HZ. DAVUD VE SULEYMAN
78- Davud ve Süleyman'a gelince, hani onlar geceleyin yabancı
bir koyun sürüsünün içine dalarak ekinini mahvettiği bir
tarlanın davasını hükme bağladıklarında
verdikleri hükmün tanığı olmuştuk.
79- Davud'un verdiği bu hükmü, Süleyman'ın
kavrayıp onaylamasını sağladık. Her
ikisine de egemenlik ve bilgi verdik. Allah'ı
noksanlıklardan tenzih etme konusunda dağları ve
kuşları Davud'a boyun eğdirdik. Biz bunları
yaparız.
80- Savaşta düşmanın darbelerinden
korunasınız diye Davud'a zırh yapma
sanatını öğrettik. Acaba buna şükredecek
misiniz ki?
81- Verimli ve bereketli kıldığımız bölgeye
doğru akan fırtınayı O'nun buyruğuna
verdik. Her şey bizim bilgimizin kapsamı içindedir.
82- Ayrıca O'nun hesabına derin sulara dalan ve
başka işler yapan bazı şeytanları da Süleyman'ın
emrine verdik. Biz onları gözetim altında tutuyorduk.
Hz. Davud ve Hz. Süleyman'ın hüküm verdikleri tarla
hakkındaki rivayetler şu açıklamaları içermektedir:
İki adam Davud peygamberin yanına gelir. Biri tarla,
yani bahçe sahibidir. Söylendiğine göre üzüm bağı
imiş. Diğeri de sürü sahibidir. Tarla sahibi, "Bu
adamın sürüsü bir gece boyunca tarlamda kaldı ve
geride bir şey bırakmadı" der. Davud peygamber
tarla sahibinin, zararına karşılık sürüyü
almasına karar verir. Bunun üzerine sürü sahibi Hz.
Süleyman'a gider ve Hz. Davud'un verdiği kararı
anlatır. Hz. Süleyman babasının yanına gelir
ve "Ey Allah'ın peygamberi hüküm senin verdiğin
gibi değildir" der. Hz. Davud "Peki
nasıldır?" der. Hz. Süleyman "sürüyü tarla
sahibine ver, tarlayı da sürü sahibine ver,
ellerindekilerden yararlansınlar, ta ki eski durumlarına
gelene kadar. Sonra onları sahiplerine geri ver. Tarla sahibi
tarlasını, sürü sahibi de sürüsünü alsın"
der. Hz. Davud "Doğrusu, senin verdiğin hükümdür"
der ve Hz
. Süleyman'ın
hükmünü uygular.
Gerek Hz. Davud'un, gerekse Hz. Süleyman'ın verdiği
hükümler kendi görüşlerinden kaynaklanan içtihatlardı.
Yüce Allah her ikisinin de verdiği kararı görüyordu.
Hz. Süleyman'a daha doğru bir karar ilham etti. Meselenin en
doğru tarafını kavrayacak bir anlayış
verdi.
Hz. Davud, karar verirken sadece tarla sahibinin
uğradığı zararı gözönünde bulundurmuştur.
Bu, adalettir kuşkusuz. Ama Hz. Süleyman'ın
verdiği karar adaletin yanında, yapıcı
olmayı, onarmayı da içermektedir. Bu kararda, adalet
yapmak ve onarmak amacı ile başvurulan bir unsurdur.
İşte bu, yapıcı ve sürükleyici şekliyle
canlı ve pratik adalettir. Bu, yüce Allah'ın
dilediğine bahşettiği sezgiden kaynaklanan bir ufuk
genişliğidir.
Kuşkusuz hem Hz. Davud'a hem de Hz. Süleyman'a iktidar ve
bilgi verilmişti.
"Her ikisine de egemenlik ve bilgi verdik."
"Hz. Davud'un verdiği kararda bir
yanlışlık yoktu. Ama Hz. Süleyman'ın
verdiği karar daha doğruydu. Çünkü bu karar yüce
Allah'tan gelen ilhamdan kaynaklanıyordu.
Ardından surenin akışı onlardan herbirine
bahşedilen nitelikleri sunuyor. Önce babadan başlıyor.
"Allah'ı noksanlıklardan tenzih etme konusunda
dağları ve kuşları Davud'a boyun eğdirdik."
"Savaşta düşmanın darbelerinden
korunasınız diye Davud'a zırh yapma
sanatını öğrettik. Acaba buna şükredecek
misiniz ki?"
Davud peygamber -selâm üzerine olsun- mezmurları ile
bilinirdi. Bunlar Allah'ı eksikliklerden uzak tutma, onu
tesbih etme amacı ile okunan ilahilerdi. Bunları
yanık sesi ile okurdu ve sesi çevresinde yankılanırdı.
Dağlar ve kuşlar ona katılırdı.
Kulun kalbi Rabb'ine bağlanınca, bütün varlıklarla
ilişki kurduğunu hisseder, varlığın kalbi
onunla birlikte çarpar. Türleri ve cinsleri birbirinden ayıran,
aralarına sınırlar ve perdeler koyan
farklılıkları ve ayrılıkları düşünmekten
kaynaklanan engeller, perdeler ortadan kalkar. O zaman vicdanları
ve gerçeklikleri evrenin vicdanı ve gerçekliği ile .buluşur.
Kimi coşkunluk anlarında insan ruhu bütünün
içinde kaybolduğunu, bütünü kapsadığını
hisseder. O zaman kendisinin, dışında da
birtakım şeylerin var olduğunu, ya da kendisinin
çevresinden ayrı bir varlık olduğunu hissetmez.
Çünkü çevresinde yeralan her şeye kendi içinde erimiştir.
O çevrenin varlığında kaybolmuştur.
Kur'an ayetinden, Davud peygamberin (Allah'ı tesbih etmeyi
içeren) mezamirini okurkén düşünüyoruz. Ayrı,
belirgin ve farklı varlığını unutmuş,
kendinden geçmiştir. Ruhu, yüce Allah'ın evrene,
evrenin safhalarına, içinde yeralan canlı cansız
varlıklara yansıyan gölgesinde kaybolmuştur. O'nun
titreşimlerini hissetmektedir. Karşılıklı
iletişim içindedirler. Adeta bütün evren, koro halinde
yüce Allah'ın ululuğunu dile getirmekte, onu tesbih
edip övgüyle anmaktadır.
"Evrendeki her varlık O'nu överek tesbih eder, fakat
siz bu varlıkların tesbihlerini anlayamazsınız."
(İsra Suresi, 44)
Evrende yeralan varlıkların yüce Allah'ı övgü
ile tesbih etmelerini, ancak engellerden mesafelerden soyutlanan
ve bütünüyle yüce Allah'a yönelen varlıkların
ruhları ile birlikte hareket edenler anlar.
"Allah'ı noksanlıklardan tenzih etme konusunda
dağları ve kuşları Davud'a boyun eğdirdik."
"Biz bunları yaparız."
Yüce Allah'ın yapamayacağı hiçbir şey
yoktur. Ve hiçbir şey O'nun isteğine karşı çıkamaz.
İnsanların böyle bir şeye alışık
olmaları ya da olmamaları durumu değiştirmez.
"Savaşta düşmanın darbelerinden
korunasınız diye Davud'a zırh yapma
sanatını öğrettik. Acaba buna şükredecek m
isiniz
ki?"
Birbirine girmiş halkalar şeklinde zırh yapma
sanatıdır bu. Bundan önce zırhlar, tek parça
halinde ve içinde hareket etme imkânı
kısıtlı olarak yapılırlardı. Bu
şekilde birbirine girmiş halkalardan oluşan
zırhlar hem daha kullanışlı hem daha
hafiftirler. Bununla anlaşılıyor ki, yüce Allah'ın
öğretmesi sonucu bu tür zırhları ilk icad eden
Hz. Davud'dur. Yüce Allah, Davud peygambere, insanları
savaşta koruyacak bu zırhların
yapımını öğretmekle insanlara büyük
iyilikte bulunmuştur.
"Savaşta düşmanın darbelerinden
korunasınız diye."
Bu yüzden yüce Allah, insanlara yönelik bir direktif ve teşvik
amacı ile bir soru soruyor:
"Acaba buna şükredecek misiniz ki?"
Uygarlık keşiflerden sonra adım adım
gelişme kaydetmiştir. Aniden ortaya çıkmamıştır.
Çünkü yeryüzünün halifeliği insana
bırakılmıştır. Allah tarafından
kendisine bahşedilen kavrama yeteneğine
bırakılmıştır, her gün adım
adım gelişsin diye. Hayatını bu adımlara
uydursun diye... Yeni bir sistem uyarınca hayatı yeni
baştan düzenlemek insan için kolay bir şey
değildir. Çünkü insan bu durumlarda derinden sarsılır.
Gelenekleri, alışkanlıkları
değişiktir. Güven içinde ve huzurlu bir şekilde
hareket edip üretim yapabileceği dengeli bir hayata
kavuşması zaman gerektirir. Bu yüzden yüce Allah'ın
hikmeti, her yeni düzenlemenin ardından uzun ya da kısa
bir istikrar döneminin olmasını öngörmüştür.
Günümüzde insanların içinde bulunduğu stresin ilk
kaynağı, peşpeşe ve hızlıca
gelişen bilimsel ve toplumsal sarsıntılardır.
Bu sarsıntılar o kadar hızlı
gelişmektedirler ki, insanlara bir istikrar dönemi bırakmıyor,
insan ruhuna yeni duruma göre şekillenme, yeni durumdan
yararlanma fırsatı tanımıyor.
BOLLUKLA SINAMA.,
Bu Davud peygamberin durumu. Süleyman peygambere bahşedilen
mucizeler ise daha olağanüstü şeylerdir. .
"Verimli ve bereketli kıldığımız
bölgeye doğru akan fırtınayı O'nun
buyruğuna verdik. Her şey bizim bilgimizin kapsamı
içindedir."
"Ayrıca O'nun hesabına derin sulara dalan ve
başka işler yapan bazı şeytanları da Süleyman'ın
emrine verdik. Biz onları gözetim altında tutuyorduk."
Hz. Süleyman hakkında çeşitli rivayetler, yorumlar
ve söylentiler dilden dile dolaşmaktadır. Çoğu da
İsrailiyattan (yahudi efsaneleri), hayal ürünü
hikâyelerden ve dayanaksız vehimlerden
kaynaklanmaktadır. Ama biz bu bataklığa girmiyoruz.
Kur'an ayetlerinin bu konuda belirledikleri sınırda
duruyoruz. Çünkü Hz. Süleyman'ın -selâm üzerine olsun-
kıssası ile ilgili bunun dışında
doğruluğu tartışılmaz bir kanıt
mevcut değildir.
Burada Kur'an ayeti rüzgârın -kasırganın- Hz.
Süleyman'ın emrine verildiğini ifade etmektedir. Yüce
Allah'ın bereketli kıldığı bölgeye doğru
onun emri ile estiğini vurgulamaktadır. Bu bölge
büyük bir ihtimalle Şam bölgesidir. Nitekim İbrahim
kıssasında Şam bölgesi bu nitelikle anılmıştı.
Şu halde rüzgârın Süleyman peygamberin emrine verilişi
nasıl gerçekleşmişti?
Rüzgârda uçan bir halı hikâyesi vardır; söylendiğine
göre Hz. Süleyman yakınları ile birlikte bu
halıya biner ve çok kısa bir zamanda Şam'a uçardı.
Bu ise, aşağı yukarı bir aylık bir mesafe
idi. Sonra aynı şekilde geri dönerdi. Bu rivayet "Sebe"
suresinde yeralan "Sabah gidişi bir aylık mesafe,
akşam dönüşü bir aylık mesafe olan rüzgârı
Süleyman'a boyun eğdirdi" (Sebe Suresi, 12) ayetine
dayandırılmaktadır.
Ama Kur'an-ı Kerim'de, o rüzgârda uçan halıya
ilişkin herhangi bir açıklama yeralmıyor.
aynı şekilde doğruluğu tartışma götürmez
herhangi bir eserde de bundan söz edilmiyor. Dolayısı
ile uçan halı meselesini kabul etmemiz için elimizde bir
kanıt yoktur.
Şu halde en iyisi, rüzgârın Hz. Süleyman'ın
emrine verilişini, Allah'ın emri ile gidiş
gelişi bir ay süren mübarek topraklara yöneltilişi
şeklinde yorumlamamızdır. Peki nasıl? Daha
önce de söylediğimiz gibi, dilediğini yapabilen ilahi
gücün yaptıkları hakkında "nasıl"
diye sorulmaz. Çünkü evrensel yasaların
yaratılışı ve yönlendirilişi,
dilediğini yapabilen ilahi güce özgü şeylerdir.
Varlıklar alemine egemen olan evrensel yasaların çok azı
insanlar tarafından bilinmektedir. Bu yüzden insanlar. tarafından
bilinmeyen birtakım evrensel yasaların olması ve bu
yasaların belirtilerinin Allah'ın izni ile ortaya çıkması
ihtimal dahilindedir.
"Her şey bizim bilgimizin kapsamı içindedir."
Burada kastedilen sonsuz ilimdir, insanlarınki gibi
sınırlı ilim değildir. Denizin ve karanın
derinliklerine dalıp, gizli hazinelerini Süleyman için çıkarmak
ve bunların dışında onun için daha başka
işleri yapmak üzere cinlerin onun emrine verilmesi de öyle...
Cinler tamamen gizli yaratıklardır. Kur'an ayetleri cin
adı verilen ve bize görünmeyen bir varlık türünden
söz etmektedir. İşte yüce Allah onların bir
kısmını, onun adına denizin ve karanın
derinliklerine dalsınlar ve bunun dışında daha
başka işler de yapsınlar diye Hz. Süleyman'ın
emrine vermiştir. Onları bozulmaktan ve kulunun
buyruğunun dışına çıkmaktan
korumuştur. Çünkü yüce Allah kulları üzerinde ezici
güce sahiptir. Onları, dilediği zaman, dilediği
gibi, dilediği kimselerin emrine verir.
Ayetlerin gölgesindeki bu güvenli noktada duruyor ve
israiliyata dalmıyoruz.
Yüce Allah Davud ve Süleyman peygamberleri -selâm
üzerlerine olsun- bollukla denemiş, nimetle onları
imtihan etmişti. Hz. Davud'u yargı ile imtihan
etmişti. Hz. Süleyman'ı ise, Sâd suresinde de değinileceği
gibi, çalımlı atlarla imtihan etmişti. Şu
halde yeri gelmeden bu imtihanın ayrıntısına
geçmeyelim ve sonucu özetlemekle yetinelim. Kuşkusuz Hz.
Davud ve Hz. Süleyman nimetle denenme karşısında
sabretmişlerdi. İmtihan esnasında
yaptıkları hatadan dolayı Allah'dan
bağışlanma diledikten sonra, imtihanı
başarı ile geçmişlerdï. Her ikisi de Allah'ın
nimetlerine karşılık ona şükreden kimselerdi.
HZ. EYYÜP VE DARLIKLA SINAMA
Şimdi de Eyyüb peygamberin -selâm üzerine olsun- kıssasında
somutlaşan darlıkla imtihana geçiyoruz.