Kuşkusuz Peygamber onları ancak hayat bahşedecek
şeye çağırmaktadır. Her şekliyle ve tüm
anlamlarıyla bir hayat çağrısıdır bu.
Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- onları
kalplere ve akıllara can veren, onları cehalet ve
hurafenin kementinden, asılsız kuruntu ve efsanelerin
baskısından, görünen sebeplere ve karşı
konulmaz dogmalara boyun eğmenin
aşağılayıcılığından,
Allah'tan başkasına kul olmaktan, kulların ya da
ihtirasların esiri olmaktan kurtaran bir inanç sistemine çağırmaktadır.
Onları Allah tarafından gönderilmiş
şeriata çağırmaktadır. Bu şeriat sadece
Allah tarafından konulmuş olmasından ötürü
"insanın" özgürlüğünü ve saygınlığını
ilan etmektedir Şeriat karşısında tüm insanlık
eşit bir şekilde tek bir saf oluşturmaktadır.
Bu şeriatın egemen olduğu yerde bir fert halka hükmedemez,
ümmet içinde bir sınıfın egemenliği sözkonusu
değildir. Bir ırkın başka bir ırka, bir
ulusun başka bir ulusa hükmetmesi mümkün değildir. Bütün
insanlar, kulların Rabbi olan yüce Allah tarafından
belirlenmiş şeriatın gölgesinde özgür ve eşit
bir şekilde hayatlarını sürdürürler.
Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- onları bir
hayat sistemine, düşünce ve fikir metoduna çağırmaktadır.
Bu sistem, insanların yaratıcısı,
yarattıklarını en ince ayrıntısına
kadar bilen yüce Allah'ın koyduğu bağlarda
somutlaşan fıtri bağların
dışında, her türlü kayıttan kurtarır
insanları. Bu bağlar, bünyesel enerjiyi dağılıp
gitmekten korur. Bu enerjiyi baskı altına almazlar,
işlevsiz hale getirmezler,' yok etmezler, yapıcı ve
aktif gelişmesine engel olmazlar.
Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- onları inançları
ve hayat sistemleri sayesinde güç kazanmaya, onurlu ve üstün
bir hayat sürdürmeye çağırmaktadır. Dinlerine ve
Rabblerine güvenmeye, tüm `yeryüzünde' bütün `insanları'
kurtarmaya, insanlığı kullara kul olmaktan
kurtarıp, tek başına Allah'a kul yapmaya ve
Allah'ın bahşettiği ancak, tağutların
ayaklar altına aldığı üstün insanlığı
yaşatmaya çağırmaktadır.
Yeryüzüne ve insanlığın hayatına yüce
Allah'ın ilahlığını egemen kılmak,
kulların sahte ilahlığını yerle bir etmek,
Allah'ın ilahlığını, hakimiyetini ve
otoritesini gaspeden bu sahte tanrıları Allah'ın
egemenliğini tanıyana kadar kovalamak için Allah
yolunda cihad etmeye çağırmaktadır. Çünkü ancak
bu durumda din bütünüyle Allah'a özgü kılınmış
olur. Öyle ki, bu cihad esnasında ölecek olurlarsa, bu
şehitlikte de onlar için hayat vardır.
İşte Peygamber'in -salât ve selâm üzerine olsun-
onları çağırdığı inanç sistemi ve
hayat biçimi özet olarak bundan ibarettir Bu ise, her anlamda
hayat çağrısıdır.
Bu din, eksiksiz bir hayat sistemidir, sırf vicdanlarda
tutulan bir inanç sistemi değildir. Pratik bir hayat
sistemidir. Onun gölgesinde hayat gelişir ve ilerler. Bu yüzden
her şekliyle ve her çeşidiyle bir hayat çağrısıdır
bu: Tüm kapsamları ve anlamlarıyla hayata çağrıdır.
Kur'an-ı Kerim olağanüstü ifadesi ile bunları az
fakat son derece etkin kelimelerle dile getirmektedir.
"Ey mü'minler, Allah ve Peygamber, sizi hayat bağışlayacak
ilkelere çağırdıkları zaman bu çağrıya
olumlu karşılık veriniz."
İsteyerek ve başkalarına tercih ederek olumlu
karşılık verin. Gerçi yüce Allah istese, sizi
zorla doğru yola iletebilir:
"Biliniz ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer."
Allah'ın karşı konulmaz, latif gücünü gözler
önüne seren ne müthiş, ne korkunç bir tablo... "Kişi
ile kalbi arasına girer." Onu ve kalbini birbirinden
ayırır. Kalbi kontrolü altına alıp,
sıkıca kavrar ve onu dilediği gibi yönlendirir,
istediği yöne çevirir. Sahibi ise, bedenindeki kalbine
hiçbir şekilde sahip olamaz.
Kuşkusuz bu, Kur'an ayetlerinde kalbi gösteren gerçekten
de korkunç bir tablodur. Ancak insanın sahip olduğu
ifade yeteneği bu tablonun kalp üzerindeki etkisini tasvir
etme, sinir ve duygular üzerindeki bu etkiyi niteleme gücünden
yoksundur.
Sürekli uyanık bulunmayı, daima sakınmayı,
her zaman tetikte olmayı zorunluluk haline getiren bir
tablodur bu. Kalbin heyecanlarına, korkularına ve
paniğe kapılmasına karşı uyanık
bulunma... Kalbi etkileyen vesveselerden ve parçalanmaya neden
olabileceğinden korkulan eğilimlerden sakınmak...
Kalbi saptıran, kötülüğü telkin eden, duygu ve
vesveselere karşı hazırlıklı olma...
Bunun yanında, herhangi bir yanılgı ya da gaflet
veya dehşet anında bu kalbin başka taraflara yönelmemesi
için Allah'la sürekli bir ilişki gerekmektedir.
Allah'ın peygamberi, masum olduğu halde sık
sık yüce Allah'a şöyle dua ederdi: "Allah'ım,
ey kalpleri yönlendiren, kalbimi dinin üzerinde sabit kıl."
Ya insanlar ne yapmalıdırlar? Üstelik onlar
peygamber ve de masum değiller.
Gerçekten bu, kalbi derinden sarsan bir tablodur. Bir süre bu
tabloyu seyreden, kendi içinde taşıdığı
kalbe bakan, onun karşı konulmaz güce sahip yüce
Allah'ın kontrolünde olduğunu, içinde taşıdığı
halde bu kalp üzerinde hiçbir etkinliğinin
olmadığını gören mü'min, bedeninde derin bir
ürperti hissedecektir.
Kur'an bu tabloyu mü'minlerin gözlerinin önünde canlandırıyor
ve onlara şöyle sesleniyor:
"Ey mü'minler, Allah ve Peygamber sizi hayat bağışlayacak
ilkelere çağırdıkları zaman bu çağrıya
olumlu karşılık veriniz."
Onlara şöyle demektedir: Şayet isterse yüce Allah
sizi doğru yolu bulmaya ve çağrıldığınız
bu ilkelere olumlu karşılık vermeye zorlayabilir.
Ancak yüce Allah, size lütfediyor, karşılığında
sevap almanız için kendi isteğinizle olumlu
karşılık vermeye çağırıyor.
İnsanlığınızı yüceltmeniz ve yüce
Allah'ın insan denen yaratığa verdiği emanetin
düzeyine yükselmeniz için kendi arzunuzla çağrıya
kulak vermenizi istiyor. Yüce Allah'ın insanların sahip
çıkmasını istediği emanet, isteğe
bağlı olarak doğru yolu bulma emanetidir,
sağlam temellere dayalı halifelik emanetidir, bir amaç
doğrultusunda ve bilinçli bir tasarruf yetkisine sahip irade
emanetidir.
"Siz O'nun huzurunda biraraya geleceksiniz."
Kalpleriniz O'nun ellerindedir. Sonra siz, O'nun huzurunda
toplanacaksınız. Ne dünyada, ne de ahirette kaçacak
yeriniz yoktur. Bütün bunlara rağmen O, sizi özgür bir
insanın, bir ücret karşılığı olumlu
tepki göstermesi gibi karşılık vermenizi istiyor,
başka seçeneği bulunmayan köleninki gibi değil.
Sonra yüce Allah onları cihad'dan geri kalmaktan, hayat
çağrısına olumlu karşılık
vermemekten ve ne şekilde olursa olsun, kötülüğü
bertaraf etmek çabasında gevşeklik göstermekten sakındırıyor:
"Sadece aranızdaki zalimlerin başlarına
gelmekle yetinmeyecek olan belâdan sakınınız.
Biliniz ki, Allah'ın azabı ağırdır."
Fitne; imtihan, ya da belâ... İçindeki bir grubun ne
şekilde olursa olsun, zulüm işlemesine -ki zulümlerin
en büyüğü de Allah'ın şeriatını ve
hayat sistemini hayattan uzaklaştırmaktır-
hoşgörüyle bakan, zalimlerin karşısına
dikilmeyen, bozguncuların yoluna engel olmayan bir toplum,
zalimlerin ve bozguncuların cezasını hakeden bir
toplumdur. İslâm, birtakım yükümlülükler gerektiren
pratik bir hayat sistemidir. Zulüm, bozgunculuk ve kötülük
yaygınlık kazanırken, insanların hiçbir
şey yapmadan yerlerinde oturmalarına hoşgörülü
davranmaz. Kaldı ki, Allah'ın dinine
uyulmadığını gördüklerinde, daha doğrusu
Allah'ın ilahlığının reddedilip yerine
kulların ilahlığının
yerleştirildiğini gördüklerinde sessiz kalmalarını,
bununla beraber yüce Allah'ın onları belâdan kurtarmasını
-kendileri kötülükten uzak (!) iyi yürekli (!) kimselerdir ya-
istemelerini kabul etmez.
Zulme başkaldırmak, mal ve can açısından
insana bazı sorumluluklar yüklediği için, Kur'an-ı
Kerim, ilk defa bu Kur'an'la muhatap olan müslüman kitleye daha
önce içinde bulundukları
zayıflıklarını, sayısal bakımdan az
oluşlarını, çektikleri işkenceleri ve
yaşadıkları korkulu anları
hatırlatıyor. Yüce Allah'ın bu din sayesinde
onları nasıl koruduğunu, zayıflıktan
kurtarıp üstün bir konuma getirdiğini ve onlara temiz
bir rızık verdiğini hatırlatıyor. O halde
Peygamber'in -salât ve selâm üzerine olsun- kendilerini çağırdığı
hayattan ve yüce Allah'ın kendilerine üstünlük aracı
kıldığı, onlara bahşedip koruduğu bu
hayatın gerektirdiği fedakarlıklardan kaçmamalıdırlar.
"Hatırlayınız ki, bir zamanlar siz yeryüzünde
ezilen, sayıca az bir gruptunuz, insanlar sizi kapıp götürecekler
diye korkuyordunuz. Fakat şükredesiniz diye Allah size sığınak
sağladı, helâl besinler sundu, sizi yardımı
ile destekledi." di."
Peygamber'in -salât ve selâm üzerine olsun- sizi hayat bahşedecek
ilkelere çağırdığından emin olmanız
için bunları hatırlayınız. Zulmün her çeşidine
ve her şekline karşı koymaktan geri kalmamanız
için bunları hatırlayın. Allah sizi müşriklerle
savaşmak durumunda bırakmadan ve Peygamber'i sizi
istemediğiniz halde silahlı grupla
karşılaşmaya çağırmadan önce yaşadığınız
ezilmişlik ve korku günlerini hatırlayın. Sonra da
hayat bahşeden bu çağrı sayesinde nasıl
değiştiğinizi, zafer ve üstünlük elde etmiş
kişiler olduğunuzu, Allah tarafından sevap ve
rızıkla mükafatlandırıldığınızı
görün. Yüce Allah şükrüne lâyık olasınız
diye sizi güzel şeylerle
rızıklandırıyor. Size yönelik lütfundan
dolayı O'na şükretmenize karşılık olarak
da sizi mükafatlandırıyor.
"İnsanlar sizi kapıp götürecekler diye
korkuyordunuz."
Bu, bir tehlikenin beklentisi içinde olmanın, korkunun,
etrafı gözetip durmanın, kısacası panik
halinde olmanın sahnesidir. Bu sahneyi seyreden göz korkunun
çizgilerini, endişeden kaynaklanan
davranışları, korkudan yuvalarından
fırlamış gözleri görür gibi oluyor. Öte yandan
kapıp götürmek üzere uzanan eller ve korku ve endişe
içinde bekleyen müslüman azınlık...
Bu dehşet sahnesinden kendilerini koruyup himayesine alan
yüce Allah'ın kontrolünde elde ettikleri güven, güç,
zafer, temiz rızık ve bol nimetin oluşturduğu
sahneye geçiliyor: