O |
Enfal
|
O |
|
9- Hani siz Rabbinizden yardım istediğinizde Allah bu
çağrınıza 'Ben size ardarda gelecek bin
kişilik bir melek ordusu ile yardım edeceğim' diye
cevap verdi.
10- Allah sadece müjde olsun ve kalpleriniz güven bulsun diye
size bu yardımı yaptı. Zaten yardım, zafer
doğrudan doğruya Allah katındandır. Hiç kuşkusuz
Allah üstün iradeli ve hikmet sahibidir.
11- Hani Allah, korkunuzu gidermek için sizi hafif bir uykuya
daldırmıştı. Ayrıca sizi temizlemek,
şeytanın vesvesesinden arındırmak,
kalplerinizi pekiştirip kaynaştırmak ve
ayaklarınızın yere sağlam basmasını
sağlamak için size gökten su indirdi.
12- Hani Rabbin meleklere "Ben sizinle beraberim,
mü'minleri yüreklendirin, ben kafirlerin kalplerine korku salacağım,
vurun boyunlarını, indirin darbelerinizi
parmaklarına,' diye vahyetti.
13- Şundan dolayı ki, onlar Allah'a ve Peygamber'e
karşı çıktılar. Kim Allah'a ve Peygamber'e
karşı çıkarsa bilsin ki, Allah'ın azabı
ağırdır.
14- İşte size Allah'ın azabı,
tadınız onu. Ayrıca kâfirler için cehennem azabı
da vardır.
Savaş bütünüyle Allah'ın emri, iradesi, tedbir ve
takdiriyle meydana gelmiş; O'nun ordusu ve yönlendirmesiyle
sürmüştü. Bu ordu, olmuş bitmiş bir sahneyi
şu anda oluyormuş gibi sunan Kur'an'ın tasvirli,
hareketli ve canlı ifadelerinde tüm hareketleri ve adımlarıyla
açıkça görülmektedir.
Yardım isteme olayına gelince, İmam Ahmed Ömer
b. Hattab'dan -Allah ondan razı olsun- şöyle rivayet
eder: "Bedir günü Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine
olsun- arkadaşlarına baktı, üçyüz küsûr kişi,
müşriklere baktı, binden fazla... (Diğer
rivayetlerde müşriklerin sayılarının
binle-dokuzyüz arasında olduğu geçmektedir.) O zaman
Peygamberimiz üzerinde hırkası ve zırhı
olduğu halde kıbleye döndü, "Allah'ım bana
va'dettiğin zaferi ver. Allah'ım şayet şu müslüman
topluluğu helâk edersen, yeryüzünde sana kulluk eden
kalmaz" diye dua etti. Ömer diyor ki, sürekli Rabbine dua
ediyor, yardım istiyordu. Ta ki, hırkası
omuzlarından düştü. Ebubekir hırkayı
alıp Peygamberimizin üzerine attı ve onu arkadan
kucaklayıp, "Ey Allah'ın peygamberi, Rabbine bu
kadar yakarışın yetişir, O sana
va'dettiği zaferi verecektir" dedi. Bunun üzerine yüce
Allah şu ayeti indirdi: "Hani siz Rabbinizden
yardım istediğinizde Allah bu çağrınıza,
`Ben size ardarda gelecek bin kişilik bir melek ordusu ile
yardım edeceğim' diye cevap verdi."
Bedir günü müslümanlara yardım için gönderilen
melekler, sayıları, ne şekilde savaşa
katıldıkları, savaşta
dayanıklılık gösteren mü'minlere ve yenik müşriklere
neler söyledikleri konusunda birçok ayrıntılı
rivayet yeralmıştır. Ne var ki, biz -şu
tefsirde takip ettiğimiz yöntem uyarınca- bunun gibi
gayb dünyasına ilişkin durumlarda Kur'an ya da sünnette
yeralan kesin açıklamalarla yetiniyoruz. Buradaki Kur'an
ayetleriyse, bizim için yeterlidir: "Hani siz Rabbinizden
yardım istediğinizde Allah bu çağrınıza
`Ben size ardarda gelecek bin kişilik bir melek ordusu ile
yardım edeceğim' di ye
cevap verdi."
İşte sayılar... "Hani Rabbin meleklere
`Ben sizinle beraberim, mü'minleri yüreklendirin, ben
kâfirlerin yüreklerine korku salacağım, vurun
boyunlarına, indirin darbelerinizi, parmaklarına' diye
vahyetti." Yaptıkları da budur. Bunun
ötesinde ayrıntılara girmenin gereği yoktur.
Çünkü Kur'an ayetinde belirtilenler yeterlidir. Kendileri sayısal
bakımdan az, düşmanlarıysa çok çok fazla olduğu
böyle bir günde, yüce Allah'ın müslüman kitlenin ve bu
dinin durumuyla yüceler aleminden yüce Allah'ın sözleriyle
nitelediği gibi fiili bir şekilde ilgilendiğini
bilmemiz yeterlidir.
Buharî, "Meleklerin Bedir savaşına
katılmaları" bölümünde şöyle der: "Bize
İshak b. İbrahim anlattı; bize Cerir anlattı,
o da Yahya b. Said'den, o da Muaz b. Rifae b. Rafi ez Zerkî'den,
o da babasından (babası Bedir savaşına
katılan müslümanlardandı) şöyle anlattı:
Cebrail -selâm üzerine olsun- Peygamberimize -salât ve selâm
üzerine olsun- geldi ve `Aranızda Bedir savaşana
katılanları nasıl biliyorsunuz?' dedi.
Peygamberimiz de, `müslümanların en üstünleri' -veya buna
benzer bir söz- dedi. Cebrail,"`Bedir savaşına
katılan melekler de öyle' dedi. (Bu hadisi sadece Buharî
rivayet etmiştir.)
"Hani siz Rabbinizde Allah bu çağrınıza
`Ben size ardarda gelecek bin kişilik bir melek ordusu ile
yardım edeceğim" diye cevap verdi."
"Allah sadece müjde olsun ve kalpleriniz güven bulsun
diye size bu yardımı yaptı. Zaten yardım,
zafer doğrudan doğruya Allah katındadır. Hiç
kuşkusuz Allah üstün iradeli ve hikmet sahibidir."
Yardım istediklerinde Rabbleri onlara cevap vermiş ve
ardarda gelen bin kişilik melek ordusuyla yardım
edeceğini bildirmişti. Bu olayın büyüklüğüne
ve müslüman kitle ile bu dinin Allah'ın ölçüsündeki değerine
işaret etmesine rağmen, yüce Allah müslümanların
bu sonucu doğuran herhangi bir sebep olduğunu düşünmelerine
imkân vermiyor, müslümanın inancını ve düşüncesini
düzeltmek için olayı kendisine bağlıyor. Yüce
Allah'ın verdiği cevap, gönderdiği yardım ve
şu haber... Evet tüm bunlar müjdeden ve kalplere güven
duygusunu vermekten
başka bir
şey değildir. Yoksa zafer kesinlikle Allah
katındandır ve başka türlü de olamaz. Burada
Kur'an ayetlerinin akışında belirginleşen
inanca ilişkin gerçek budur. Böylece müslümanın gönlünün
herhangi bir sebebe bağlanması önlenmiş olur.
Müslümanlara düşen, varolan tüm güçlerini
sarfetmeleri, pratik tehlike karşısında
aralarında bazılarının başına
geldiği ilk sarsıntının üstesinden gelmeleri
ve Allah'ın yardımına güvenerek O'na itaat etmeye
devam etmeleridir. Görevlerini yerine getirmiş olmaları
için bu yeterlidir. Bundan sonra kendilerini yönlendiren ve
hayatlarını planlayan ilahî güç devreye girecektir.
Bunun ötesi, pratik tehlike karşısında mü'min
gönüllere yönelik müjde, güven ve destektir. Savaş
meydanında kendine güven duyması ve direnç
gösterebilmesi için mü'min kitlenin, Allah'ın ordusunun
kendileriyle beraber olduğunun bilincinde olması
yeterlidir. Bundan sonra zafer sadece Allah katından gelir.
Çünkü O'ndan başkası zafer vermeye güç yetiremez.
O, "Üstün
iradelidir." İşini
yerine getirmeye kadir ve etkindir. O, "Hikmet sahibidir."
Her olayı yerli yerinde çözümler.
"Hani Allah, korkunuzu gidermek için sizi hafif bir
uykuya daldırmıştı. Ayrıca sizi
temizlemek, şeytanın vesvesesinden arındırmak,
kalplerinizi pekiştirip kaynaştırmak ve
ayaklarınızın yere sağlam basmasını
sağlamak için size gökten su indirdi."
Savaş öncesi müslümanları bürüyen uyku hikâyesi
ilginç psikolojik bir hikâyedir. Böyle bir şey ancak
Allah'ın emri, takdiri ve yönlendirmesiyle olabilir.
Müslümanlar daha önce hesaplayamadıkları, o ölçüde
hazırlık yapmadıkları bir tehlikeyle
karşı karşıya gelip kendilerinin de
sayısal bakımdan çok az olduklarını görünce
paniğe kapılmışlardı. O sırada
birden bire uykuya dalmışlardı.
Uyandıklarında içlerini huzur kaplamıştı,
gönüllerini güven duygusu sarmıştı. (Uhud gününde
de böyle olmuştu. Tekrar paniğe
kapılmışlardı. Yine uyku bürümüştü
onları. Sonunda güven duygusu doldurmuştu içlerini).
Bir gün batımında bu ayetleri düşünüyorum.
Müslümanları bürüyen bu uykuya ilişkin rivayetleri
inceliyordum. Olayı meydana gelmiş ve Allah'dan
başka kimsenin sırrını bilemediği ve yine
O'nun haber verdiği bir olay olarak algılıyordum.
Sonra birdenbire bir sıkıntıya girdim. Sebebini
bilmediğim korkunç sıkıntılı anlar
yaşadım. Derinden derine ızdırap çekiyordum.
Sonra birkaç dakikayı geçmeyecek hafif bir uyuklama aldı
beni. Daha öncekinden farklı bir insan olarak uyandım.
Ruhum sakinleşmiş, kalbim durulmuştu. Gönlüm
derin bir güven ve huzur havası içinde yüzüyordu. Bu nasıl
olmuştu? Bu ani değişim nasıl gerçekleşmişti,
bilmiyordum. Ancak ben bundan sonra Bedir ve Uhud'da meydana gelen
olayı kavramıştım. Bu sefer tüm benliğimle
kavramıştım, aklımla değil. Zihnimde
canlı bir olgu olarak algılıyordum. Salt düşünce
olarak değil. Bu olayda gizliden ve dolaysız olarak
işlevini yerine getiren Allah'ın elini görüyordum. Artık
içim huzur dolmuştu. Hiç kuşku yok ki, o sırada
uykuya dalmaları, bunun sonucunda kalplerinin güven
duygusuyla dolması, yüce Allah'ın Bedir gününde
mü'min kitleye yönelik yardımlarından biriydi.
"Yuğaşşikum", "en-Nuas ve "emeneten"
kelimeleri latif ve şeffaf bir ortam oluşturuyorlar.
Sahnenin genel atmosferini ve mü'minlerin o günkü durumunu
tasvir ediyorlar. Müslümanların o gün yaşadıkları
iki durumu birbirinden ayıran bu psikolojik anın
değeri belirginleşmektedir.
Su olayına gelince:
"(...) Sizi
temizlemek, şeytanın vesvesesinden arındırmak,
kalplerinizi pekiştirip kaynaştırmak ve
ayaklarınızın yere sağlam basmasını
sağlamak için size gökten su indirdi."
Savaşın eşiğinde, yüce Allah'ın müslüman
kitleye yönelik yardımlarından biri de buydu.
Ali b. Talha, Abdullah İbn-i Abbas'dan şöyle rivayet
eder: `Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Bedir'e
vardığında karargâh kurdu. Müşriklerle su
arasında ise bir kum tepesi vardı. Bu, müslümanların
moral açısından çökmelerine neden oldu. Şeytan
da içlerine öfke salıp şu vesveseyi telkin ediyordu: `Siz
hem kendinizi Allah'ın dostları sanıyorsunuz.
Aranızda da Allah'ın peygamberi var. Oysa suyu ele geçirmede
müşrikler size üstünlük sağladılar. Siz cünüp
mü namaz kılacaksınız?' Bunun üzerine yüce Allah
şiddetli bir yağmur yağdırdı. Müslümanlar
hem içtiler, hem de temizlendiler. Böylece yüce Allah
şeytanın vesvesesini geçersiz kıldı.
Yağmurdan dolayı kum da sıkıştı.
İnsanlar ve hayvanlar rahatça yol alıyordu. Nihayet müşriklere
yaklaştılar. Allah peygamberine bin kişilik bir
melek ordusunu yardıma gönderdi. Beşyüz kişilik
grubunda Cebrail, diğer beşyüz kişilik grubunda da
Mikail yer alıyordu.
Bu olay, Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun-
Habbab b. Münzir'in görüşüne uyup Bedir kuyusunun başında
konaklamasından ve diğer kuyuları
kapatmasından önce meydana gelmişti.
Bilindiği gibi Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine
olsun- Bedir'e vardığında en yakın su
kuyusunun -yani bulduğu ilk su kuyusunun- başında
konaklamıştı. Bunun üzerine Habbab b. Münzir yanına
varıp, "Ya Resulallah burada konaklamanı emreden yüce
Allah mıdır? Yani bunu değiştiremez miyiz?..
Yoksa bir savaş taktiği ve hilesi olarak mı
burayı seçtin?" dedi. Peygamberimiz, "Bir savaş
taktiği ve hilesi olarak burayı seçtim" dedi.
Bunun üzerine Habbab, "Ya Resulallah, burası uygun bir
yer değildir. Gidip Kureyş'e en yakın kuyunun
başına konaklayalım diğer kuyuları da
kapatalım. Bir havuz açıp su dolduralım. Böylece
bizim suyumuz olurken, onlarınki olmaz" dedi.
Peygamberimiz harekete geçip dediklerini yaptı. (İbn-i
Kesir tefsirinden.)
Yüce Allah'ın Bedir savaşına katılan
kitleye hatırlattığı bu durum -Habbab b.
Münzir'in
tavsiyesine uyulmadan önce işte bu gecede meydana
gelmişti. Bu gecede gönderilen yardım ise, çift
yönlü bir yardımdır, hem maddi, hem psikolojik bir
yardımdır. Su, çölde bir zafer aracı
olmasının yanında, hayat unsurudur da. Çölde suyu
kaybeden ordu, çarpışmadan önce moral kaybetmiş
demektir. Sonra içinde bulunulan ortama eşlik eden bu
psikolojik durum ve şeytanın bunu istismar etmesi, suyun
yokluğundan dolayı gerekli temizliğin
yapılamaması dolayısıyla namaz
kılmanın zorlaşması durumudur. (O
sıralarda henüz teyemmüm izni verilmemişti. Bu izin
daha sonraları Hicri beşinci senede Beni Mustalik
savaşında verilmişti) Bu noktada telkinler ve
vesveseler harekete geçiyor. Böyle bir sıkıntı ve
psikolojik çöküntü havası içinde savaşa giren gönüller,
içten içe sarsılmış ve ruhsal olarak bozguna
uğramış bir şekilde savaşa giriyorlar
demektir. İşte bu noktada yetişiyor yardım, böyle
bir ortamda geliyor ilahi destek.
"(...) Sizi
temizlemek, şeytanın vesvesesinden arındırmak,
kalplerinizi pekiştirip kaynaştırmak ve
ayaklarınızın yere sağlam basmasını
sağlamak için. size gökten su indirdi."
Psikolojik yardım maddi yardımla tamamlanıyor.
Suyun bulunmasıyla kalpler duruluyor. Gerekli temizlik
yapılarak ruhlar huzura kavuşuyor. Yerin
sertleşmesi ve kumların sıkışması
sonucu ayakların yere sağlam basması
sağlanıyor.
İMAN ve SEBAT
Bütün bunlar, yüce Allah'ın mü'minleri
yüreklendirmelerine ilişkin olarak meleklere
vahyettiklerinin, kâfirlerin gönüllerine korku salacağına
ilişkin va'dinin ve savaşa fiilen
katılmalarına ilişkin meleklere yönelik emrinin
yanında yeralıyor:
"Hani Rabbin, meleklere `Ben sizinle beraberim, mü'minleri
yüreklendirin, ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım,
vurun boyunlarını, indirin darbelerinizi
parmaklarına' diye vahyetti."
Dehşet verici bir durum bu. Yüce Allah'ın
savaşta meleklerle beraber olması ve meleklerin
savaşta müslüman kitlenin yanında yeralması. Bu
durumla, "Melekler ne şekilde savaşa
katılmışlar? Kaç kişiyi öldürmüşler?
Nasıl öldürmüşler?" gibisinden
araştırmalara girmekle uğraşmak doğru
olmaz. Bu ortama ilişkin en büyük gerçek işte bu gerçektir.
Müslüman kitlenin yeryüzünde bu din uyarınca harekete geçmesi
olağanüstü bir olaydır. Yüce Allah'ın
savaşta meleklerle beraber olmasını, meleklerin de
müslüman kitleyle birlikte savaşa
katılmalarını hakedecek dehşet verici bir
durumdur bu.
Biz yüce Allah'ın yarattıklarından melek
adı verilen yaratıkların varlığına
inanıyoruz. Ancak onların
yaratıcısının onlara ilişkin olarak
bildirdiklerinden başka onların mahiyetlerine
ilişkin herhangi bir şey bilmiyoruz. Aynı
şekilde Kur'an ayetinin açıkladığının
dışında müslümanların Bedir
savaşında zafer kazanmalarında
katkılarının mahiyetini de bilmiyoruz. Rabbleri
onlara, "Ben sizinle beraberim" diye vahyetmiş, müslümanları
yüreklendirin diye emretmiş, onlar da yapmışlar. -Çünkü
onlar emredileni yaparlar- Ama nasıl yapmışlar,
işte onu bilmiyoruz. Yüce Allah onlara müşriklerin
boyunlarını vurmalarını, parmaklarına
darbeler indirmelerini emretmiştir. Yine mahiyetini
bilmediğimiz bir şekilde söylenenleri yapmışlardır.
Bu durum, meleklerin tabiatına ilişkin olarak bizim
kavrama yeteneğimizi aşan bir durumdur. Bu konuda yüce
Allah'ın bize öğrettiklerinden başka bir şey
bilmiyoruz. Aynı şekilde yüce Allah kâfirlerin
kalplerine de korku salacağını va'detmişti.
Nitekim olmuştu da. Çünkü onun va'di gerçektir. Yine biz,
bunun da nasıl gerçekleştiğini bilemeyiz. Yaratan
Allah'tır. Ve yarattıklarını en iyi O bilir.
Çünkü O kişiyle kalbi arasına girer. Ve O insana
şah damarından daha yakındır.
Bu tür fiillerin mahiyetlerini ayrıntılı biçimde
kurcalamak, bu inancın ve bu inanç uyarınca
girişilen pratik hareketin tabiatından olan ciddilikle
bağdaşmaz. Ne var ki, insanların bunu
kurcalamaları, bu dinde yeralan gerekli ideallerden
uzaklaştıkları düşünsel ölçüsüzlüktür.
Bunlar akıllara ve ruhlara egemen olduğu sonraki çağlarda,
islâmi mezheplerin ve kelâm ilminin konuları arasına
girmiştir. Oysa savaşta yüce Allah'ın meleklerle
birlikte olmasının, meleklerin de müslüman kitlenin
yanında savaşa katılmalarının dehşet
verici işaretlerinin boyutları üzerinde durmak çok
daha yararlı ve yerinde olacaktır.
Bu gözden geçirmenin sonunda ve bu dehşet verici gerçeği
olanca açıklığıyla belirginleştiren bu
olağanüstü sahnenin ardında, bütün savaşların
ve savaşlarda meydana gelen zafer ve yenilgilerin ötesinde
yeralan ve bu işlerin meydana gelişine yön veren kural
ve kanuna ilişkin aydınlatıcı bir açıklama
yeralıyor:
"Şundan dolayı ki, onlar Allah'a ve Peygamber'e
karşı çıktılar. Kim Allah'a ve Peygamber'e
karşı çıkarsa bilsin ki, Allah'ın azabı
ağırdır."
Kuşkusuz, yüce Allah'ın müslüman kitleye yardım
etmesi ve müslüman kitlenin düşmanlarına korkuyu
musallat etmesi, aynı şekilde meleklerin onlarla
birlikte savaşta yeralması bir defalık bir olay, ya
da geçici bir rastlantı değildir. Bunun nedeni kâfirlerin
Allah'a ve Peygamber'e karşı bir çizgi benimsemeleri
Allah ve Peygamber'in safından başka bir saf
edinmeleridir. Allah'ın yolundan insanları alıkoyan
ve onları Allah'ın hayat sisteminden başkasına
uymaya yönelten bu zıt ve karşıt tutumu
sergilemeleridir.
"(...) Kim
Allah'a ve Peygamber'e karşı çıkarsa bilsin ki,
Allah'ın azabı ağırdır."
Kendisine ve peygamberine karşı çıkanlara
ağır azabını gönderir. Kuşkusuz O,
onları cezalandırmaya kadirdir. Onlarsa buna
karşı koyamayacak kadar zayıftırlar.
Bu bir kuraldır, değişmez bir yasadır, bir
defalık rastlantı değildir. Yeryüzünde tek başına
Allah'ın ortaksız ilahlığını
duyurmak ve sadece O'nun hayat sistemini egemen kılmak için
müslüman kitle harekete geçtiği ve düşmanları
Allah'a ve Peygamber'e karşı çıkış
tavrını sergiledikleri sırada yürürlüğe
giren temel bir kural, değişmez bir yasadır bu.
Evet böyle bir durumda müslümanları yüce Allah
yüreklendirir, onlara zafer verir. Korku ve yenilgi ise, Allah'a
ve Peygamber'e karşı çıkanlar içindir. Ancak
müslüman kitle yolunda dosdoğru hareket ettiği,
Rabbine güvendiği ve sadece ona dayanarak
yolaldığı sürece...
Sahnenin sonunda, yüce Allah, Allah'a ve Peygamber'e karşı
çıkanlara hitab ediyor... Şu dünyada yaşadığınız
korku ve ağır yenilgi size verilecek cezanın
tamamı değildir. Çünkü bu din, O'nun direktifleri
uyarınca hareket etmemek ve bu dinin yoluna dikilmek,
sırf bu dünyayı ilgilendiren bir durum değildir,
yalnızca bu dünya hayatının işi
değildir. Şu yeryüzünün ötesine uzanan, şu
hayatı aşan bir durumdur. Boyutları şu
yakın uzaklıkların ötesine varmaktadır.
"İşte size Allah'ın azabı,
tadınız onu. Ayrıca kâfirler için cehennem azabı
da vardır."
Yolun sonu budur. Yaşadığınız korku,
ağır yenilgi, boyunlarınıza ve
parmaklarınıza yediğiniz darbelerle mukayese kabul
etmeyen azap işte budur... MADDİ TECHİZAT VE
TESLİMİYET
Şimdi... Kuşkusuz müslümanlar savaşın
sahnelerini ve savaşın meydana geldiği
koşulları yeniden yaşamışlardı.
Onlara savaş meydanında işlevini yerine getiren
Allah'ın eli, tedbiri, yardımı ve desteği gösterilmişti.
Dolayısıyla savaş meydanında Allah'ın
takdirine ve gücüne perde olmaktan başka bir
işlevlerinin olmadığını öğrenmişlerdi.
Peygamberi hak üzere evinden çıkaran Allah'tı. Onu gösteri,
haksızlık ve azgınlık için çıkarmamıştı.
Kâfirlerin kökünü kurutmak gibi dilediği bir iş için
iki gruptan biriyle karşılaşmalarını
takdir eden yüce Allah'dı.
"Amaç mücrimlerin hoşuna gitmese de gerçeği yüceltmek
ve bâtılı ortadan kaldırmaktı."
Ardarda gelen bin kişilik bir melek ordusunu onlara
yardım için gönderen yine Allah'tı. Kendilerine güvenmelerini
sağlayan, uykuyu veren; temizlenmeleri, şeytanın
vesvesesinden kurtulmaları, gönüllerini kaynaştırmaları
ve ayaklarını yere sağlam basmaları için
gökten su indiren Allah'tı. Mü'minleri yüreklendirmelerini
meleklere vahyeden ve kâfirlerin gönüllerine korku salan yine
Allah'tı. Meleklerin savaşa katılmalarını
sağlayan, kâfirlerin boyunlarını
vurmalarını ve müşriklerin parmaklarına
darbeler indirmelerini emreden Allah'tı. Malsız,
desteksiz ve hazırlıksız çıktıkları
seferde bunca ganimeti almalarını sağlayan ve
onları lütfuyla rızıklandıran yine
Allah'tı.
Şimdi... Kuşkusuz Kur'an'ın akışı
tüm bunları sunmuş, gönüllerinde yeniden yaşatmış,
gözlerinin önünde canlandırmıştı. Bu
sunuş, insanın tedbirlerine, sayı ve
hazırlık gücüne dayanmayan, tersine Allah'ın
tedbirine, takdirine, yardım ve desteğine, aynı
şekilde sadece O'na dayanmaya, sırf O'na
sığınmaya, O'ndan yardım istemeye ve O'nun
tedbir ve takdirine göre hareket etmeye dayanan kesin zaferden
bir tabloyu içermektedir.
Bu sahnenin gönüllerde yerettiği, gözler önünde
canlandığı şu anda... Gönüllerin
direktiflere karşılık vereceği en uygun
ortamın oluştuğu şu anda... Evet işte bu
anda mü'minlere bu sıfatlarıyla yönelik, kâfirlerle
karşılaştıklarında direnmelerine, yenilgi
ve kaçıştan ötürü arkalarına dönmemelerine ilişkin
bir emir yeralıyor. Nasıl olsa zafer ve yenilgi,
insanların iradesinden üstün bir iradeye, insanların gördükleri
sebeplerin dışındaki sebeplere
bağlıdır. Nasıl olsa her işi olduğu
gibi savaşı da yönlendiren Allah'tır. Mü'minlerin
eliyle kâfirleri öldüren O'dur. O'dur atılan oku hedefine
ulaştıran. Mü'minler Allah'ın gücüne perde
konumundadırlar. Yüce Allah cihad ve o esnada yaşadıkları
sıkıntılardan dolayı sevap diliyor onlar için.
Kâfirlerin gönüllerine korku salan, planlarını
boşa çıkaran, Allah'a ve Peygamber'e karşı çıktıklarından
dolayı onlara dünya ve ahiret azabını
tattıran Allah'dır.
|
|
O |
|
O |
|