İbn-i Kesir tefsirinde, Said b. Cübeyr, Südey,
İbn-i Cürey'e ve başkalarına dayanarak, bunu söyleyenin
Nadr b. Haris olduğunu belirtir. Bu adam -Allah'ın
laneti üzerine olsun- Fars ülkesine gitmiş, orada
kralları Rüstem ve İsfendiyar'ın hikâyelerini öğrenmişti.
Döndüğünde Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine
olsun- Allah tarafından gönderildiğini ve insanlara
Kur'an okuduğunu görmüştü. Peygamberimizin bir
toplantıdan ayrıldığında onun yerine
oturur ve öğrendiği bu hikâyeleri insanlara anlatırdı.
Sonra da "Allah için söyleyin hangimiz daha güzel hikâye
anlatıyoruz, ben mi Muhammed mi?" derdi. Bu yüzden
yüce Allah fırsat verip de Nadr, Bedir günü esirler arasında
yeralınca, Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun-
boynunu vurmak üzere yanında alıkonmasını
emretti. Nitekim bunu yaptı da. (Allah'a hamdolsun)
Nadr'ı esir alan Mikdad b. Esved'di. -Allah ondan razı
olsun- Nitekim İbn-i Cerir şöyle der: "Bize
Muhammed b. Beşşar anlattı, bize Muhammed b. Ca'fer,
bize Şu'be Ebu Buşr'den, o da Said b. Cübeyr'in şöyle
dediğini anlattı: Peygamberimiz -salât ve selâm
üzerine olsun- Bedir günü Ukbe b. Ebu Muit, Tuayma b. Adiy ve
Nadr b. Haris'i yanında alıkoyarak öldürdü. Mikdad
-Allah ondan razı olsun- Nadr'ı esir
almıştı. Peygamberimiz Nadr'ın
öldürülmesini emredince Mikdat, "Ya Resulallah, o benim
esirimdir" dedi. Peygamberimiz, "O Allah'ın
kitabı hakkında ileri geri konuşuyordu" dedi
ve öldürülmesini emretti. Mikdat tekrar, "Ya Resulallah, o
benim esirimdir" dedi. O zaman Peygamberimiz, "Allah'ım
Mikdat'ı lütfunla zengin kıl" diye dua etti.
Miktad, "İstediğim buydu" dedi. İşte
bu ayet Nadr hakkında nazil olmuştur: Onlara
ayetlerimiz okununca "İşittik, istesek biz de
bunlar gibisini söyleyebiliriz, bunlar eskilerin masallarından
başka bir şey değildirler" dediler."
Müşriklerin Kur'an'ı "eskilerin masalları"
şeklinde nitelendirmeleri Kur'an-ı Kerim'de birkaç kez
tekrarlanmıştır. Örneğin; "Kur'an
eskilerin masallarıdır, başkalarına
yazdırmış sabah akşam kendisine
okunmaktadır. (Furkan, 5)
Bu söz Kur'an'a karşı koymak için giriştikleri
manevraların bir halkasından başka bir şey
değildir. Kur'an insan fıtratına gerçeğe
dayanarak hitab eder. Fıtrat bu gerçeği kendi
derinliklerinde tanır, buna karşı ürperir ve
olumlu tepki gösterir. Kur'an karşı konulmaz gücüyle
yönelir gönüllere. Gönüller de Kur'an'ın
mesajını duyunca, derinden sarsılırlar ve ona
olumlu karşılık vermekten kaçınmazlar. Burada
Kureyş'in kimi büyükleri böyle bir manevraya sığınıyorlar.
Üstelik onlar, bunun manevra olduğunu da bilmiyorlar. Ne var
ki onlar Kur'an'da, çevrelerindeki milletlerin mitolojilerine
benzer şeyleri araştırmak, böylece Arap halklarının
kafalarını karıştırmak istiyorlardı.
Nitekim bu halkların fiilen yaşadıkları kula
kulluk durumunu sürdürmek için bu manevralara başvurmuşlardı.
Kureyş'in önderleri, bozulmamış dillerinde
yeralan kelimelerin ne anlama geldiğini bildiklerinden
dolayı, bu çağrının altında yatan gerçeği
de çok iyi biliyorlardı. Onlar "Allah'dan başka
ilah bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın
peygamberi olduğuna" şahitlik etmenin insanın
egemenliğine topyekün başkaldırmak, Allah'ın
tek ve ortaksız ilahlığının ve
hakimiyetinin altına girmek, sonra Allah'a yönelik bu kulluğa
ilişkin konularda tanrılar ya da Allah adına
konuşan herhangi bir insandan değil de, sadece
Muhamed'den -salât ve selâm üzerine olsun- direktif almak anlamına
geldiğini biliyorlardı. Ayrıca onlar, bu
şekilde şahitlikte bulunan insanların
Kureyş'in otoritesinden, önderlik ve hakimiyetinden çıkıp,
Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- öncülük yaptığı
organik bir topluma katıldıklarını, sadece
onun önderliğine ve otoritesine boyun eğdiklerini,
ailelerinden, kabilelerinden, aşiretlerinden, kavmin
bilginlerinden ve cahiliyenin önderliğinden
bağlarını ve dostluklarını koparıp,
bütün bağlılıkları ve dostluklarıyla
yeni önderliğe ve bu yeni önderliğin yönettiği müslüman
kitleye yöneldiklerini görüyorlardı.
İşte "Allah'dan başka ilah
bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın
peygamberi olduğuna" şahitlik etmek, bütün bunları
ifade etmektedir. Bu, Kureyş'in ileri gelenlerince görülen
bir realiteydi. Bunun rejimlerine, toplumsal, siyasal ve ekonomik
düzenlerine, ayrıca siyasal rejimlerinin
dayandığı inanç sistemlerine yönelik bir tehdit,
bir tehlike olduğunu kavramakta gecikmemişlerdi.
"Allah'dan başka ilah bulunmadığına ve
Muhammed'in Allah'ın peygamberi olduğuna"
şahitlik etmek, hiçbir zaman günümüzde kendilerini
müslüman sanan toplumların anladığı gibi
asılsız, boş ve basit bir anlama gelmemektedir. Bu
toplumlar yeryüzünde ve insanların hayatında
Allah'ın ilahlığının
varlığı ve etkinliği bulunmazken, toplumlara
hakim olan ve onları yönlendiren cahiliye önderliği ve
yasalarıyken sadece dilleriyle şehadet getirmek ve
bazı ibadetleri yerine getirmekle kendilerinin müslüman
olduklarını sanmaktadırlar.
Mekke'de islâmın bir toplumsal yasası ve devleti
olmadığı bir gerçektir. Ancak, "Allah'dan başka
ilah bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın
peygamberi olduğuna" şahitlik edenler derhal
Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- önderliğine
teslim oluyorlardı, hemen müslüman kitleye bağlılıklarını
ve dostluklarını ifade ediyorlardı. Aynı
zamanda cahiliyenin önderliğinden uzaklaşıyor ve
ona karşı koyuyorlardı. Dilleriyle şehadet
getirir getirmez, aileleri, aşiretleri, kabileleri ve
cahiliye toplumunun önderliğiyle olan
bağlarını ve dostluklarını
kesiyorlardı. Günümüzde olduğu gibi boş,
anlamsız ve basit bir söyleyiş sözkonusu değildi.
Tersine, bu şahitliğin pratik ve fiili anlamı islâmın
dayandığı temel gerçeğin tercümanı
niteliğindeydi.
Kureyş'in ileri gelenlerinin islâmın
yayılmasından ve Kur'an'dan rahatsız
oluşlarının nedeni buydu. Nitekim daha önce "Haniflerin"
müşriklerin inançlarından ve ibadetlerinden
uzaklaşmaları, sadece Allah'ın
ilalılığına inanmaları, kulluk kastı
taşıyan davranışları Allah'a
sunmaları ve putlara ibadet etmeyi temelden reddetmeleri
Kureyş'in ileri gelenlerini rahatsız etmemişti.
Buraya kadar cahiliye tağutunu ilgilendiren bir şey sözkonusu
değildir. Çünkü hareket halinde belirmeyen, eyleme dönüşmeyen
soyut bir inanç sistemi ve birtakım bireysel ibadetler,
tağut için bir tehlike oluşturamamaktadır. Günümüzde
müslüman olmak isteyen, ancak islâmın ne olduğunu
iyice bilmeyen bazı iyi niyetli kimselerin
sandığı gibi islâm bu değildir. İslâm,
şehadetin ilanıyla birlikte başlayan bir harekettir.
Cahiliye toplumundan, düşüncelerinden, değer
yargılarından, onun önderliğinden, otoritesinden
ve toplumsal yasasından bütünüyle soyutlanmaktadır.
Aynı zamanda islâm çağrısının önderliğine
ve realite dünyasında gerçekleştirmek isteyen müslüman
kitleye bağlanmaktır. İşte bu Kureyş'in
ileri gelenlerinin mahvolması, yokedilmesi anlamına
geliyordu. Bu yüzden çeşitli yöntemlere başvurarak
islâma karşı koyuyorlardı. Başvurdukları
yöntemlerden biri de Kur'an'ın "eskilerin
masalı olduğunu, isteseler kendilerinin de bunun
gibisini söyleyebileceklerini" iddia etmeleriydi. Bu
iddiayı sık sık tekrarlıyor ve her
defasında çaresiz kalıp hezimete uğruyorlardı.
Ayette geçen "Esatir" kelimesinin tekili
"Ustûreb"dir. Çoğunlukla Tanrılara
ilişkin hurafeden ibaret düşüncelerden, geçmişlerin
olaylarından ve olağanüstü kahramanlıklarından,
hayal ve hurafenin büyük rol oynadığı
asılsız olaylardan oluşan karmaşık hikâye
anlamına gelmektedir.
Kureyş'in ileri gelenleri, Kur'an'da yer alan geçmiş
milletlere ilişkin hikâyeler, olağanüstü olayları
ve mucizeleri dile getiren bölümler, yüce Allah'ın
yalanlayanlara yaptıklarını ve mü'minleri
kurtarmasını anlatan ayetler gibi bu konuyu içeren
Kur'an'ın anlatımına (hikâye ediş
tarzına) dayanarak her şeyden habersiz
yığınlara, "Bu Kur'an eskilerin
masallarıdır. Muhammed bunları, bu hikâyeleri
derleyenlerden yazmış, gelip size okuyor. Ve
bunların Allah tarafından kendisine vahyedildiğini
iddia ediyor" diyorlardı. Nadr b. Haris de
Peygamberimizden sonra gelip onun bulunduğu mecliste ya da
ona yakın bir mecliste oturur, İran'a
yaptığı seyahatlerde öğrendiği İran
efsanelerini anlatırdı. Sonra da dinleyicilerine,
"Bunlar da Muhammed'in söylediği türden
şeylerdir. Üstelik ben onun gibi peygamberlik iddiasında
bulunup, Allah'dan vahiy aldığımı da ileri sürmüyorum.
Kur'an, bunlar gibi eskilerin masallarından başka bir
şey değildir" diyordu.
Cahiliye ortamında bu tür zihin bulandırıcı
propagandaların kamuoyunda, özellikle bu tür masal ve
hikâyelerle Kur'an arasındaki farkın iyice
belirginleşmediği dönemlerde, büyük etki bıraktığını
takdir etmemiz gerekmektedir.
Böylece Peygamberimizin Bedir savaşı öncesinde Nadr
b. Haris'in öldürülmesi için özel duyuru yapmasının,
sonra onu esirler arasında bulunca onunla birlikte birkaç kişinin
daha öldürülmesini emretmesinin ve diğerlerinde
olduğu gibi onlardan fidye kabul etmemesinin sebebini
kavramış oluruz.
Bununla birlikte, Mekke'de başvurulan bu yöntemler uzun
süre yaşamadı. Çok geçmeden bu manevraların gerçek
mahiyeti ortaya çıktı. Kur'an, yüce Allah'dan
kaynaklanan karşı konulmaz güç ve en kısa zamanda
insan fıtratıyla uyum sağlayan köklü gerçek
sayesinde, bu yöntemleri ve manevraları etkisiz hale
getirdi, geride hiçbir şey bırakmamak üzere silip
süpürdü. Bu sefer Kureyş'in ileri gelenleri paniğe
kapılıp, "Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken
gürültü çıkarın, belki bu şekilde onu
bastırırsınız" (Fussilet, 26)
Ne var ki, Nadr b. Haris'in insanları Kur'an'dan
soğutmak için başka bir şey ortaya atmak suretiyle
onları kandırmaya çalışması bu konudaki
girişimlerin sonuncusu olmamıştır,
olmayacaktır da. Bu girişim değişik görünümler
altında tekrarlanmış, bundan sonra da
tekrarlanacaktır. Bu dinin düşmanları
insanları kesin bir şekilde Kur'an'dan
uzaklaştırmak için kesintisiz bir çaba içinde olmuşlardır.
Bunda başarısız olunca, bu sefer Kur'an'ı;
hafızların güzel sesleriyle okuduğu, dinleyenlerin
kendilerinden geçtiği nağmelere, insanların
ceplerinde, göğüslerinin üzerinde taşıdıkları
ve yastıklarının altına koydukları
muskalara, nazar dualarına dönüştürdüler. Sonra da
bu insanlara böyle yapmakla müslüman olduklarını
telkin edip, bu Kur'an'ın ve bu dinin gereklerini yerine
getirdiklerini zannettirdiler.
Böylece insanların hayatına yön veren prensiplerin
kaynağı Kur'an değildir artık. Bu dinin düşmanları,
onlar için hayatlarına ilişkin tüm direktifleri
edindikleri bir alternatif getirmişlerdir. İnsanlar
toplumsal yasalarını, kanunların, değer
yargılarını ve ölçülerini aldıkları
gibi düşünce ve anlayışlarını da bu
alternatif kaynaktan edinmeye başladılar. Sonra bu düşmanlar
insanlara şöyle demeye başladılar: Kuşkusuz
bu din saygındır, Kur'an da dokunulmazdır. Üstelik
bu Kur'an her zaman, sabah, akşam size okunmaktadır. Güzel
sesli hafızlar okumakta, nağmelerle terennüm
etmektedirler. Bu okuyuşun ve bu terennümün dışında
bu Kur'an'dan daha ne bekliyorsunuz? Düşünce ve anlayışlarınıza,
düzen ve rejimlerinize, şeriat ve kanunlarınıza,
değer ve ölçülerinize gelince, bütün bunların
kaynağı niteliğinde bir başka Kur'an
vardır. Ona müracaat ediniz...
Kuşkusuz bu, Nadir b. Haris'in başvurduğu
manevranın aynısıdır. Fakat bu sefer
zamanın gelişmesine ve hayatın
oturmuşluğuna paralel olarak daha bir gelişmiş
ve daha ustaca hazırlanmış bir görünüm
arzetmektedir. Bu, birçok görünümüyle aynı
manevradır. Asırlar boyu bu dine karşı
girişilen komploların tarihinden bu manevrayı
tanımak her zaman mümkündür.
Ancak -ona yönelik komploların sürekliliğine,
kurnazca hazırlanmış olmasına, daha
gelişmiş ve ilerlemiş olmasına rağmen- bu
Kur'an'ın her zaman üstün gelmesi hayret verici bir olaydır.
Bu kitabın olağanüstü özellikleri vardır.
Fıtratın üzerinde karşı konulmaz bir
etkinliğe sahiptir. Tüm yeryüzünü kaplayan cahiliyenin
komploları, Yahudi ve Haçlı şeytanların
tuzakları, her yerde ve her çağda Yahudi ve Haçlıların
güdümündeki evrensel iletişim araçlarının
komploları hiçbir zaman Kur'an'ın bu karşı
konulmaz gücüne üstünlük sağlayamayacaktır.
Kuşkusuz bu kitap, yeryüzündeki bütün düşmanlarının
boyunlarını bükmekte, onları çaresiz hale
getirmektedir. Öyle ki bu düşmanlar, Kur'an'ı
uluslararası yayın kurumlarında propaganda
aracı olarak kullanmaktadırlar. Yahudiler, Haçlılar
ve onların müslüman ismi altındaki işbirlikçileri
de aynı şekilde Kur'an yayı yapmaktadırlar.
Gerçekte onlar, Kur'an'ı "müslümanların"
(!) nezdinde sırf nağmelerden, tecvide uygun
okuyuşlardan, muska ve nazar dualarından ibaret bir
kitaba dönüştürüp müslüman (!) insanların bile düşüncelerinden
uzaklaştırmada başarıya ulaştıktan
sonra, yayın kurumlarında, radyo istasyonlarında
Kur'an yayını yapmaktadırlar. Evet onlar;
Kur'an'ı hayata yön veren prensiplerin kaynağı
olmaktan çıkarmışlardır. Bütün konularda
yönlendirici rol oynayacak prensipler için alternatif kaynaklar
ortaya atmışlardır. Ne var ki, bu kitap, bütün bu
komploların ötesinde, her zaman işlevini yerine
getirmiştir, getirecektir de. Yeryüzünün herhangi bir köşesinde
bu Kur'an'ın kararlılığı etrafında
birleşen, hayatına yön veren direktifleri sadece ondan
edinen, kurulan komploların, uygulanan baskı, katliam ve
sürgünlerin ötesinde yüce Allah'ın va'dettiği
yardım ve zaferi gözeten müslüman bir kitle oluştuğu
zaman, bu Kur'an bir kez daha işlevini eksiksiz bir
şekilde yerine getirecektir.
AZGIN İNAT
Sonra surenin akışı devam ederken ayetler, müşriklerin
yenmeye çalıştıkları ve her defasında
yenildikleri hak karşısındaki hayret verici
inatlarını tasvir ediyor. Meğer büyüklenme onları
bu dine teslim olmaktan, otoritesine boyun eğmekten
alıkoyuyormuş. İşte onlar -şayet bu
Kur'an Allah katından gelmiş hak içerikli bir kitap
ise- üzerlerine gökten taş yağdırmasını
ya da can yakıcı bir azap indirmesini istiyorlar. Oysa yüce
Allah'dan bu gerçeğe tabi olmayı ve gerçek taraftarlarının
safında yeralmayı nasip etmesini istemeleri gerekirdi: