38- Kâfirlere dedi ki; "Eğer
saldırganlıklarından vazgeçerlerse geçmişteki
suçları bağışlanır. Yok eğer eski
tutumlarına dönerlerse, daha öncekiler için geçerli olan
kurallar onlar için de işler. "
39- Fitnenin kökü kazınıp Allah'ın dini
kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız.
Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç şüphesiz
Allah onların ne yaptıklarını görür.
40- Eğer yüz çevirirlerse biliniz ki, Allah sizin
dostunuz ve dayanağınızdır. O ne güzel bir
dost ve dayanak, ne güzel bir yardım edicidir.
Yaratıcı ve dilediğini zorla yaptıran ezici
güce sahip olan yüce Allah'ın onların
topluluklarının mahvına, harcadıkları
malların yürek acısına dönüşmesine, dünyada
rezil olup yürek acısı çektikten sonra murdarların
üstüste konulup cehenneme atılmasına ilişkin açıklamasının
ışığında kâfirlere söyle:
"Kâfirlere de ki; eğer
saldırganlıklarından vazgeçerlerse, geçmişteki
suçları bağışlanır. Yok eğer eski
tutumlarına dönerlerse daha öncekiler için geçerli olan
kurallar onlar için de işler."
İçinde yaşadıkları küfre, islâm ve
müslümanlara karşı savaşmak üzere biraraya
gelmeye, insanları Allah yolundan alıkoymak için malı
harcamada bulunmaya son vermeleri için karşılarına
önemli bir fırsat çıkmıştır. Bütün
bunlardan tevbe etmeleri ve Allah'a dönmeleri için önlerindeki
yol açıktır. Bu durumda önceki günahları
bağışlanır. Çünkü islâm, daha önce işlenenleri
siler, götürür. İnsan anasından doğmuş gibi
daha önce işlemiş kötülüklerden arınmış
olarak islâma girer. Ancak onlar -bu açıklamadan sonra-
tekrar içinde bulundukları küfre ve düşmanlığa
dönecek olurlarsa, onlardan önce gelip geçmiş milletlere
ilişkin Allah'ın yasası işlevini yerine
getirecektir. Allah'ın yasası, tebliğ ve açıklamadan
sonra yalanlayanları azaba çarptırmak, dostlarına
da zafer, üstünlük ve galibiyet sağlamak şeklinde
işlevini görmüştür. Bu değişmez ve her
zaman için geçerli olan bir yasadır. Buna göre kâfirler,
yolların ayrılış noktasında tercihlerini
yapmalıdırlar.
Bu noktada kâfirlerle yapılan konuşma son buluyor ve
surenin akışı mü'minlere yöneliyor:
"Fitnenin kökü kazınıp Allah'ın dini
kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız.
Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse hiç şüphesiz
Allah onların ne yaptıklarını görür."
"Eğer yüz çevirirlerse biliniz ki, Allah sizin
dostunuz ve dayanağınızdır. O ne güzel bir
dost ve dayanak, ne güzel bir yardım edicidir."
İşte Allah yolunda cihadın her çağda ve
her yerde geçerli olan sınırları. Bununla beraber,
islâmda cihada ve islâm savaş kurallarına ilişkin
olarak bu surede yeralan hükümler nihaî hükümler değildirler.
Bu konudaki son hükümler, hicri dokuzuncu senede indirilen Tevbe
suresinde yeralmaktadır. Bununla beraber surenin giriş
kısmında da söylediğimiz gibi -İslâm
aksiyoner bir harekettir, insanlığın pratik
hayatını uygun yöntemlerle karşılar.
Aynı zamanda islâm aşamalı bir harekettir. Her
aşama için pratik ihtiyaç ve gereklerine cevap verecek
uygun yöntemleri vardır.
Bununla beraber,
"Fitnenin
kökü kazınıp, Allah'ın dini kesinlikle egemen
oluncaya kadar onlarla savaşınız." ayeti
süregelen cahiliyenin pratiğine karşı islâmi
hareketin her zaman için geçerli olan bir hükmünü
belirlemektedir.
Surenin tanıtım kısmında da
değinildiği gibi islâm, bütün "yeryüzünde"
tüm `insanlığın' kula kulluktan -aynı
şekilde kendi arzusuna kul olmaktan, çünkü bu da kula
kulluğun bir türüdür- kurtuluşunun evrensel bildirisi
olmak için gelmiştir. Bunu da yüce Allah'ın tek ve
ortaksız ilalılığını, alemler
üzerindeki Rabblığını ilan etmekle gerçekleştirmiştir.
Bu ilan, her çeşidiyle ve tüm şekilleriyle
insanın hakimiyetine dayalı düzenlere ve rejimlere karşı
kapsamlı bir devrim anlamına gelmektedir. Yeryüzünün
her köşesinde, her ne şekilde olursa olsun hakimiyetin
insanlara ait olduğu rejimlere karşı tam bir
başkaldırı anlamına gelmektedir. ( Enfal
suresinin giriş kısmına bkz.)
Bu önemli hedefin gerçekleşmesi için de iki temel
faktör gereklidir.
Birincisi: Bu dini benimseyen, insanın
egemenliğinden kurtulduklarını ilan eden, sadece
Allah'a kul olmakla her çeşit ve her şekliyle kula
kulluktan kurtulanlara yönelik baskı ve işkenceleri
bertaraf etmektir. Bu da şu evrensel bildiriye inanan, onu
realiteler dünyasında uygulayan, bu dine inananlara
işkence ve zulüm uygulamakla ya da bu dini benimsemek
isteyenlere çeşitli baskı, zorlama ve propaganda yöntemleriyle
engel olmaya çalışmakla azgınlaşan
tağutlarla cihad eden mü'min bir önderliğin yönetiminde
hareket eden organik bir yapıya sahip mü'min bir kitlenin
varlığıyla mümkün olur.
İkincisi: Her ne şekilde olursa olsun,
insanın insana kulluğu esasına dayanan tüm
güçleri yeryüzünden silmektir. Bu da birinci hedefin yani
bütün yeryüzünde yüce Allah'ın tek ve ortaksız
ilahlığını ilan etmenin garantisidir. Böylece
bütün insanlar sadece Allah'a boyun eğmiş, onun dinini
din edinmiş olurlar. Din kelimesi burada Allah'ın
otoritesine boyun eğmek anlamındadır, soyut bir
inanç değil.
Yüce Allah'ın "Dinde zorlama yoktur.
Doğruluk ile sapıklık birbirinden kesinlikle
ayrılmıştır. (Bakara, 256) sözünden
dolayı kimi gönüllerde beliren bir şüpheyi açığa
kavuşturmamız gerekmektedir.
Gerçi cihadın mahiyetine değinirken, özellikle
üstad Ebul A'la el Mevdudi'nin "Allah Yolunda Cihad"
adlı eserinden yaptığımız
alıntılarla yeterli açıklamalarda bulunmuştuk.
Ancak biz konuyu biraz daha açmak istiyoruz. Çünkü bu dinin
düşmanları, bu konuda büyük bir kavram kargaşası
meydana getirmiş, çeşitli hilelerle zihinleri
bulandırmışlardır.
"Allah'ın dini bütünüyle egemen oluncaya kadar"
ayetinde kastedilen "din", tağutların
egemenliğinde ve fertleri baskı altında tutan
rejimlerin varlığında somutlaşan maddi
engelleri ortadan kaldırmak anlamında
kullanılmıştır. Bu durumda yeryüzünde Allah'ın
otoritesinden başka otorite kalmayacaktır. O gün Allah'ın
otoritesinden başka kullar baskıcı hiçbir
otoriteye boyun eğmeyecek, O'nun dinini din edinmeyecektir.
Bu maddi engeller ortadan kaldırıldıktan sonra,
insanlar diledikleri inancı her türlü baskıdan uzak
bir şekilde seçmek üzere serbest bırakılırlar.
Ne var ki, islâma karşıt olan bu inanç, başkasına
baskı aracına dönüşebilecek, doğru yolu
bulmak isteyenleri bundan alıkoyacak, Allah'ın
otoritesinden başka her türlü otoriteden pratik olarak
kurtulan kişilere işkence edecek bir güce sahip organik
bir topluluk tarafından temsil edilemez. İnsanlar
diledikleri inancı seçme bakımından özgürdürler.
Ancak bu inanca bireysel olarak bağlanmalıdırlar.
Bu inanç, kulların kendisine boyun eğdiği, yani
dinini din edindiği zorlayıcı bir otoriteye dönüşemez.
Çünkü kullar, Allah'dan başkasının otoritesine
boyun eğemezler.
İnsanlar, yüce Allah'ın kendilerine
bahşettiği üstünlüğü, onuru elde edemezlerse,
"yeryüzünde' : hiçbir şekilde özgür olamazlar.
Ancak "din" bütünüyle Allah'a ait olmadığı,
O'nun otoritesinden başka bir otoriteye boyun eğme
olayı sözkonusu olduğu sürece...
İşte bu büyük hedef için savaşır, mü'min
kitle...
"Fitnenin kökü kazınıp Allah'ın dini
kesinlikle egemen oluncaya kadar."
Kim bu ilkeyi benimser ve teslim olduğunu duyurursa, müslümanlar
bu duyurusunu ve teslim oluşunu kabul ederler, artık
onun niyetini ve içinde sakladığını
araştırmazlar. Bunları Allah'a
bırakırlar:
"Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç
şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür."
Kim de bu ilkeden yüz çevirir ve Allah'ın otoritesine
karşı koymada ısrar ederse, müslümanlar Allah'ın
yardımına güvenerek onunla savaşırlar.
"Eğer yüz çevirirlerse biliniz ki, Allah sizin
dostunuz ve dayanağınızdır. O ne güzel bir
dost ve dayanak, ne güzel .
bir
yardım edicidir."
İşte bu dinin getirdiği yükümlülükler ve işte
onun ciddiyeti, realistliği ve pratikliği... Bu din,
realiteler dünyasında uygulanmak, Allah'ın tek ve
ortaksız ilahlığını insanların dünyasına
egemen kılmak için hareket eder.
Kuşkusuz bu din, zihni rahatlatmak, bilgi ve kültürü
arttırmak amacıyla herhangi bir kitaptan öğrenilecek
bir teori değildir. Aynı şekilde, insanların
kendi kendilerine ve Rabbleriyle ilişkilerinde yaşamakla
yetindikleri vicdanları ilgilendiren edilgen bir inanç da değildir.
Nitekim bu din, insanlarla Rabbleri arasındaki bireysel
ilişkiyle sınırlı birtakım kulluk
davranışlarından da ibaret değildir.
Bu din insanlığın evrensel kurtuluş
bildirisidir. Pratiğe dönük ve realist bir sistemdir.
İnsanların pratik hayatlarını uygun yöntemlerle
karşılar. Düşünsel engelleri tebliğ ve açıklamayla
giderir. Tağutların egemenliğini yerle bir edip,
yerine Allah'ın egemenliğini yerleştirmek için
rejim ve otoritelerin varlığında somutlaşan
engelleri de cihad etmekle bertaraf eder.
Bu dinin direktifleri doğrultusunda hareket etmek,
insanların pratik hayatlarıyla içiçe hareket etmek
demektir. Bu dinle cahiliye arasındaki çekişme, bir
teoriye başka bir teoriyle karşılık vermek
şeklinde gelişen bir çekişme değildir.
Cahiliye bir toplumun, rejimin ve otoritenin
varlığında somutlaşmaktadır. Bu dinin de
ona denk yöntemlerle karşı koyması için bir
toplum, siyasi rejim ve otorite tarafından temsil edilmesi
bir zorunluluktur. Bunun ötesinde dinin bütünüyle Allah için
olması ve ondan başkasına boyun eğilmemesi için
cihad etmesi de kaçınılmazdır.
İşte bu dinin realist, pratik ve aksiyoner hareket
metodu budur, aldatılmış ve ruhsal bozguna
uğramış olanların söyledikleri değil...
Bu adamlar "müslüman" olmak isteyen iyi niyetli ve
samimi kimseler olabilirler. Ne var ki, bu dinin görünümü
onların kafalarında ve akıllarında
netleşmemiştir. Bu dinin onların kafalarında
yereden tablosu oldukça bulanıktır.
Bize bu gerçekleri gösteren Allah'a hamdolsun. Allah bize bu
gerçekleri göstermemiş olsaydı biz bunları göremeyecektik
kuşkusuz.
10. CÜZ BAŞLANGICI
Bu cüz baş tarafı dokuzuncu cüzde geçen Enfal
suresinin kalan kısmı ile Tevbe suresinin büyük bir kısmını
içermektedir... Önce Enfal suresinin kalan kısmını
ele alacağız. Tevbe suresine gelince; inşallah bu cüzde
sırası gelince sunacağız.
Dokuzuncu cüzün sonunda surenin belli başlı
karakteristik çizgilerini ortaya koymuştuk. Surenin bu kalan
kısmı da aynı karakteristik çizgileri
izlemektedir. Ancak surenin akışında ilk anda göze
çarpan gerçek, bu surenin bu son bölümünün ayetlerin akışı,
düzenlenişi ve konuları bakımından nerdeyse
birinci bölümündeki benzeri olduğudur. Konuların
yenilenmesi nedeniyle tekrardan kaçınılmış
olmasına rağmen, akış içinde bu konuların
düzenleniş biçimi, aralarında bu denli olağanüstü
bir ahenk bulunan her iki bölümü neredeyse birbirinden apayrı
özelliklere sahip iki ayrı devreler haline getirmiştir.
Birinci bölüm, ganimetlerden ve onlar hakkında müslümanların
aralarında baş gösteren çekişmelerden
başlamış ve ganimetlerin bölüştürülmesini
tamamen Allah ve Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- bırakmıştı.
Sonra onları Allah'dan korkmaya çağırmış
ve o düzeye çıkmaları için imanın gerçek
mahiyetini açıklamıştı. Sonra ganimetler
hakkında çekiştikleri savaş esnasında
işlevini yerine getiren Allah'ın planlama ve takdirini gözler
önüne sermişti. Bunu yaparken de savaşta meydana gelen
kimi olayları ve sahneleri yeniden
canlandırmıştı. Bir de ne görsünler,
planlama tamamen Allah'a ait, destek ondan gelmiştir,
savaş bütünüyle O'nun iradesini gerçekleştirmek için
gelişmiştir. Onlar bu savaşta sadece perde ve
aracı işlevini görmüşlerdir. Daha sonra
savaşın gerçek mahiyetine ilişkin olarak ortaya
konulan bu gerçeklerin ötesinde onları düşman
saldırısı karşısında direnmeye,
Allah'ın yardımına ve kendileriyle beraber
oluşuna, düşmanlarını yardımsız
bırakıp cezalandıracağına güvenmeye çağırmıştı.
Daha sonra onları Allah ve peygamberine ihanet etmekten, mal
ve evlât sınavını kaybetmekten
sakındırmıştı. Bu arada Peygamberimize
-salât ve selâm üzerine olsun- kâfirleri yaptıklarının
sonucundan sakındırması, olumlu
karşılık verdiklerinde bunu kabul etmesi,
gizledikleri duygu ve niyetlerini ise Allah'a bırakması
emredilmişti. Şayet bu uyarıyı dinlemeyip
tutumlarını sürdürecek olurlarsa, fitnenin kökü kazınıp,
din bütünüyle Allah'a özgü olana kadar müslümanlara
kâfirlerle savaşmaları emredilmişti.
Şu ikinci bölüm de aynı şekilde
gelişiyor... Ganimetlerin mülkiyetini tamamen Allah ve
peygamberine özgü kıldıktan sonra, onlara ilişkin
Allah'ın hükmünü açıklamakla başlıyor.
Sonra onlara Allah'a ve O'nun hakla batılın
ayrıldığı iki topluluğun
karşılaştığı günde kuluna indirdiği
ayetlere inanmaya çağırıyor. Sonra onlara bu
ganimetleri sağlayan savaşta işlevini yerine
getiren yüce Allah'ın planlama ve takdirini gösteriyor.
Bunun için de, bu planlama ve takdiri belirginleştiren
savaşta meydana gelen başka olayları ve sahneleri
yeniden canlandırıyor. Sunulan bu sahnelerde
kendilerinin Allah'ın kaderine aracı ve perde olmaktan
başka bir şey yapmadıkları da
belirginleşiyor. Savaşın gerçek mahiyetine ilişkin
olarak gözler önüne serilen bu olguların ötesinde onlara
düşmanla karşılaşılırken direnme,
Allah'ı çokca anma, O'na ve peygamberine itaat etme çağrısı
yapılıyor. Dağılıp güçlerinin kırılmasından
sakındırmak için çekişmemeleri
uyarısında bulunuluyor. Sabretmeye, cihada çıkarken
kibirlenmemeye, gösteriş yapmamaya çağırılıyorlar.
Yurtlarından çıkarken büyüklenen, insanlara gösteriş
yapan ve şeytanın aldatması sonucu insanları
Allah'ın yoluna girmekten alıkoyan kâfirlerin akıbetinden
sakındırılıyorlar. Ayetlerin
akışı, onları sadece yardım etmeye gücü
yeten, takdir ve planında hikmet bulunan yüce Allah'a dayanıp
güvenmeye çağırıyor. Sonra onlara, Allah'ın
ayetlerini yalanlayan kâfirlerin günahlarından dolayı
azaba çarptırılmasına ilişkin Allah'ın
değişmez kanunu gösteriliyor. Birinci bölümde
mü'minlere güven aşılayan, savaşta dirençli
olmalarını telkin eden ve kâfirlerin boyunlarına
ve ellerine darbeler indiren meleklerden söz edildiği gibi
bu bölümde de yüzlerine ve sırtlarına vurarak kâfirlerin
canlarını alan meleklerden söz ediliyor. Birinci
bölümde kâfirler için, "canlıların en kötüsü"
ifadesi kullanılmıştı. Burada da her söz
verişlerinde bunun tersine davrandıklarından söz
edilmesi nedeniyle aynı ifade tekrar kullanılıyor.
Bu hatırlatma bir bakıma, savaşta ve
barışta onlarla kurulacak ilişkilere ilişkin
olarak emredilen hükümlere bir hazırlık
niteliğindedir. Bu hükümler islâm kampı ile
kendisiyle savaş halinde olan ve barış yapan
diğer kamplarla girilecek ilişkilere ilişkin
ayrıntılı hükümlerdir. Bu hükümlerin bir kısmı
kesin, nihaî hükümlerdir. Bir kısmı ise, daha sonra
Tevbe suresinde kesinleşecek olan hükümlerdir.
Buraya kadar, surenin bu ikinci devresi -konuların
mahiyeti ve surenin akışı içindeki düzenlenişleri
bakımından- nerdeyse surenin birinci devresiyle
aynı özellikleri paylaşmaktadır. Sadece islâm
kampı ile diğer kamplar arasındaki ilişkilere
ilişkin hükümlerin bazı ayrıntılarında
farklılık göze çarpmaktadır.
Daha sonra, surenin bitimine doğru bu hükümlere ve
konulara bağlı, onları bütünleyen diğer konu
ve hükümler yeralmaktadır:
Yüce Allah, peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- ve
onunla birlikte mü'minlere kalplerini kaynaştırmak
suretiyle onlara yaptığı iyiliği
hatırlatıyor. Allah'ın iradesi, rahmeti ve lütfu
olmasaydı bu kalpler kaynaşmaya
yanaşmayacaklardı.
Aynı şekilde yüce Allah, kendisinin onlara yeterli
olduğunu ve onları koruyacağını
belirterek güvence veriyor. Bu yüzden Peygamberine -salât ve
selâm üzerine olsun- onları savaşa teşvik
etmesini emrediyor. Onlara, iman etmiş olmaları
nedeniyle -sabrettikleri sürece- olayları derinlemesine
kavramaya çalışmayan kâfirlerden oluşan
kendilerinin on katı bir kuvvetle başedebileceklerini gösteriyor.
Kâfirler iman etmedikleri için durum böyledir. Yine onlar en
zayıf durumlarında bile sabrederlerse, kendilerinden kat
kat fazlası kâfirle başedebileceklerdir. Çünkü Allah
sabredenlerle beraberdir.
Sonra yüce Allah, esirlerden fidye kabul ettikleri için onları
azarlıyor. Çünkü henüz yeryüzünde kalıcı ve
caydırıcı bir üstünlük sağlamamışlar,
henüz düşmanlarının gücünü kırmamışlar,
daha otoriteleri perçinlenmemiş, henüz devletleri sağlam
temellere oturmamıştır. Bununla da
değişik aşamalarda ve farklı durumlarda islâmın
başvurduğu hareket metodu açığa
kavuşmaktadır. Bu durum aynı zamanda, realite
karşısında ve farklı aşamalarda islâmi
hareket metodunun realistliğine ve esnekliğine
işaret etmektedir. Ayrıca yüce Allah, ellerindeki
esirlere karşı nasıl davranacaklarını,
onlara nasıl imanı sevdireceklerini, kalplerinde imana
karşı nasıl sempati
uyandıracaklarını gösteriyor. Bu arada esirleri de
bir daha ihanet etmeye çalışmaktan
sakındırıyor. Bir sonuca
ulaşamayacaklarını belirterek ümitlerini kırıyor.
Çünkü kâfir olmak suretiyle ihanet ettiklerinde ilk defa onları
bu şekilde alçaltan yüce Allah, şayet peygamberine
ihanet edecek olurlarsa, ikinci bir defa da onları alçaltıp
rezil edecektir.
Son olarak, müslüman kitlenin kendi içinde, islâmı
kabul etmekle beraber islâm ülkesine katılmayan toplumlarla
ve belli durumlarda kâfirlerle kuracağı
ilişkilerde uygulayacağı insanlar arası
ilişkilere ilişkin düzenli hükümler yeralıyor.
Bu arada kâfirlerle kurulacak ilişkilerde uygulanacak genel
prensip de belirleniyor. Bu hükümlerde islâm toplumunun tabiatı
ve islâm hareket metodunun mahiyeti bütünüyle belirginleşiyor.
Bu arada "hareket halindeki bir toplumun"
varlığının islâmın
varlığı için vazgeçilmez bir temel olduğu
net bir şekilde ortaya çıkıyor. Çünkü islâmın
iç ve dış münasebetlere ilişkin hükümleri bu
hareketlilikten kaynaklanır. Aynı şekilde bu dinde
inanç ve toplumsal yasaların müslüman kitlenin fiili varlığından
ve hareketinden ayrı düşünülemeyeceği gerçeği
de olanca netliğiyle ortaya çıkıyor.
Surenin geride kalan ayetlerini ayrıntılı biçimde
ele almamız için bu kısa giriş yeterlidir.
Ele alacağımız dersin başlangıcı
ile dokuzuncu cüz'ün sonunda yeralan geçen dersin sonları
birbirine bağlı olarak sürüyor. Daha önce aşağıdaki
ayette ilk defa ele alınan savaş hükümleri burada da
ele alınıyor:
"Kâfirlere de ki; eğer
saldırganlıklarından vazgeçerlerse geçmişteki
suçları bağışlanır. Yok eğer eski
tutumlarına dönerlerse, daha öncekiler için geçerli olan
kurallar onlar için de işler."
"Fitnenin kökü kazınıp Allah'ın dini
kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savayız. Eğer
yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç şüphesiz Allah
onların ne yaptıklarını görür."
"Eğer yüz çevirirlerse biliniz ki, Allah sizin
dostunuz ve dayanağınızdır. O ne güzel bir
dost ve dayanak, ne güzel bir yardım edicidir."
Daha sonra bu derste, savaşta müslümanların
kazandıkları zafer sonucu elde ettikleri ganimetlere
ilişkin hükümlerden söz ediliyor. Nitekim bu savaşın
gayesi ve hedefi şu şekilde belirlenmişti:
"Fitnenin kökü kazınıp Allah'ın dini
kesinlikle egemen oluncaya kadar."
Cihadın amacı bu açık ayette belirlenmiş,
bunun Allah için, O'nun mesajına, dinine ve hayat sistemine
özgü hedeflerin gerçekleşmesi uğruna
yapıldığı böylece açığa
kavuşmuş... Bu cihaddan elegeçen ganimetlerin
mülkiyetine ilişkin olarak daha kesin söz söylenmiş,
bunlar Allah ve peygamberine bırakılmış ve mü'minler
niyetleri ve davranışlarıyla tamamen Allah
adına hareket etmeleri için bunlardan soyutlanmış
olmakla beraber... Evet bunlarla beraber Kur'an'ın ilahi
hareket metodu, yaşanan realiteyi ona göre düzenlenmiş
hükümlerle karşılıyordu. Ortada ganimetler
vardı. Öte yandan bu ganimetleri elde eden savaşçılar...
Bu savaşçılar Allah yolunda malları ve
canlarıyla cihad ediyorlar. Onlar cihad çağrısına
koşup özel bir harcamayla savaş gereçlerini tedarik
ediyorlar. Aynı şekilde, harcayacak herhangi bir
şey bulamayan mücahidlerin savaş gereçlerini de onlar
temin ediyorlar. Bunları, cihadda gösterdikleri sabır,
direnç ve verdikleri güzel sınavla elde ediyorlar.
Aslında yüce Allah ganimetlerin mülkiyetini daha baştan
kendisine ve peygamberine özgü kılmakla, onların gönüllerini
ve ruhlarını bu ganimetlere ilişkin olarak herhangi
bir şekilde üzülmekten kurtarmıştı. Böylece
bu ganimetlerden paylarına düşen miktarı
aldıklarında artık üzülmüyorlar. Çünkü onlar
bunları kendilerine bahşedenin Allah ve peygamberi
olduğunun bilincindedirler. Aynı zamanda ganimetlerden
bahşedilen bu miktar, pratik ihtiyaçlarına ve insani
duygularına cevap veriyordu. Surenin başında
yeralan bu kesin açıklamadan sonra, artık ganimetlere
üşüşmez, bunlar hakkında birbirleriyle çekişmezlerdi
Kuşkusuz bu, insanın tabiatını bilen yüce
Allah'ın belirlediği metoddur. Yüce Allah onlara bu
dengeli ve eksiksiz metodla muamele ediyordu. Bu metod, pratik
ihtiyaçlara cevap verdiği gibi, insanın
duygularına da cevap veriyor, bu ganimetler için vicdan ve
toplumun bozulmasına da engel oluyordu.