YE'CUC İLE ME'CUC VE KIYAMET
96- Sonunda Ye'cuc ile Me'cuc'un önündeki set yıkıldığında
bunlar bütün tepelerden akarak her tarafa yayılırlar.
97- Gerçek vaadin (kıyamet gününün) eşiğine
gelindiğinde kâfirlerin bakışları
dehşetten donakalır ve "Eyvah halimize! Biz bu
anın geleceğinden gafil yaşadık, biz gerçekten
zalimlerden olduk" derler.
98- Siz ve Allah'ı bir yana bırakarak
taptığınız sözde ilahlar, cehennem odunusunuz.
Hepiniz oraya gireceksiniz.
99- Eğer o taptıklarınız, gerçekten ilah
olsalardı, cehenneme girmezlerdi. Oysa hepsi sürekli olarak
orada kalacaklardır.
100- Onlar orada hırıltılı sesler çıkararak
inleyeceklerdir ve kulakları hiçbir ses işitemeyecektir.
101- Daha önce akıbetlerinin iyi olacağını
takdir ettiğimiz kimselere gelince, onlar cehennemden uzak
tutulacaklardır.
102- Onlar cehennem ateşinin uğultusunu duymazlar ve
ebedi olarak canlarının çektiği nimetler içinde
kalırlar.
103- Onları o en büyük korku ürkütmez. Melekler
kendilerini "Bugün, size vaktiyle vadedilen gündür"
diyerek karşılarlar.
104- O gün göğü, yazılı sayfaların dürüldüğü
gibi düreriz. Varlıkları ilk başta nasıl
yarattıksa, onları aynı şekilde yeni
baştan diriltiriz. Bu yerine getirmeyi üstlendiğimiz
bir sözdür. Biz onu mutlaka yaparız.
Kehf suresinde yeralan Zülkarneyn hikâyesinde Ye'cuc ve
Me'cuc 'dan söz ederken, şunları söylemiştik:
Surenin akışının Ye'cuc ve Me'cuc'un ortaya çıkışı
ile bağlantılı olarak ifade ettiği yüce
Allah'ın vaadi yaklaştı. Belki de bu olay
Tatarların saldırıları ve doğuyu
batıyı istila etmeleri, ülkeleri ve tahtları yerle
bir etmeleri ile gerçekleşmiştir. Çünkü Kur'an-ı
Kerim Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- yaşadığı
günlerden beri "kıyamet yaklaştı"
demektedir. Ne var ki, yüce Allah'ın vaadinin
yaklaşması, kıyamet için belirli bir zamanı
ifade etmez. Çünkü zamanın Allah katındaki
hesabı insanlarınkinden farklıdır.
"Rabb'inin katındaki bir gün, sizin saydığınız
bin yıl gibidir." (Hacc Suresi, 47)
Amaç, o günün gelişini tasvir etmektir. Yeryüzünde yaşanan
ve insanlarca seyredilen sahneler gibi basitleştirerek
sunmaktır. Bu sahnede Ye'cuc ve Me'cuc her tepeden hızla
ve büyük bir kargaşa ile boşalıyor gibi
canlandırılmaktadır. Bu da Kur'an-ı Kerim'de
insanların gözleriyle gördükleri sahneleri kullanarak,
onları yeryüzü sahnelerinden yola çıkarak ahiret
sahnelerini düşünmeye yöneltme amacı ile
başvurulan bir yöntemdir.
Burada sunulan bu sahnede ani baskına
uğrayanların şaşkınlıkları
apışıp kalmaları özellikle belirginleşiyor:
"Kâfirlerin bakışları dehşetten
donakalır."
Ansızın yakalandıkları bu korkudan
dolayı hareketsiz kalmış,
kıpırdamıyor bile gözleri. Manzaranın iyice
canlandırılması ve belirginleştirilmesi için
"şahısatün" yani "gözleri açıp hiç
kıpırdamama" kelimesi kullanılıyor.
Sonra ayetlerin akışı durumlarını
anlatıyor ve konuşmaları ön plana çıkarılıyor.
Böylece sahneye bir canlılık katılıyor,
öylece sunuluyor:
"Eyvah halimize! `Biz bu anın geleceğinden gafil
yaşadık, biz gerçekten zalimlerden olduk, derler."
Bu, ansızın korkunç gerçekle karşı
karşıya kalan şaşkın insanın panik
halini tasvir etmektedir. Şaşırmış, gözleri
faltaşı gibi açılmış
kıpırdamıyor bile. Ahlıyor, vahlıyor,
feryat ediyor. Suçunu itiraf ediyor, pişman oluyor. Ama
iş işten geçtikten sonra...
Bu panik içinde bu dehşet anında suçlarını
itiraf eder etmez, onlar hakkında geri çevrilmesi sözkonusu
olmayan hüküm veriliyor:
"Siz ve Allah'ı bir yana bırakarak
taptığınız sözde ilahlar, cehennem odunusunuz.
Hepiniz oraya gireceksiniz."
Sanki hemen o anda hesaba çekilmek üzere yüce Allah'ın
huzurunda toplanıyorlar. Düzmece tanrıları ile
birlikte cehenneme sürükleniyorlar. Oraya adeta fırlatılıyorlar.
Yumuşak davranma, acıma yok onlara. Tohum saçılır
gibi cehenneme atılıyorlar adeta. Bu sırada düzmece
tanrıları hakkında ileri sürdükleri görüşlerin
yalan bir iddia olduğuna ilişkin bir kanıtla
karşı karşıya getiriliyorlar. Onlara gözle
görülen realiteden bir kanıt gösteriliyor.
"Eğer o taptıklarınız, gerçekten ilah
olsalardı, cehenneme girmezlerdi." Ahirette meydana
geliyormuş gibi dünyada gözler önüne serilen bu sahneden
elde edilen bu kanıt, vicdanları harekete geçirmeye
yönelik bir kanıttır. Sonra ayetlerin
akışı onların fiilen cehenneme sürüklenişlerini
anlatmaya devam ediyor ve oradaki yerlerini ve
durumlarını tasvir ediyor. Çok zor bir durum içinde
bulunduklarından durumu kavramaları mümkün değildir.
"Oysa hepsi sürekli olarak orada kalacaklardır."
"Onlar orada hırıltılı sesler çıkararak
inleyeceklerdir ve kulakları hiçbir ses işitemeyecektir."
Mü'minlerin bütün bu akıbetlerinden kurtulmuş
olduklarını görmek için bunları bir kenara
bırakıyoruz. Daha önce yüce Allah mü'minlere iyilikte
bulunmuş, kurtuluş ve başarı takdir
etmişti.
"Daha önce akıbetlerinin iyi
olacağını takdir ettiğimiz kimselere gelince
onlar cehennemden uzak tutulacaklardır."
"Onlar cehennem ateşinin uğultusunu duymazlar ve
ebedi olarak canlarının çektiği nimetler içinde
kalırlar."
Ayette geçen "hasiseha" uğultusu kelimesi,
musiki vurgusu ile anlamını tasvir eden kelimelerdendir.
Bu kelime vurgusu ile ateşin alev alev yanarken çıkardığı
sesi aktarmaktadır. O korkunç sesi canlandırmaktadır.
Hiç kuşkusuz bu, insanı ürperten, tüyleri diken diken
eden bir sestir. Bu yüzden daha önce kendilerine iyilik bahşedilenler,
fiilen bu ateşi tatmak bir yana, yanarken çıkardığı
sesten, müşrikleri dehşete düşüren bu büyük
panikten kurtulmuşlardır. Canlarının
istediği gibi güvenli bir ortamda ve her türlü nimet
içinde yaşıyorlar. Melekler onları sevgi ile
karşılıyorlar. Bu korkunç ve dehşet verici
ortamda içlerine güven duygusunu akıtmak için onlara eşlik
ediyorlar.
"Onları o en büyük korku ürkütmez. Melekler
kendilerini `Bugün, size vaktiyle vaadedilen gündür' diyerek
karşılarlar."
Sahne evrenin alacağı son şekli gözler önüne
seren bir tablo ile son buluyor. Bu da böylesine zorlu bir günde
hem kalplerin duyduğu dehşeti, hem de evrenin
alacağı şekli tasvir ediyor:
"O gün göğü, yazılı sayfaların dürüldüğü
gibi düreriz."
Sayfaları biriktirip onlara bekçilik yapan birinin,
sayfalarını dürmesi gibi gökler dürülüveriyor.
İş artık bitmiştir. Sahnenin sunulması da
tamamlanıyor. İnsanın şimdiye kadar görüp alıştığı
evren dürülüp bir kenara bırakılıyor. Yeni bir dünya,
yeni bir evren kuruluyor.
"Varlıkları ilk başta nasıl
yarattıksa, onları aynı şekilde yeni
baştan diriltiriz. Bu yerine getirmeyi üstlendiğimiz
bir sözdür. Biz onu mutlaka yaparız."
YERYÜZÜNÜN GERÇEK VARİSLERİ
Evrenin ve canlıların ahiretteki akıbetlerini
tasvir eden bu sahneden sonra surenin akışı, yeryüzüne
varis olmaya ilişkin yüce Allah'ın koyduğu kanunu,
bunun yanında yeryüzü varisliğinin hayatta Allah'a
kulluk yapanlara ait olduğunu açıklıyor. İki
sahne arasındaki ilgi ve bağ gayet açıktır.