Hz. Yunus'un kıssası da surenin akışı
ile ahenk oluşturmak için kısa ve çarpıcı
işaretler şeklinde yeralıyor. Kıssanın
ayrıntıları ise Saffat suresinde sunuluyor. Ne var
ki, bu işaretlerin anlaşılması için biraz açıklamada
bulunmamız zorunludur.
Hz. Yunus'un -balık sahibi- diye
adlandırılması, balık tarafından yutulup
sonra dışarı atılmış
olmasındandır. Hikâye şöyledir: Hz. Yunus Allah
tarafından bir şehre peygamber olarak gönderilir. Halkı
Allah'a çağırır. Halk bu çağrıya
olumsuz tepki gösterir. Karşı çıkar. Bunun
üzerine Hz. Yunus'un canı sıkılır
öfkelenerek onları terkeder. Onları davet ederken
karşı karşıya kaldığı
zorluklara sabretmez. Ve yüce Allah'ın yeryüzünü ona dar
etmeyeceğini sanır. Yeryüzü geniştir,
şehirleri çoktur. Yeryüzünde birçok millet yaşamaktadır.
Bunlar davete olumsuz tepki gösterip karşı çıkıyorlarsa,
yüce Allah onu bir diğer topluma gönderecektir diye düşünür.
"Bizim kendisini sıkıntıya
uğratmayacağımızı sanmıştı."
Yani "onu sıkmayacağımızı
sanmıştı" sözünün anlamı budur.
Hz. Yunus'u -selâm üzerine olsun- kabaran öfkesi, boğulacak
gibi artan can sıkıntısı, bir deniz
kıyısına sürüklemişti. Orada
demirlenmiş bir gemi bulur ve biner gemiye. Az sonra yükünün
ağırlığından dolayı gemi batacak
gibi olur. Bunun üzerine geminin tayfaları "diğer
yolcuların boğulmaktan kurtulmaları için
içlerinden birini denize atmaktan başka seçenek yoktur"
derler. Kura çekerler, kura Hz. Yunus'a çıkar. Tutup
atarlar veya kendisi atlar. Bu sırada bir balık
tarafından yutulur. Böylece sıkıntısı
kat kat artar, dayanılmaz bir sıkıntıya düşer.
Karanlıklar içindeyken, balığın
karnındayken, denizin ve gecenin karanlıkları içindeyken,
"Senden başka ilah yoktur, sen her türlü noksanlıktan
münezzehsin, ben gerçekten bir zalim oldum" diye
Rabb'ine seslenmişti. Yüce Allah hemen duasına
karşılık vermiş, içinde bulunduğu
sıkıntıdan kurtarmıştı. Balık
onu denizin kıyısına atmış ve Saffat
suresinde ayrıntılı olarak anlatılan olaylar
meydana gelmişti. Bu surenin akışı için bu
kadarlık bir açıklamayı yeterli buluyoruz.
Hz. Yunus'un kıssasının bu bölümünde dikkate
alınması gereken uyarılar, yaklaşımlar
vardır. Bunlara kısaca değinmek istiyoruz.
Hz. Yunus -selâm üzerine olsun- peygamberliğin yükümlülüklerine
sabredememiş, milletinin inanmaması yüzünden canı
sıkılmıştı. Davet sorumluluğunu bir
kenara bırakmış, öfkeyle bulunduğu yeri
terketmişti. Göğsü daralmış ve canı
sıkılmış olarak çekip gitmişti. Bunun
üzerine yüce Allah onu öyle bir sıkıntıya
sokmuştu ki, yalanlayanların verdiği
sıkıntılar bunun yanında çok basit kalırdı.
Eğer Rabb'ine dönmeseydi, kendisine, davetine ve görevine
karşı haksızlık ettiğini, zulüm işlediğini
itiraf etmeseydi, yüce Allah onu bu sıkıntıdan
kurtarıp düze çıkarmayacaktı. Ama ilahi güç onu
korumuş ve kendisini kuşatan
sıkıntılıdan kurtarmıştı.
Davetçilerin, insanları çağırdıkları
inanç sisteminin yükümlülüklerine katlanmaları
zorunludur. insanların bu inancı yalanlamalarına,
bu inanç uğruna kendilerine eziyet etmelerine
sabretmelidirler. Doğru ve güvenilir olduğu halde,
insanın yalanlanması gerçekten de insanın zoruna
gider. Ama bu da peygamberlerin gerektirdiği yükümlülüklerden
birisidir. Bu yüzden davet yükünü omuzlayanların
sabırlı olmaları, zorluklara katlanmaları bir
kaçınılmazlıktır. Kararlı olmaları;
direnmeleri zorunludur. Daveti tekrarlamaları, yeniden
anlatmaları, tekrar baştan almaları gerekmektedir.
İstedikleri kadar reddedilsinler, yalanlansınlar,
inatçılıkla, burun kıvırmakla
karşılaşsınlar; ruhların ıslah
olmasından, kalplerin olumlu tepki göstermesinden
ümitlerini kesmeleri doğru değildir. Şayet yüz
kere uğraştıkları halde insanların
kalplerine ulaşamamışlarsa, yüz birinci kere de
ulaşabilirler. Eğer bu bir kez de sabrederlerse, sürekli
uğraşırlarsa, karamsarlığa düşmezlerse,
kalplere giden yollar önlerine açılacaktır.
Davetin yolu kolay ve tehlikesiz değildir. Kalplerin
davete olumlu karşılık vermeleri o kadar çabuk ve
rahat olmaz. Çünkü kalpler üzerine çöreklenmiş
yığınlarca ağırlık vardır.
Batılın, sapıklığın, gelenek ve göreneklerin,
düzen ve rejimlerin bir sürü kalıntısı
vardır. Bu kalıntıları, bu artıkları
bertaraf etmek, her türlü yolu deneyerek kalpleri diriltmek,
kalplerde uyarılmaya müsait bütün noktaları uyarmak
kaçınılmazdır. İletişimi sağlayacak
kanallara yüklenmek zorunludur. Direnilirse, sabredilirse,
ümitsizliğe düşülmezse, bu uyarıcı
dokunuşlardan biri hedefe varabilir. Uyarıcı
dokunuş hedefine varır varmaz, o bir anda insanın iç
yapısını altüst edebilir, tamamen değiştirilebilir.
Zaman zaman insan dehşete kapılabilir. Çünkü bir kere
uğraştığı halde bir sonuç alamamıştır.
Sonra birdenbire rastgele gerçekleşen dokunuşlardan
biri insanın iç yapısındaki hedefine
ulaşır ve en ufak bir çaba sonucu insanın
duygularını harekete geçirebilir. Oysa daha önce ne
zahmetler çekilmişti.
Bu durumu benim gözümde canlandıran en iyi örnek,
verici istasyonu bulmak için uğraşılan radyo
alıcısıdır. Çok kere ibreyi hareket
ettirirsin, götürür getirirsin; buna rağmen bir türlü
istasyonu bulamazsın. Oysa sen istasyonun yerini bulmak için
büyük özen gösteriyorsun, yerini de doğru tespit
ediyorsun, ama bulamıyorsun. Fakat rastgele
yaptığın bir el hareketi sonucu, verici
dalgayı yakalıyorsun, sesleri, nağmeleri
alıyorsun.
İnsan kalbi radyo alıcısına benzer. Bunun için
davetçiler, ufukların ötesinden, kalplerden gelen
sinyalleri almak için, ibreyi sürekli çevirmelidirler. Çünkü
bin kere denedikten sonra bir kere de uyarıcı
dokunuş verici istasyona ulaşabilir.
İnsanlar çağrısına olumlu
karşılık vermiyorlar diye davetçinin öfkelenmesi,
insanlardan uzaklaşması son derece kolay bir şeydir.
Bu, rahatlatıcı bir davranıştır. Öfkeyi
dindirir, sinirleri yatıştırır. Peki davet ne
olacak? Çağrıyı yalanlayan ve karşı çıkan
insanları terkedip gitmenin sonucu ne elde edecektir davetçi?
Aslolan davadır, davetçinin şahsı değil.
Davetçinin canı sıkılabilir. Ama
sıkıntısını yenmeli ve yoluna devam
etmelidir. En iyisi sabretmesi ve insanların sözlerinden
dolayı sıkılmamasıdır.
Davetçi kudret elinde bir araç niteliğindedir. Allah,
insanlara sunulmak üzere gönderdiği mesajını daha
iyi gözetir, daha iyi korur. Şu halde davetçi her türlü
şartlarda ve her ortamda görevini yapmalı, gerisini
Allah'a bırakmalıdır. İnsanları gerçeğe
iletmekse Allah'ın elindedir.
Kuşkusuz Hz. Yunus'un kıssasında, davetçiler
için çıkarılması gereken dersler vardır.
Hiç kuşkusuz Hz., Yunus'un Rabb'ine dönmesinde, zulmettiğini
itiraf etmesinde, dava adamları için üzerinde düşünülmesi
gereken ibret noktaları vardır.
Kuşkusuz yüce Allah'ın Hz. Yunus'a yönelik rahmeti
ve karanlıklar içinde pişmanlığını
dile getirdiği duasına olumlu karşılık
vermesi mü'minler için bir müjde niteliğindedir.
"İşte mü'minleri böyle kurtarırız."