allah'a yetmez! Şayet bilmek fayda verseydi onlar, her zaman
doğru söyleyen, güvenilir Muhammed'in dediği gibi,
Allah'la savaştıklarını ve hiç kimsenin
Allah'a güç yetiremeyeceğini gayet iyi biliyorlardı.
Bundan sonra kâfir olmakla helâk oluyorlarsa, can verip
gidiyorlarsa, bile bile can veriyorlardır.
Bunlar şu değerlendirmenin zihnimde ilk planda
uyardığı düşüncelerdir:
"Böylece can veren bile bile can verecek, hayatta kalan
da bile bile hayatta kalacaktır."
Ne var ki, bunun ötesinde bir diğer işaret de
yeralmaktadır.
Hak ordusuyla batıl ordusu arasında savaş çıkması,
vicdanlarda üstünlük sağladıktan sonra, realiteler dünyasında
da hakkın egemenliğinin pekişmesi... evet bütün
bunlar gerçeğin, gözlerin ve kalplerin görebileceği
şekilde belirginleşmesine, akıllarda ve vicdanlarda
karışıklığın giderilmesine
yardımcı olmaktadırlar. Bu zafer sayesinde durum o
kadar kesinleşmiş ve belirginleşmiş ki,
artık yokolmayı, yani küfrü tercih eden birinin açıkça
ilan edilen ve realiteler dünyasında üstünlük sağlayan
hakka ilişkin olarak herhangi bir kuşkusu
kalmamıştır. Aynı şekilde hayatta kalmak
isteyen yani mü'min olmak isteyen- biri yüce Allah'ın bu
zaferi bahşettiği ve tağutları yüzüstü bıraktığı
bu dinin hak olduğundan kuşku duymamaktadır.
Bu açıklamalar bizi tekrar, dokuzuncu cüzde Enfal
suresini tanıtırken, kötülüğün gücünü ve tağutun
egemenliğini yerle bir etmek, hak sancağını ve
Allah'ın egemenliğini yüceltmek için cihad etmenin
zorunluluğuna ilişkin olarak söylediklerimize
götürüyor. Kuşkusuz bu, hakkın belirginleşmesine
yardım etmektedir: "Böylece can veren bile bile can
verecek, hayatta kalan da bile bile hayatta kalacaktı."
Bu yaklaşım aynı zamanda bu surede yeralan yüce
Allah'ın şu sözünün verdiği işaretlerin
boyutlarını kavramamıza da yardımcı
olmaktadır.
"Onlara karşı elinizden geldiği kadar gerek
Allah'ın gerekse özünüzün düşmanlarını ve
bunlar dışında Allah'ın bildiği, fakat
sizin bilmediğiniz gizli düşmanlarınızı
yıldırıp caydıracak savunma gücü ve atlı
savaş birlikleri hazırlayınız."
Güç hazırlamak ve yıldırmak bazı gönüllerin
hakkı daha iyi görmelerine yardımcı olur. Bu gönüller,
daha önce de söylediğimiz gibi "yeryüzünde"
bütün "insanlığın" evrensel özgürlüğünü
ilan etmek üzere harekete geçen hakkın sahip olduğu gücün
etkinliği olmadığı sürece uyanmaz, gerçeği
kavrayamaz. (Enfal suresinin giriş kısmına bkz.)
Savaşta rol oynayan ilahi planın bu yönü ve pratik
olarak gerçekleşen bu planın amacı üzerine yapılan
değerlendirme de şudur:
"Hiç kuşkusuz Allah her şeyi işitir ve her
şeyi bilir."
Hak taraftarlarının ve batıl
taraftarlarının söyledikleri, sözlerinin ve davranışlarının
ardında göğüslerinde gizledikleri hiçbir şey yüce
Allah'a saklı değildir. Açıkta olanlardan haberdar
olması, gizli olanları da bilmesiyle O, her şeyi
planlar ve takdir eder. O, her şeyi işitir ve her
şeyi bilir.
Savaş, savaşta meydana gelen kimi olaylar ve
savaş koşulları sunulurken, arada yeralan bu
değerlendirmeden sonra ayetlerin akışı normal
seyrini sürdürüp yüce Allah'ın gizli ve latif
planını gözler önüne seriyor.
"Hani Allah onları sana rüyanda az gösteriyordu. Eğer
onları kalabalık gösterseydi, moraliniz bozulur, bu
konuda aranızda tartışmaya düşerdiniz. Fakat
Allah sizi bu tehlikeden korudu. Hiç şüphesiz O, kalplerin
özünü bilir."
Yüce Allah'ın savaş planlarından biri,
Peygamberimize rüyasında kâfirlerin güç ve ağırlık
bakımından az olduklarını göstermekti.
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- rüyasını
arkadaşlarına anlatıyor, onlar da buna seviniyor ve
savaşmaya istekli oluyorlar. Daha sonra yüce Allah burada
onları niçin peygamberine az gösterdiğini haber
veriyor. Kuşkusuz yüce Allah, onları çok gösterse,
Peygamberimizle birlikte bulunan azınlığın
moralinin bozulacağını biliyordu. Çünkü herhangi
bir hazırlık yapmadan ve savaşacaklarını
tahmin etmeden Medine'den çıkmışlardı.
Nitekim düşmanla karşılaşmaktan çekinmiş,
bu konuda aralarında tartışma baş göstermişti.
Bir grup onlarla savaşmayı, diğer bir grup da
onlardan uzak durmayı uygun görüyordu. Bu şartlarda böyle
bir tartışmaya girmek ise, düşmanla
karşılaşan bir ordunun başına gelebilecek
en kötü durumdur.
"Fakat Allah sizi bu tehlikeden korudu. Hiç şüphesiz
O kalplerin özünü bilir."
Kuşkusuz yüce Allah kalplerin özünü biliyordu. Bu
noktada müslüman kitlenin içinde bulundukları zaaf halini
bildiğinden onlara lütfetti ve müşrikleri rüyada
peygamberine az gösterdi, oldukları gibi çok göstermedi.
Bu rüya, gerçekte doğru bir rüyadır. Peygamberimiz
-salât ve selâm üzerine olsun- onları az görmüştür.
Onlar sayı bakımından çokturlar ama, birçok
şeyden yoksundurlar ve savaşta bir
ağırlıkları sözkonusu değildir.
Kalpleri, geniş bir kavrama yeteneğinden, ortak bir
imandan, böyle durumlarda büyük yararı olan ruh
gıdasından yoksundur. Yüce Allah bu yanıltıcı
dış görünüşün ötesindeki gerçek olguyu
Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- gösteriyor.
Böylece mü'min kitlenin gönüllerine güven bahşediyor.
Çünkü yüce Allah mü'minlerin gizli hallerini biliyor. Sayılarının
az, hazırlıklarının yetersiz olduğunu,
şayet düşmanlarının kalabalık
olduğunu öğrenecek olurlarsa
karşılaşmaktan çekinmek ve savaşmak ya da
savaşmamak konusunda çekişmek gibi olayların
başgöstereceğini biliyordu. İşte bu rüya,
kalplerin özünü bilen yüce Allah'ın savaşa
ilişkin planlarından biriydi.
İki ordu karşı karşıya geldiğinde
Peygamberimizin rüyası, iki taraf üzerinde fiilen gerçekleşti.
İşte bu da, savaşı ve savaştaki
olayları ve ötesini sunarken, yüce Allah'ın onlara sözünü
ettiği planın bir parçasıydı.
"Allah, ortaya çıkması gereken sonucun gerçekleşmesi
için savaş alanında
karşılaştığınızda onları
sizin gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde
azaltıyordu. Her işin sonu Allah'a varır."
Her iki grubu savaşa teşvik etmek için birbirleri
hakkında yanıltmak bu ilahi planın bir parçasıydı.
Evet, mü'minler düşmanlarının sayı
bakımından az olduklarını görüyorlardı.
Çünkü onlar hakikat gözüyle bakıyorlardı. Müşrikler
de zahiri gözlerle baktıklarından dolayı, mü'minleri
az görüyorlardı. İki gruptan her birinin rakibini gördüğü
bu iki gerçeğin ötesinde ilahi plan amacına
ulaşıyor, yüce Allah'ın takdir ettiği sonuç
gerçekleşiyordu.
"Her işin sonu Allah'a varır."
Bu, planın amacına ulaşmasına, takdir
edilen sonucun gerçekleşmesine uygun bir
değerlendirmedir. Ve bu, sonunda tek başına Allah'a
varan bir iştir. Kendi otoritesiyle yönlendirir, iradesiyle
gerçekleştirir O. Gücünün ve egemenliğinin etki
alanının dışında bir şey
değildir bu. Varlık bütününde O'nun öngördüğünün
ve takdir ettiğinin dışında hiçbir şey
meydana gelemez.
Durum böyle olduğuna göre... Plan Allah'ın
planı ve zafer O'nun katından geldiğine göre...
Zaferi garantileyen sayısal çoğunluk
olmadığına göre.. Savaşın sonucunu
belirleyen, maddi hazırlık olmadığına göre,
o halde mü'minler kâfirlerle karşılaştıklarında
direnmelidirler. Savaş için gerekli olan gerçek hazırlıkları
yapmalıdırlar. Olayları planlayan, takdir eden,
yardım ve destek gönderen güç ve egemenlik sahibi olan
yüce Allah'ın yarattığı sebeplere
sarılmalıdırlar. Sayı ve maddi
hazırlık bakımından oldukça kalabalık
olmalarına rağmen kâfirlerin yenilmesinde etkin rol
oynayan yenilgi sebeplerinden uzak durmalıdırlar.
Şımarmaktan, büyüklük taslamaktan ve batıl düşüncelerden
soyutlanmalıdırlar. Şu kâfirleri mahveden
şeytanın aldatmasına karşı sürekli uyanık
olmalıdırlar. Sadece Allah'a dayanmalıdırlar.
Çünkü her şeyden üstün, güçlü ve olayları
hikmetle yönlendiren, onlara hükmeden O'dur.