O |
Enfal
|
O |
|
15- "Ey mü'minler, kâfirlerin üzerinize doğru
ilerleyen ordusu ile
karşılaştığınız zaman
sakın onlara arkanızı dönmeyeniz. "
16- Savaş taktiği gereğince yer
değiştirme ya da başka bir birliğe
katılma amaçları dışında o gün kim
kâfirlere arka dönerse, Allah'ın gazabına
uğramış olarak döner. Onun varacağı yer
cehennemdir. Orası ne fena bir dönüş yeridir.
17- Müşrikleri öldüren siz değildiniz, fakat Allah
öldürdü onları. Onlara doğru toprak atarken, sen
atmadın, fakat Allah attı. Allah kendi keremi ile mü'minleri
güzel bir sınavdan geçirmek için bunu böyle yaptı.
Hiç kuşkusuz Allah işitendir, bilendir.
18- Bunların yanısıra Allah kâfirlerin tuzaklarını
boşa çıkarandır.
Kur'an'ın ifadesinde sakındırmadaki kesinlik,
cezalandırmadaki korkunçluk ve Allah'ın öfkesi ile ateşe
dönüşte tehdit belirginleşmektedir.
"Ey mü'minler, kâfirlerin üzerinize doğru
ilerleyen ordusu ile
karşılaştığınız zaman
sakın onlara arkanızı dönmeyiniz."
"Savaş taktiği gereğince yer
değiştirme ya da başka bir birliğe
katılma amaçları dışında o gün kim
kâfirlere arka dönerse, Allah'ın gazabına
uğramış olarak döner. Onun varacağı yer
cehennemdir. Orası ne fena bir dönüş yeridir."
Bunun anlamı şudur: Ey mü'minler kâfirlere doğru
ilerlediğinizde, yani bir-. birïnize yaklaşıp
karşı karşıya geldiğinizde, onlardan kaçmayın,
ancak bir savaş taktiği gereği, daha iyi bir mevzi
belirlediğinizde ya da daha sağlam bir plan düşündüğünüzde
veya başka bir birliğe katılmak istediğinizde
yahut tekrar savaşa devam etmek için gerideki müslümanlara
katılmak istediğinizde geriye dönebilirsiniz. Yoksa
geriye dönen ve ileriye hareket edildiği bu günde, düşmana
arkasını dönen şu azabı haketmiştir:
Allah'ın öfkesini çekmeyi ve cehenneme dönüşü...
Bu hükmün Bedir savaşına ya da Peygamberimizin -salât
ve selâm üzerine olsun- katıldığı
savaşlara özgü olduğunu kabul eden bazı görüşler
vardır. Ancak çoğunluk bu hükmün genel olduğu ve
düşman saldırısı karşısında
geri kaçmanın yedi büyük günahtan biri olduğu görüşündedir.
Nitekim Buhari ve Müslim Ebu Hureyre'den -Allah ondan razı
olsun- öyle rivayet ederler: "Peygamberimiz `Yedi büyük
günahtan sakının" buyurdu. `Hangileridir bunlar,
ya Resulullah?' denildi. "Allah'a ortak koşmak, sihir,
haksız yere Allah'ın haram kıldığı
cana kıymak, faiz yemek, yetimin malını yemek, düşman
karşısında geri kaçmak, bir şeyden habersiz
iffetli mü'min kadınlara zina iftirasını atmak"
buyurdu.
Cessas `Ahkâm'ul Kur'an" adlı eserinde bu konuda
geniş bir açıklamaya yer verir. Buraya almakta bir
sakınca görmüyoruz:
"Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Savaş
taktiği gereğince yer değiştirme ya da
başka bir birliğe katılma amaçları
dışında o gün kim kâfirlere arka dönerse..."
Ebu Nadra Ebu Said'den, `Bunun Bedir günü için geçerli
olduğunu" rivayet eder. Ebu Nadra diyor ki, "Çünkü
onlar o gün kaçmış olsalardı, müşriklere
sığınmış olacaklardı. Onların
dışında o gün başka müslüman yoktu çünkü...
"Ebu Nadra'nın bu sözleri doğru değildir.
Çünkü Ensar'dan birkaç kişi Medine'de
kalmıştı. Peygamberimiz onların sefere çıkmalarını
emretmemişti. Onlar da
savaşılacağını tahmin etmemişlerdi.
Sadece kervanın hedeflendiğini
sanmışlardı. Peygamberimiz de kendisiyle birlikte
çabuk davrananlarla yola çıkmıştı.
Dolayısıyla Ebu Nadra'nın, `Onların
dışında müslüman yoktu, bu yüzden düşmandan
kaçsalardı müşriklere
sığınmış olacaklardı' sözleri
belirttiğimiz gibi yanılgının ifadesidir.
Şöyle de denmiştir. Onların düşmandan kaçışları
caiz olmazdı, çünkü Peygamber'le birlikte bulunuyorlardı.
Ondan uzaklaşmaları doğru olamazdı. Yüce
Allah şöyle buyuruyor: "Medineliler'e
ve çevrelerinde bulunan bedevilere, savaşta Allah'ın
peygamberinden geri kalmak, kendilerini ona tercih etmek
yaraşmaz.." (Tevbe Suresi, 120)
Peygamberlerini yardımsız bırakmak, ondan
uzaklaşmak ve onu düşmana teslim etmek doğru
olmazdı. Gerçi yüce Allah ona yardım etmeyi ve
insanlara karşı onu korumayı üzerine almıştır.
Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah
seni insanlardan korur." Ne
var ki, düşmanın sayısı az da olsa, çok da
olsa, Peygamber'in yanında yeralmak, ondan uzaklaşamamak
müslümanların yerine getirmek zorunda oldukları bir
farzdı. Ayrıca Peygamber -salât ve selâm üzerine
olsun- o gün müslümanların grubu, birliği
niteliğindeydi. Savaştan çekilmek zorunda kalanın,
bu geri çekilmesi herhangi bir birliğe, gruba katılma
şartına bağlı olarak doğru olabilirdi. Bu
birlik ve bu grup da o gün için Peygamber'in şahsında
somutlaşıyordu. Onun dışında da bir
birlik, bir grup sözkonusu değildi. Abdullah İbn-i
Ömer der ki: Bir askeri birlikte yeralıyordum. İnsanlar
birer birer dağılınca, biz de Medine'ye döndük ve
`Biz firar ettik' dedik. Bunun üzerine Peygamberimiz, `Ben sizin
birliğinizim' dedi. Kim Peygamber'den uzak bir ,yerde kâfirlerden
kaçmak zorunda kalırsa, Peygamber'in yanındaki
birliğe katılmak üzere geri çekilmesi doğrudur.
Ancak Peygamber beraberlerinde bulunuyorsa, bir de
katılacakları diğer bir birlik sözkonusu değilse,
kaçmak ve Peygamber'i yalnız bırakmak caiz
değildir.
Hasan Basri, yüce Allah'ın
"O gün kim kâfirlere arka dönerse..." sözü
hakkında, "Bu, Bedir ehline yönelik bir hitaptır"
der. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İki
topluluğun karşılaştığı gün
savaştan geri dönenlerinizi şeytan bazı günahkâr
duyguları yüzünden ayartmaya girişmişti Ama Allah
onları yine de affetti. Hiç kuşkusuz Allah affedici ve
halimdir." (Al-i İmran, 155) Çünkü onlar düşman
karşısında Peygamber'i -salât ve selâm üzerine
olsun- yalnız bırakıp kaçmışlardı.
O zaman yüce Allah onlar hakkında şöyle demişti: "Hani,
o gün sayıca çok oluşunuz hoşunuza gitmiş, böbürlenmenize
yolaçmıştı da bu kalabalık size hiçbir yarar
sağlamamıştı; yeryüzü onca genişliğine
rağmen size dar gelmişti de sonra arkanızı dönüp
kaçmıştınız." (Tevbe, 25) Düşman
sayı bakımından az da olsa, çok da olsa
Peygamber'le birlikte oldukları zaman onlara ilişkin hüküm
budur. Ancak yüce Allah bunda bir sakınca görmezse. Yüce
Allah bir başka ayette şöyle der: "Ey Peygamber,
mü'minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden yirmi
sabırlı kişi olursa, bunlar iki yüz kâfiri
yenerler. Eğer sizden yüz kişi olsa bunlar bin kâfiri
yenerler. (Enfal, 65) Bu durum -Allah daha iyisini bilir-
Peygamber'le birlikte olmadıkları anlar için
geçerlidir. Dolayısıyla yirmi kişi ikiyüz
kâfirle kaçmaya yeltenmeden savaşmak zorundadır.
Şayet düşmanın sayısı bundan fazla ise,
tekrar savaşmak üzere yardım alabilecekleri müslümanlardan
bir birliğe katılmak amacıyla geri çekilmelerinin
bir sakıncası yoktur. Sonra yüce Allah aşağıdaki
ayeti indirerek bu hükmü neshetti (değiştirdi).
"Allah bundan böyle, bu konudaki yükünüzü hafifletti
ve bünyenizde bir zaaf belirdiğini bildi. Buna göre eğer
sizden yüz sabırlı kişi olursa bunlar iki yüz
kâfiri yenerler. Eğer sizden bin sabırlı kişi
olursa bunlar Allah'ın izniyle iki bin kâfiri yenerler.
Allah sabırlılarla beraberdir. (Enfal, 66)
İbn-i Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilir:
Sizden bir kişinin on kişiden kaçmaması farz
kılındı. Sonra bu sayı azaltıldı. Böylece
yüz kişinin ikiyüz kişiden kaçmaması farz
kılındı. İbn-i Abbas diyor ki, "Adam iki
kişiden kaçarsa firar etmiştir. Üç kişiden kaçarsa
firar etmemiştir." Hasan Basri, İbn-i Abbas'ın
"firar etmiştir" sözünü kastederek, "O
ayette kastedilen, düşmanın
saldırısından kaçmaktı." Ayetin ifade
ettiği bir kişinin iki kâfirle savaşmasının
zorunluluğudur. Kâfirlerin sayısı iki kişiden
fazla ise, o zaman o bir kişinin yardım almak
amacıyla müslümanlardan bir birliğe doğru geri
çekilmesi caiz olur. Ancak yanlarında yardım
bulamayacağı müslüman bir topluluğa katılmak
üzere kaçarsa, bu durumda şu ayette tehdit edilenlerin
kapsamına girer: "O gün kim kâfirlere arka dönerse
Allah'ın gazabına uğramış olarak döner."
Bu yüzden Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Ben
bütün müslümanların birliği, grubu konumundayım."
Ebu Ubeyde b. Mes'ud'un öldürülene kadar savaştığı
ve yenilmediği haberi kendisine ulaşınca Ömer b.
Hattab -Allah ondan razı olsun- : "Allah Ebu Ubeyde'ye
rahmet etsin. Şayet bana sığınsaydı, ben
onun için yardım mahiyetinde bir birlik olurdum"
demiştir. Ebu Ubeyde'nin arkadaşları yanına
geldiğinde de, "Ben sizin birliğiniz
konumundayım" demiş ve kaçtıklarından
dolayı onları azarlamamıştır. Bu hüküm,
bize yani Hanefiler'e) göre kesindir. Müslüman askerlerin sayısı
oniki bine ulaşmadığı sürece, kendilerinin
iki katı olan düşmandan kaçmaları caiz
değildir. Ancak savaşta yer değiştirmek ve düşmanlarını
tuzağa düşürmek için bulundukları yerden
başka bir yere geçmek gibi savaştan kaçma kastı
taşımayan davranışlar bu hükmün dışındadır.
Ya da birarada savaşmak üzere müslüman bir birliğe
katılmak üzere geri çekilebilirler. Sayıları
onikibine ulaşması durumunda ise, Muhammed b. Hasan,
"Böyle bir durumda sayıları çok fazla da olsa düşmanlarından
kaçmaları caiz değildir' demektedir. Bu konuda
arkadaşlarımız (yani Hanefiler) arasında
herhangi bir ihtilaftan söz etmemektedir. Zehri'nin Ubeydullah b.
Abdullah'dan rivayet ettiği hadisi de kanıt olarak
zikretmektedir: İbn-i Abbas diyor ki, "Peygamberimiz, `Arkadaşların
en iyisi dört kişi olanıdır. Müfrezelerin (küçük
askeri birlik) en iyisi dörtyüz kişiden
oluşanıdır. Orduların en iyisi dörtbin kişiden
oluşanıdır. Onikibin kişilik ordu ise, az
olmadığı gibi, yenilmez de' buyurmuştur."
Bazı rivayetlerde son ibare "onikibin kişilik bir
topluluk aralarında söz birliği olduğu sürece
yenilmezler" şeklindedir. Tahavi İmam Malik'e
şöyle sorulduğunu anlatır: "Acaba
Allah'ın hükmünden çıkıp başkasıyla hükmeden
birine karşı savaşmayabilirmiyiz? İmam
Malik, bu soruya şu karşılığı verir:
Senin gibi düşünen onikibin kişi varsa
savaşmak zorundasın, yok eğer sayınız bu
kadar değilse, savaşmayabilirsiniz." İmam
Malik'e bu soruyu soran Abdullah b. Ömer b. Abdülaziz b.
Abdullah b. Ömer'di. Bu görüş Muhammed b. Hasan'ın
anlattıklarına uygun düşmektedir. Peygamberimizden
rivayet edilen "onikibin kişilik" sayıya
ilişkin hadis bu konunun esasını
oluşturmaktadır. Bu durumdaki müslümanların düşmanlarının
sayısı çok da olsa kaçmaları caiz değildir.
Peygamberimizin buyurduğu gibi, `aralarında söz birliği'
olduğu sürece, düşmanın sayısı kat kat
fazla da olsa kaçamazlar. Buna göre `aralarında söz birliği'
oluşturmaları da bir zorunluluktur. Cessas'tan
yaptığımız alıntılar sona erdi.
Aynı şekilde "İbn-i Arabi" de
"Ahkâm'ul Kur'an" adlı eserinde bu hükmün kapsamına
ilişkin ihtilaflar üzerine şu değerlendirmeyi
yapmaktadır: "Bilginler arasında görüş
ayrılığı vardır, sözkonusu savaştan
kaçma olayı sadece Bedir savaşına mı
özgüdür, yoksa kıyamet gününe kadar meydana gelecek tüm
savaşları mı kapsar, diye..." İbn-i Said
el-Hudri, bunun Bedir gününe özgü olduğunu rivayet eder.
"Çünkü o gün Peygamberimizden başka
sığınacakları bir birlikleri, bir cemaatleri
yoktu, der." Nafï, Hasan, Katade, Yezid b. Habib ve Dahhak
bu görüşü benimsemişler.
İbn-i Abbas'dan ve diğer birçok alimden bu ayetin kıyamet
gününe kadar geçerli olduğu rivayet edilir. "Bu
gün kim onlara arka dönerse" sözüne
dayanılarak bu hükmün Bedir savaşına özgü olduğu
sonucuna varmışlar. Bu yüzden birçokları bunun
Bedir gününe işaret olduğunu sanmışlar. Oysa
ayet bütün savaşlara işaret etmektedir."
"Bunun delili de ayetïn savaştan sonra, çarpışmanın
bitiminde, o günün sonunda inmesidir. Nitekim, Peygamberimizden
aktardığımız sahih bir hadiste büyük
günahların şunlar, şunlar olduğu
sıralanmış, savaştan kaçma da bunlar arasında
yeralmıştı. Bu hadis, meseledeki ihtilafları
kaldıran ve bu konudaki kesin hükmü açıklayan bir
nass niteliğindedir. Bu hükmün Bedir gününe özgü olduğunu
düşünenlerin düştükleri yanılgıya da
dikkat çekmiştir."
Biz, İbn-i Arabi'nin `İbn-i Abbas ve diğer birçok
alimden' aktardığı görüşü benimsiyoruz.
Çünkü sadece herhangi bir güne özgü kılmaksızın
genel anlamda savaştan kaçma olayı üzerinde bu kadar sıkı
sıkıya durmayı gerektirebilir. Bu açıdan
pratik etkilerinin büyüklüğü, diğer açıdan
inanç sistemiyle ilişkili oluşa bu uyarıyı
gerektirmiştir.
Kuşkusuz mü'min gönül, yer·yüzündeki hiçbir gücün
yenemeyeceği denli derin ve sağlam olmalıdır.
Çünkü bu gönül işinde etkin, kullarının
üzerinde karşı konulmaz otoriteye sahip Allah'ın gücüne
bağlıdır. Bu gönülün -tehlike karşısında
sarsıntı geçirmesi normal kabul edilmiş olsa bile,
bu sarsıntının yenilgi ve kaçışa dönüşmesi
normal kabul edilmemiştir. Eceller Allah'ın elindedir.
Bu yüzden bir mü'minin yaşam korkusuyla savaştan kaçması
caiz değildir. Bu konuda kişiye gücünü aşan bir
sorumluluk yüklenmiş de değildir. Mü'min bir insandır
ve kendisi gibi bir insan olan düşmanıyla
karşı karşıya gelir. Onlar bu
açıdan yeryüzünde
eşit bir konumda görünmektedirler. Sonra mü'min karşı
konulmaz büyük güce olan bağlılığıyla
ayrıcalık kazanıyor. Hem mü'minin yaşaması
Allah'a yöneliktir. Şehit düşse yine Allah'a
gidecektir. Dolayısıyla mü'min her halûkarda, Allah'a
ve Peygamber'e karşı çıkarak yoluna dikilen
rakibinden üstündür. Bu kesin hükmün nedeni budur:
"Savaş taktiği gereğince yer
değiştirme ya da başka bir birliğe
katılma amaçları dışında o gün kim
kâfirlere arka dönerse Allah'ın gazabına
uğramış olarak döner. Onun varacağı yer
cehennemdir. Orası ne fena bir dönüş yeridir."
İfadenin kendisi ve içerdiği hayret verici imalar
üzerinde biraz durmamız gerekmektedir. "Onlara
arkanızı dönmeyiniz", "Kim kâfirlere arka
dönerse..." Bu ifadeler yenilgiyi somut bir şekilde
dile getirmektedirler. Bunun yanında bu
davranışın çirkinliği, iğrençliği,
düşmana arka dönmenin kötülüğü de vurgulanmaktadır.
Sonra... "Allah'ın gazabına uğramış
olarak döner." Yenilgiye uğrayıp dönen,
Allah'ın öfkesiyle birlikte döner ve barınağına
gider. "Onun varacağı
yer cehennemdir. Orası ne fena bir dönüş
yeridir."
Böylece genel atmosferi canlandırmak için ifadenin
gölgesi anlamla bir uyum oluşturmaktadır. Savaş günü
geriye dönüp kaçmanın çirkinliği ve kötülüğü
duygusunu canlandırmaktadır vicdanlarda.
Savaş günü geriye dönmekten sakındırdıktan
sonra surenin akışı, onların gerisinde
savaşı yönlendiren, onlar için düşmanlarını
öldüren, onlar adına atıp hedefi tutturan
Allah'ın elini göstermek için devam etmektedir. Bununla
beràber onlar sınanmanın sevabını
alıyorlar. Çünkü yüce Allah güzel bir sınamayla
onlara lütfetmeyi ve bu lütfundan dolayı onlara sevap
vermeyi dilemiştir:
"Müşrikleri öldüren siz değilsiniz, fakat
Allah öldürdü onları. Onlara doğru toprak atarken sen
atmadın, fakat Allah attı. Allah kendi keremi ile mü'minleri
güzel bir sınavdan geçirmek için bunu böyle yaptı.
Hiç kuşkusuz Allah işitendir, bilendir."
Buradaki "atma"nın yorumuna ilişkin olarak
çok sayıda rivayet mevcuttur. Bununla Peygamberimizin,
"yüzleri kararsın, yüzleri kararsın" diyerek
kâfirlerin yüzüne doğru fırlattığı bir
avuç kumun kastedildiği ve bunların Allah katında
o gün öldürülmeleri takdir edilenlere isabet ettiği
anlatılır.
Ne var ki ayetin anlamı geneldir. Ve bu ayet, Peygamber'in
-salât ve selâm üzerine olsun- ve müslüman kitlenin görülen
davranışlarının ötesinde tüm işleri yönlendiren
Allah'ın tedbirini ifade etmektedir. Ondan sonra yüce Allah'ın
şu sözünün de yeralması bu yüzdendir:
"Allah kendi keremi ile mü'minleri güzel bir sınavdan
geçirmek için bunu böyle yaptı."
Yani onları güzel bir sınavdan geçirmek suretiyle,
bundan dolayı onlara zafer vermeden önce kendi katından
vereceği sevapla onları rızıklandırmak için
böyle yaptı. Bu ise başıyla sonuyla kat kat lütuftur:
"Hiç kuşkusuz Allah işitendir, bilendir."
Yardım isteğinizi işitir, durumunuzu bilir.
Sizin, kulluğu sırf O'na özgü kıldığınızı
bildiği zaman sizi kendi gücüne perde yapar. Size zafer ve
sevap verir. Nitekim Bedir'de size hem zàfer, hem de sevap
verdi...
"Bunların yanısıra Allah kâfirlerin
tuzaklarını boşa çıkarandır."
Bu sonuncusu, öncekilerden sonra gelir. O'nun savaşı
yönlendirmesi, sizin elinizle düşmanlarınızı
öldürmesi, peygamberinizin attığını hedefe yöneltmesi
ve size sevap vermek için güzel bir sınavdan geçirmesiyle
bitmiyor. Bütün bunlara ek olarak, kâfirlerin tuzaklarını
boşa çıkarıyor, onların planlarını
ve taktiklerini etkisiz hale getiriyor. O halde korkmaya gerek
yoktur. Bozguna uğrayıp dağılmanın
anlamı yoktur. Mü'minlerin kâfirlerle karşılaşırken
arkalarını dönüp kaçmalarını normal
kılacak bir mazeret göstermeleri sözkonusu olamaz.
Bu aşamada ayetlerin akışı savaştaki tüm
durumları bir nokta etrafında birleştiriyor. Müşrikleri
öldüren Allah olduğuna göre, onlara atan ve bununla
mü'minleri güzel bir sınavdan geçiren ve kâfirlerin
tuzaklarını etkisiz hale getiren O olduğuna göre,
ganimetler için koparılan bu yaygaralar, bu çekişmeler
de neyin nesi? Çünkü bütün savaş Allah'ın tedbiri
ve takdiri doğrultusunda gelişmiştir. Onlar sadece
bu tedbir ve takdire perde olmuşlardır.
KİM ÖLDÜRÜYOR
Ayetlerin akısı yüce Allah'ın kâfirlerin
tuzaklarını boşa çıkardığını
açıklarken, kâfirlere, savaş öncesinde Allah'tan
zafer isteyip iki gruptan en sapık olanın, bilinmeyen
bir şeyi getirenin ve akrabalık bağlarını
gözetmeyenin mahvolması için dua edenlere yöneliyor.
(Nitekim Ebu Cehil bu şekilde dua etmiş ve Allah'tan
zafer ve hükmünü belirtmesini istemişti) Ne var ki, müşrikler
mahvolmuşlardı. Hitap onlara yöneliyor ve bu zafer
isteyişlerini alaya alıyor. Bedir'de meydana gelenin her
zaman yürürlükte olan yasadan bir örnek olduğunu, gelip
geçici bir defalık bir durum olmadığını,
çokluklarının ve dayanışmalarının
bu işi değiştiremeyeceğini, çünkü Allah'ın
mü'minlerle birlikte oluşunun değişmez bir yasa
olduğunu vurguluyor:
|
|
O |
|
O |
|