Bu son derece garip bir duadır: Yok olmayı, gerçeğe
boyun eğmeye -onlara göre de gerçek olsa bile- tercih
edecek kadar azgınlaşan bir inatçılığı
tasvir etmektedir. Bozulmamış fıtrat herhangi bir
konuda kuşkuya düştüğü zaman, bu konuda herhangi
bir küçüklük kompleksine kapılmadan gerçeği ortaya
çıkarması ve kendisini gerçeğe yöneltmesi için
Allah'a dua eder. Ancak fıtrat
azgınlaştığında, büyüklük kompleksine
kapılıp bozulduğunda günahla övünmeye başlar.
Öyle ki, gerçek hiçbir kuşkuyà yer bırakmayacak
şekilde gözlerinin önünde belirdiği halde, gerçeğe
boyun eğmektense yokolmayı ve acıklı bir azaba
çarpılmayı tercih eder. Mekke'deki müşrikler
Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- çağrısını
işte böyle bir inatçılıkla
karşılıyorlardı. Ne var ki, bu çağrı
en sonunda bu azgın ve şımarık inatçılığa
karşı üstünlük sağlamıştır.
Surenin akışı bu inat ve iddialar üzerine
şu değerlendirmeyi yapıyor: Onlar, gökten
üzerlerine taş yağdırılmayı ve
-şayet bu Kur'an Allah katından gelmiş hak bir
kitapsa, ki haktır- acıklı bir azaba çarptırılmayı
istemelerine rağmen, evet buna rağmen, yüce Allah onları
daha önce ayetlerini yalanlayan toplumların başına
gelen kökten yoketme azabından muaf tutmuştur. Çünkü
Allah'ın peygamberi -salât ve selâm üzerine olsun- aralarındadır
ve onları doğru yola çağırmaktadır.
Peygamber aralarında bulunduğu halde yüce Allah onları
kökten yoketmek suretiyle cezalandıracak değildir.
Aynı şekilde Allah'dan bağışlanma
diledikleri sürece, birtakım günahlarından dolayı
yüce Allah onları böyle bir azaba çarptırmayacaktır.
Yoksa azabın onlardan alıkonması sırf
onların Kâbe'nin çevresinde oturuyor olmalarından
kaynaklanmamaktadır. Çünkü onlar bu evin Kâbe'nin-
koruyucu dostları değildirler. Bu evin koruyucu
dostları Allah'dan korkanlardır.