Eğer zafer istiyorsanız, Allah'ın sizinle müslümanların
arasındaki tartışmayı çözüme bağlamasını
istiyorsanız, iki gruptan en sapık olanını,
akrabalık haklarını gözetmeyenini yok etmesini
istiyorsanız, işte Allah size cevap verdi. Zafer
isteğinize karşılık olarak sonucun aleyhinize
olmasını istedi. Sonuç, iki gruptan en sapık
olanın, akrabalık haklarını gözetmeyenin
aleyhine gerçekleşmiştir. Şayet gerçekten öğrenmek
istiyorduysanız, şimdi öğrenmiş oldunuz; iki
gruptan kimin sapık olduğunu, hangisinin akrabalık
haklarını gözetmediğini.
Bu gerçeğin ışığında ve
işaretin doğrultusunda onlar, içinde bulundukları
şirk, küfür, müslümanlarla savaş halinde olmak ve
Allah'a ve peygamberine karşı çıkma durumuna son
vermeye teşvik edilmektedirler:
"
Allah mü'minlerle beraber olduktan sonra çokluk ne yapabilir
ki?
"Allah kesinlikle mü'minler ile beraberdir."
Bu şekliyle savaş hiçbir zaman denk güçler
arasında meydana gelen bir olay değildir. Çünkü bir
safta -yanlarında Allah da olmak üzere- mü'minler yer alırken,
öbür safta kendileri gibi insanlardan, başka hiçbir yardımcıları
bulunmayan kâfirler yeralmaktadır. Böyle bir savaşın
sonu da bellidir.
Arap müşrikleri bu gerçeği biliyorlardı.
Bazı tarihsel genellemelerin etkisinde kalan kimi
insanların günümüzde iddia ettikleri gibi onların yüce
Allah'a ilişkin bilgileri yetersiz, yüzeysel ve karmaşık
bir bilgi değildi. Araplar'ın şirki Allah'ı
inkâr etmek ya da O'nun hakkında gerçek ve yeterli bilgiye
sahip olmamak şeklinde belirmiyordu. Onların şirki
en çok, kulluğu O'na özgü kılmamakta
somutlaşıyordu. Bu da hayat sistemlerini ve toplumsal
yasalarını O'ndan başkasına edinmelerinde
belirginleşiyordu. Bu durum ise, Allah'ın
ilahlığını kabul etmeleri ve O'nun zatına
ilişkin gerçek bilgileriyle çelişiyordu.
Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- hayatın
ı anlatan kitaplardan Bedir savaşında meydana gelen
olayları aktarırken, Haffaf b. Eyma b. Ruhsa el
Gifari'nin -ya da Ebu Eyma b. Ruhsa el-Gifari'nin- bölgesinden
geçerlerken oğluyla birlikte Kureyşliler'e kesimlik
develer gönderdiğini ve; "şayet isterseniz size
silah ve adam yardımında bulunabilirim"
mesajını ilettiğini, Kureyşliler'in ise ona
oğlu aracılığıyla, "Sen
akrabalık görevini yerine getirdin, üzerine düşeni
yaptın. Andolsun ki, eğer biz insanlarla
savaşacaksak, onlardan geri kalır bir
tarafımız yoktur. "Yok eğer Muhammed'in
ileri sürdüğü gibi, Allah'a karşı
savaşacaksak, hiç kimsenin gücü Allah'a yetmez" mesajını
gönderdiklerini görmüştük.
Aynı şekilde bir müşrik olan Ahnes b.
Şureyk'in kendisi gibi müşrik olan Zühreoğulları'na,
"Ey Zühreoğulları, Allah
mallarınızı korudu ve arkadaşınız
Muhrika b. Nevfeli kurtardı..." dediğini görmüştük.
Ebu Cehil'in -Peygamberimizin dediği gibi bu ümmetin
Firavununun- Allah'tan zafer isteyişi de buna örnektir. Ebu
Cehil şöyle diyordu: "Allah'ım akrabalık
bağlarımızı kopardı, bilinmeyen bir
şey getirdi bize. Yarın onu mahvet."
Savaştan vazgeçirmek için Utbe b. Rebia'nın gönderdiği
Hakim b. Hazzam'a şöyle demişti Ebu Cehil:
"Asla! .. Allah'a andolsun ki, Allah bizimle Muhammed
arasında hükmünü belirtene kadar geri dönmeyiz."
İlahlık gerçeğine ilişkin düşünceleri
ve her münasebette bu gerçeği ifade etmeleri böyleydi işte...
Onlar Allah'ı bilmeyen kimseler değillerdi. Hiç bir
gücün Allah'a yetmeyeceğinden de habersiz değillerdi.
İki taraf arasında hükmedip onları birbirinden
ayıranın ve bu hükmünün geçersiz sayılmasının
mümkün olmadığını bilmeyen kimseler de
değillerdi. Onların gerçek şirkleri öncelikle,
hayat sistemlerini ve toplumsal yasalarını,
yukarıda belirttiğimiz tarzda bildikleri ve
tanıdıkları yüce Allah'dan başkasından
edinmekle somutlaşıyordu. Bugün müslüman olduklarını
sanan -yani Muhammed'in dinine mensup olduklarını ileri
süren- uluslar da bu noktada onlarla birleşmektedirler.
Nitekim müşrikler de ataları İbrahim'in dinine
mensup doğru yolda kimseler olduklarını ileri sürüyorlardı.
Hatta -cahiliyenin babası- Ebu Cehil Allah'dan zafer isteyip
şöyle diyordu: "Allah'ın akrabalık
bağlarımızı kopardı, bilinmeyen bir
şey getirdi bize -Bir diğer rivayette; iki gruptan en
sapık olanını, akrabalık
bağlarını gözetmeyenini- yarın onu mahvet."
İbadet ettikleri bilinen putlara gelince, onlara
kesinlikle yüce Allah'ın ilahlığına benzer
bir ilahlık isnad etmiyorlardı. Kur'an-ı Kerim bu
konudaki itikadi düşüncelerinin gerçek mahiyetini ve
putlara yönelik kulluk gösterisinde bulunmalarının
sebebini şu şekilde açıklamaktadır: "Allah'ın
dışında dostlar edinenler, bunlara bizi Allah'a
yaklaştırsınlar d
Putlara
ilişkin düşüncelerinin düzeyi buydu. Onlara sadece
Allah katında birtakım aracılar gözüyle bakıyorlardı...
Onların gerçek şirkleri buradan kaynaklanmıyordu.
Onlardan müslüman olanların müslümanlığı
da sadece putları aracı kabul etmemekte
somutlaşmıyordu. Çünkü bu şekilde putlara ibadet
etmeyen ve kulluk davranışlarını sadece
Allah'a takdim eden Hanifler müslüman kabul edilmemişlerdir.
İslâma göre inançta, ibadette ve yüce Allah'ı
hakimiyet noktasında bilmeyenler -hangi yerde ve zamanda
olurlarsa olsunlar- müşriktirler. Allah'dan başka ilah
bulunmadığına inanmaları sadece
inanmaları- ve bireysel kulluk kasti taşıyan
davranışları sadece Allah'a takdim etmeleri
onları bu şirkten kurtarmaz. Bu halleriyle onlar, hiç
kimsenin müslüman kabul etmediği Haniflere benzerler.
İnsanlar bu zincirin halkalarını
tamamladıkları zaman müslüman sayılırlar.
Yani inanç ve bireysel ibadetlere yüce Allah'ın hakimiyet
noktasında birlenmesini ekledikleri ve tek başına
Allah'tan kaynaklanmayan herhangi bir hüküm ya da konunun veya
rejimin yahut değer yargısı ve geleneğin
yasallığını kabullenmekten vazgeçtikleri
zaman müslüman sayılırlar. İşte sadece budur
İslâm. Çünkü "Allah'tan başka ilah
bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın
peygamberi olduğuna" şahitlik etmenin anlamı
budur. Bu anlam hem islâmi düşüncede, hem de bu düşüncenin
yansıması olan islâmi pratikte açıkça
görülmelidir. Ayrıca bu tarzda ve bu anlamda, "Allah'tan
başka ilah bulunmadığına" şahitlik
edenler müslüman bir önderliğin yönetiminde, cahiliye
toplumundan ve onun cahili önderliğinden soyutlanarak
hareket halindeki bir toplum oluşturmaları da bir
zorunluluktur.
"Müslüman" olmak isteyenlerin bu gerçeği
olanca gerçekliğiyle kavramaları gerekir. İnanç
ve ibadet açısından müslüman olduklarını
sanarak bu gerçeği gözardı etmemelidirler. Çünkü
yüce Allah'ı hakimiyette birlemedikleri, kulların
hakimiyetini reddetmedikleri cahiliye toplumu ve onun cahili
önderliğine yönelik dostluklarını kesmedikleri sürece
sadece inanç ve ibadet insanı müslüman etmeye yetmez.
Samimi ve iyi niyetli birçok kimse bu aldatmaya kanmaktadır.
Müslüman olmak istiyorlar ama, onda yanılıyorlar.
Onların öncelikle islâmın tek ve gerçek şeklini
kavramaları gerekir. "Müşrik" ismini
taşıyan Arap müşriklerinin hiçbir açıdan
kendilerinden farklı olmadıklarını
bilmelidirler. Daha önce de belirtildiği gibi Arap müşrikleri
gerçek anlamda Allah'ı biliyorlardı. Ve
putlarını onun yanında aracı kabul
ediyorlardı. Onların esas şirkleri hakimiyet
noktasında ortaya çıkıyordu, inançta değil.
"Müslüman" olmak isteyen samimi ve saf kimselerin
bu gerçeği iyice kavramaları gerektiği gibi, yeryüzünde
ve pratik hayatta bu dinin yeniden dirilişini gerçekleştirmek
için mücadele eden müslüman kitle de bu gerçeği açık,
seçik ve köklü bir şekilde kavramalı, bir
kapalılığa meydan vermemeli ve bunu iyice
sindirmeli, kesin ve net bir şekilde anlatmalıdır.
Başlangıç ve hareket noktası burasıdır.
Hareket bu noktadan -daha başlangıçta- en ufak bir
sapma gösterdi mi, yolunun tümünü şaşırır.
Bundan sonra ne kadar içten davranırsa ve yolu takip etme
konusunda ne kadar ısrarlı ve kararlı olursa da
artık islâmi bir temeli bulunmayan bir harekete dönüşür.
ALLAH VE RESULÜNE İTAAT
Uyarıcı çağrılardan oluşan
ardışık bir silsilenin ardından ayetlerin
akışı kendilerinden ve yüce Allah'ın onlarla
beraber olduğundan söz ettikten sonra çağrıyı
mü'minlere yöneltmektedir. Allah'a ve Peygamber'e itaat etmeleri,
bu itaatten kaçınmaktan sàkınmaları ve
Allah'ın ayetlerinin kendilerine okunduğunu
işittikleri halde duymayan kimselere benzememeleri çağrısında
bulunmak için mü'minlere yönelmektedir. Evet, işiten
kulakları ve konuşan dilleri bulunan şu
sağır ve dilsizlere, yeryüzünde dolaşan
canlıların en kötülerine benzememeleri uyarısında
bulunmaktadır. Çünkü onlar duydukları ayetlerle
doğru yolu bulmaya çalışmıyorlar: