Atalarından devraldıkları, öteden beri süren
bol nimetli hayat onların fıtratlarını
bozmuştur. Nimet içinde yüzmek, rahat bir hayat sürdürmek
beraberinde vurdumduymazlığı, sorumsuzluğu
getirir. Vurdumduymazlık ise kalbi bozar, duyguları köreltir.
En sonunda insanın Allah'a karşı
duyarsızlığına, basiretinin körelmesine, onun
ayetleri üzerinde düşünemez duruma gelmesine kadar varır.
İnsanın uyanık bulunmadığı, kendini
kontrol etmediği, sürekli olarak Allah'la ilişki
halinde bulunmadığı, O'nu unuttuğu zaman
nimetler ile böyle sınanır işte.
Bu yüzden ayetlerin akışı, her gün dünyanın
bir köşesinde meydana gelen bir realiteyi içeren bir sahne
sunarak vicdanlarını uyarıyor. Şöyle ki:
Yeryüzünde galip olan devletlerin egemenlikleri altında
bulunan topraklar gün geçtikçe dürülüyor, ufalıyor,
daracık bir alana dönüşüyor. Daha önce birer
imparatorluk olan bu ülkeler, birer ufak devletçiğe dönüşüyorlar.
Bundan önce galip birer devletken yenik duruma düşüyorlar.
Daha önce kalabalık ve etkin bir nüfusa sahipken azınlık
haline geliyorlar. Önceleri her yönden birçok zenginliğe
sahipken şimdi az bir gelirle yetinmek zorunda
kalıyorlar.
Kur'anın ifade tarzı kudret elinin, toprağı
dürüşünü, çevresini daraltmasını,
boyutlarını küçültmesini, o kadar canlı çiziyor
ki, latif bir hareketin, ürpertici korkuların
yeraldığı büyüleyici bir sahne beliriyor
gözlerimizin önünde.
"Acaba üstün gelen onlar mıdır?"
Ötekilerin başına gelenler onların
başına gelmeyecek mi?
Kalplerin ürpererek seyrettiği bu sahnenin gölgesinde
Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- uyarıcı
sözü söylemesi emrediliyor:
Şu halde söylenenleri duymayan sağırlar
olmaktan sakınmalıdırlar! Yoksa
ayaklarının altındaki toprak dürülür. Kudret eli
çevrelerini daraltır, geçmişte bol nimet içindeki
hayatlarını düşünerek sızlanıp
durdukları bir duruma düşürür.
Surenin akışı, kalpler üzerinde son derece
etkili olan mesajını iletmeye devam ediyor ve
onların azaba uğratıldıkları zamanki
durumlarını tasvir ediyor: