O |
Enfal
|
O |
|
5- (Ganimetlerin bölüşümü sırasında
karşılaştığın bu hoşnutsuzluk)
tıpkı mü'minlerin bir kesimi istemediği halde
Rabbinin seni hak uğruna savaşmak için evinden çıkarmasına
benzer.
6- Onlar sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlarmış
gibi, gerçek ortaya çıktıktan sonra seninle
tartışıyorlar.
7- Allah, iki gruptan birinin hakkından geleceğinizi
vadettiği zaman, siz güçsüz olan grubun size düşmesini
istediniz. Oysa Allah sözleri aracılığı ile
gerçeği yüceltmeyi ve kâfirlerin kökünü kazımayı,
soylarını kurutmayı istiyordu.
8- Amaç, mücrimlerin hoşuna gitmese de gerçeği yüceltmek
ve batılı ortadan kaldırmaktı.
Ganimetler üzerindeki tasarruf yetkisinin Allah ve
peygamberine bırakılması, ganimetlerin
aralarında eşitçe bölüştürülmesi, bazı mü'minlerin
bu eşitlikten memnun olmamaları, bundan önce de bazı
gençlerin ganimetin büyük kısmını kendilerine
ayırmalarından dolayı bazı kimselerin memnun
olmayışı... Evet, bu durum, silahlı grupla
savaşmak üzere Allah'ın seni evinden hak üzere çıkarması,
buna rağmen bazı mü'minlerin savaştan memnun
olmayışı durumuna benzemektedir... İşte
bu ganimetleri elde etmelerini sağlayan sonuç gözlerinin
önündedir.
Daha önce Peygamberimizin hayatını anlatan
kitaplardan savaşta meydana gelen olayları
sunmuştuk. Peygamberimiz kervanın elden kaçmasından
sonra yanındakilerle savaş için istişarede bulunup
Kureyş'in silahı ve gücüyle geldiğini belirtirken,
Ebubekir ve Ömer -Allah onlardan razı olsun- kalkıp güzel
bir şekilde görüşlerini belirtmişlerdi. Mikdat b
Amr kalkmış ve "Ya Resulullah, Rabbinin emrini
yerine getir. Kuşkusuz biz seninle beraberiz. Allah'a
andolsun ki, kendi peygamberlerine, `git sen ve Rabbin
savaşın, biz de sizinle birlikte
savaşacağız' diyeceğiz.." demişti.
Ayrıca bunların muhacirlerin görüşü olduğunu
belirtmiştik. Peygamberimiz tekrar insanların görüşünü
sorduğunda aralarında bulunan Ensar kendilerinin
kastedildiğini anlamış ve Sa'd b. Muaz Ensar
adına uzun, kesin ve tatmin edici bir konuşma
yapmıştı.
Ne var ki, Ebubekir ve Ömer'in söyledikleri, Miktad'ın görüşü,
Sa'd b. Muaz'ın -Allah ondan razı olsun-
konuşması, Peygamberimizle -salât ve selâm üzerine
olsun- birlikte Medine'den çıkan herkesin görüşünü
yansıtmıyordu. Bazısı savaşmak
istememişti, karşı çıkmışlardı.
Çünkü savaşa hazırlıklı değillerdi,
sadece kervanı koruyan zayıf grupla savaşmak üzere
çıkmışlardı. Kureyş'in
atlısıyla, piyadesiyle, yiğitleriyle, savaşçılarıyla
yola çıktığını öğrendiklerinde,
onlarla karşılaşmaktan büyük bir memnuniyetsizlik
belirtmişlerdi. İşte Kur'an'ın ifade
tarzının, yine Kur'an'ın eşsiz yöntemiyle
tablosunu çizdiği hoşnutsuzluk budur.
"(Ganimetlerin bölüşümü sırasında
karşılaştığın bu hoşnutsuzluk)
tıpkı mü'minlerin bir kesimi istemediği halde
Rabbinin seni hak uğruna savaşmak için evinden çıkarmasına
benzer."
"Onlar sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlarmış
gibi, gerçek ortaya çıktıktan sonra, seninle
tartışıyorlar."
Hafız Ebubekir b. Mürdeveyh Ebu Eyyüb el-Ensari'ye
dayanarak tefsirinde şu rivayete yer verir: "Biz
Medine'deyken Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun-
şöyle buyurdu: `Ebu Süfyan'ın kervanının
yaklaştığını haber aldım. Bu
kervanı karşılamaya çıkmamızı ister
misiniz? Belki Allah onu bize ganimet olarak verir.' Biz de `evet'
dedik. Hep birlikte sefere çıktık. Bir veya iki gün
yol aldıktan sonra, bize `Kureyş'le savaşmaya ne
dersiniz? Çünkü onlar sizinle savaşmak üzere yola çıkmışlar'
dedi. Biz de `hayır', vallahi bizim düşmanla
savaşacak gücümüz yoktur, biz sadece kervanı
istemiştik' dedik. Sonra tekrar, `Kureyş'le
savaşmaya ne dersiniz?' dedi. Biz de yine aynı
şeyleri söyledik. Bunun üzerine Mikdat b. Amr, `Bu durumda
Musa'nın kavminin Musa'ya dediği gibi, sen ve Rabbin
gidin savaşın, biz burada oturuyoruz demeyiz, ya
Resulullah' dedi. Bunun üzerine biz Ensar topluluğu büyük
bir servetimiz olacağına Mikdat b. Amr'ın
dediklerini söylemiş olmayı arzulamıştık.
Sonra yüce Allah peygamberine şu ayeti indirdi:
"(Ganimetlerin bölüşümü sırasında
karşılaştığın bu hoşnutsuzluk)
tıpkı mü'minlerin bir kesimi istemediği halde
Rabbinin seni bak uğruna savaşmak için evinden çıkarmasına
benzer."
O gün müslümanların bir kesiminin gönlünde böyle düşünceler
geçmişti, bu yüzden savaşmak istememişlerdir.
Nihayet onlar hakkında Kur'an şöyle demişti: "Onlar
sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlar." Bu
da gerçek ortaya çıktıktan ve yüce Allah'ın
kendilerine iki gruptan birini va'dettiğini öğrendikten
ve iki gruptan biri -kervan- elden kaçtıktan sonra
diğeriyle karşılaşmanın kaçınılmaz
olduğunu, Allah'ın onlarla
karşılaşmalarını takdir ettiğini, ne
olursa olsun ister kervan olsun, ister savaşçılar olsun,
ister zayıf ve silahsız olsun, ister
caydırıcı güçlü silahlara sahip olsun farketmez,
zaferin kendilerine takdir edildiğini bildikten sonra
yeralıyordu.
Kuşkusuz bu, tehlike karşısında insan
ruhunun karakteristik özelliğini ortaya çıkaran bir
durumdur. Burada kalben inanılmış olmasına
karşın realiteyle karşı karşıya
kalmanın etkisi belirginleşmektedir. Realite
karşısında inancın gereklerini
değerlendirirken Kur'an'ın çizdiği bu tabloyu gözönünde
bulundurmalı, insan ruhunun gücünü ve pratikle karşılaşırken
tereddüt geçireceğini unutmamalıyız.
Dolayısıyla kalbin inancı tamamıyle
benimsenmiş olmasına rağmen gerek kendimizin,
gerekse bir insanın tehlike karşısında
sarsıntı geçirdiğini gördüğümüzde
karamsarlığa kapılmamalıyız. Bu
kişinin bundan sonra dirençli olması, yoluna devam
etmesi, tehlikeye pratik olarak karşı koyması ve bu
ilk sarsıntıyı yenmiş olması yeterlidir.
Nitekim şu Bedir savaşına katılanlar için
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle
buyurmuştur: "Ne biliyorsun? Belki de yüce Allah Bedir
ehline şöyle bir bakmış ve "Dilediğinizi
yapın, kuşkusuz sizi affettim" demiştir..."
Bu da yeterlidir...
Müslüman kitle, yüce Allah'ın
karşılaşmalarını takdir ettiği
topluluğun zayıf ve güçsüz topluluk olmasını
arzulamıştı:
"Allah iki gruptan birinin hakkından geleceğini
va'dettiği zaman siz güçsüz olan grubun size düşmesini
istediniz."
O gün müslüman kitle bunu istemişti. Yüce Allah'ın
onlar aracılığıyla, onlar için dilediği
ise daha başka bir şeydi:
"...Oysa Allah sözleri aracılığı ile
gerçeği yüceltmeyi ve kâfirlerin kökünü kazımayı,
soylarını kurutmayı istiyordu."
"Amaç mücrimlerin hoşuna gitmese de gerçeği yüceltmek
ve batılı ortadan kaldırmaktı."
Lütuf ve ihsan sahibi yüce Allah savaş çıkmasını
dilemişti, ganimet elde edilişini değil. Hakkı
gerçekleştirip kalıcı kılmak,
batılı da geçersiz kılıp yok etmek için
hakla batıl arasında bir çarpışmanın
meydana gelmesini dilemişti. Kâfirlerin kökünü kurutmayı
istemişti. Onlardan öldürülecek olanların
öldürülmesini, tutsak edileceklerin tutsak edilmesini, onlardan
büyüklük taslayanların burunlarının yere sürtünmesini
ve güçlerinin kırılmasını, islâm bayrağının
dolayısıyla Allah'ın sözünün yücelmesini
istiyordu. Yüce Allah kendi sistemi doğrultusunda
hayatlarını sürdürmeleri için müslüman kitleyi
bölgeye etkin bir güç olarak yerleştirmeyi, bundan sonra tüm
yeryüzünde Allah'ın ilahlığını ilan
edip tağutları yerle bir etmek üzere harekete
geçmelerini istiyordu. Aynı zamanda yüce Allah bu yerleştirmenin
hakedilmesini, ciddiyetten uzak başıbozuk bir şey
olmamasını, -Allah bu tür şeylerden uzaktır-
bir emeğin, cihadın, realite dünyasında ve
savaş meydanında süren cihadın yükümlülük ve
zorlukları sonucu olmasını diliyordu.
Evet... Yüce Allah bu kitlenin bir ümmet olmasını
diliyordu. Güç ve iktidar sahibi bir devlet olmasını
diliyordu. Gerçek gücünü düşmanının gücüyle
karşılaştırmasını, gücünün bir kısmıyla
düşmanın gücüne üstün gelmesini istiyordu. Zaferin
sayı, mühimmat, mal, at ve hazırlıkla gerçekleşmediğini,
sadece kulların bağlılığının düzeyiyle
ilişkili olduğunu öğrenmelerini istiyordu. Bütün
bunların da pratik bir deneyim sonucu gerçekleşmesini,
salt bir düşüncede ve kalpte yer eden soyut bir inançtan
ibaret kalmamasını diliyordu. Amaç, müslüman kitlenin
geleceği bakımından bütün bu pratik deneyimlerle
hazırlıklı olmasını, her zaman ve her
yerdeki tüm müslüman toplumların, kendileri sayıca az,
düşmanları çok da olsa, kendileri maddi güç bakımından
güçlü de olsa, her zaman düşmanlarına, rakiplerine
galip geleceklerine inanmalarını sağlamaktır.
Çünkü iman ve tuğyanın
-azgınlığın- güçleri arasındaki kesin
savaşın dışında bu gerçek bu denli sağlam
bir şekilde yer edemez gönüllerde.
Bugün yarın bu olaya bakan her kişi, o gün
müslüman kitlenin kendisi için istediği sonuçla yüce
Allah'ın onlar için ïstediği sonuç arasındaki büyük
uçurumu, onların hayır sandıkları şeyle
yüce Allah'ın onlar için hayır olarak takdir
ettiği şey arasındaki farkı görecektir. Bir
insan bu olaya baktığında bu denli büyük farklılığı
görecektir. Ayrıca insanların Allah'ın kendileri için
seçtiği şeyden daha hayırlı bir şeyi
elde etme gücüne sahip olduklarını
sandıklarında nasıl
yanıldıklarını bilecektir. Ötesinde akıllarına
ve hayallerine gelmeyecek hayırlar bulunmasına
rağmen, kimi tehlikelerle
karşılaştıklarında, biraz eziyet
çektiklerinde, yüce Allah'ın kendileri için seçtiği
şeyden kaçındıklarını öğreneceklerdir.
Müslüman kitlenin kendisi için istediği nerede, yüce
Allah'ın onlar için dilediği nerede?.. Şayet güçsüz
olan grupla karşılaşacak olsalardı, bir
ganimet alma hikâyesi olarak kalacaktı bu olay. Bir kervana
saldırıp onu ganimet alan bir kavmin olayı olarak
bilinecekti Bedir savaşı. Fakat Bedir savaşı,
bir inanç olarak yer alır tarihte. Hakla batıl
arasındaki kesin zaferin ve ayrılığın
olayı... Hakkın sayısal bakımdan
azınlık olmasına, hazırlık ve
donatım açısından yetersiz olmasına
rağmen, her türlü silah ve mühimmatla donatılmış
düşmanlarına galip gelmesinin hikâyesi... Allah'a bağlanan
ve kişisel zaaflardan kurtulan gönüllerin kazandığı
zafer... Hatta aralarında savaşmak istemeyen kimselerin
de bulunduğu bir avuç gönülün kazandığı
zaferin olayı olarak tarihte yeralır Bedir
savaşı. Bu gönüller somut realitenin üzerine çıkarak
güçlerin hakikatine ve ölçülerinin yanılmazlığına
inanarak hareket etmişler. Bu yüzden önce kendi nefislerine,
içinde bulundukları duruma üstünlük sağlamışlar.
Sonra da görünürde güçler dengesinin batıldan yana
olduğu savaşa girişmiş, kesin inançları
sayesinde dengeyi tersine çevirmiş, hakkı kesin bir
şekilde üstün getirmişlerdi.
Dikkat edin, meydana geldiği koşullar itibariyle
Bedir savaşı insanlık tarihinde bir örnektir.
Zafer ve yenilgi prensiplerini realiteler dünyasında
duyurmaktadır. Zafer ve yenilginin sebeplerini ortaya çıkarmaktadır.
Dikkat edin Bedir savaşı, her zaman ve mekânda tüm
nesillerin okuduğu açık bir kitaptır. Bu
kitabın anlamı değişmediği gibi, mahiyeti
de değişmez. Bedir Allah'ın ayetlerinden bir
ayettir. Yarattıkları için yürürlüğe
koyduğu kanunlardan bir kanundur. Yer-gök durdukça bu kanun
yürürlükte kalacaktır. Cahiliye tarafından istila
edildikten sonra tekrar yeryüzüne islâmı egemen
kılmak için cihad hareketine girişen bugünkü
müslüman kitle, belirlediği kesin değerler ve ortaya
çıkardığı insanların kendileri için
istediği ile Allah'ın onlar için istediğinin
arasındaki korkunç farkla birlikte Bedir savaşı
üzerinde uzun uzadıya durmalıdır.
"Allah iki gruptan birinin hakkından
geleceğinizi va'dettiği zaman siz güçsüz olan grubun
size düşmesini istediniz. Oysa Allah sözleri aracılığı
ile gerçeği yüceltmeyi ve kâfirlerin kökünü kazımayı,
soylarını kurutmayı istiyordu."
"Amaç, mücrimlerin hoşuna gitmese de gerçeği
yüceltmek ve batîlı ortadan kaldırmaktı."
Bugün insanların dünyasında ve realiteler aleminde
bu dini yeniden diriltmek için mücadeleye girişen müslüman
kitle, kuşkusuz hareket açısından ilk müslüman
kitlenin Bedir günü bulunduğu aşamada değildir.
Ancak Bedir'in genel ölçüleri, değer ve direktifleri,
sebep ve sonuçları ve Kur'an'ın Bedir
savaşına ilişkin değerlendirmeleri, hareketin
her aşamasında müslüman kitlenin karşısına
çıkacak, onu yönlendirecektir. Çünkü bunlar yer-gök
durdukça ve yeniden islâmî dirilişi gerçekleştirmek
için cahiliyeye karşı cihad eden bir müslüman kitle
bulundukça varolması kaçınılmaz olan genel ve sürekli
kurallardır.
ÇAĞLARI KUŞATAN ZAFERİN ATMOSFERİ
Sonra surenin akışı, savaşın meydana
geldiği atmosferi, yaşanan şartları, yani o
ortamı sunmaya devam ediyor. Amaç durumlarının ne
olduğunu, yüce Allah'ın onları nasıl yönlendirdiğini,
Allah'ın yönlendirmesinin bir eseri olan zaferin nasıl
kazanıldığını iyice açığa çıkarmaktır.
Kur'an'ın eşsiz ifadesi, savaşı bir daha
yaşamaları için sahneleri, olayları, heyecan ve
korkularıyla birlikte olayı yeniden
canlandırıyor. Ancak Kur'an'ın direktiflerinin
ışığında, Bedir'i, Arap
Yarımadası'nı ve tüm yeryüzünü aşan, göklere
ve yüceler alemine kadar uzanan gerçek boyutlarını görüyorlar.
Nitekim bu olay zaman bakımından Bedir gününü, Arap
Yarımadası'nın tarihini aşıp dünya hayatının
ötesinde her davranışın gerçek karşılığının
verildiği, müslüman kitlenin Allah'ın ölçüsündeki
değerini, bu dinle hareket etmesinin amellerinin mükafatını
ve üstün konumunu gördüğü Kıyamet gününe, yani
son hesaba kadar uzanıyor.
|
|
O |
|
O |
|