30- Kâfirler, gökler ile yer birbirine yapışıkken
onları ayırdığımızı ve bütün
canlıları sudan meydana getirdiğimizi görmüyorlar
mı? Onlar yine de iman etmiyorlar mı?
31- Yeryüzü dengede dursun da insanları sarsmasın
diye orada köklü dağlar yarattık ve istedikleri yere
gidebilsinler diye o dağlarda geçit veren yollar açtık.
32- Göğü dengesizlikten korunmuş bir tavan, bir
çatı yaptık. Onlar ise gökteki ayetlere, düşündürücü
kanıtlara dönüp bakmıyorlar.
33- Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı yaratan O'dur.
Bunların herbiri kendi yörüngelerinde yüzerler.
Bu, gözler önüne serilmiş, evren boyutunda çıkılan
bir gezintidir. Ama, kalpler evrende yeralan büyük mucizelerden
habersizdirler. Açık bir basiretle, bilinçli bir kalple,
uyanık bir duygu ile düşünüldüğü zaman, insan
kalbini şaşırtan mucizeler vardır evrende.
Burada yeralan göklerle yerin bitişikken
ayrıldıklarına ilişkin açıklama,
üzerinde düşünülmesi gereken bir açıklamadır.
Evrende meydana gelen olayları yorumlamak amacı ile
ortaya atılan astronomi bilimine ilişkin teoriler,
Kur'an-ı Kerim'in bin üçyüz sene önce dile getirdiği
bu gerçeğin etrafında dönüp durmuşlardır.
Bugün için geçerli olan teori şudur: Güneş ile
onun uyduları sayılan yer ve ayın
oluşturduğu güneş sistemi gibi yıldız kümeleri
bir kütle halindeydiler. Sonra birbirinden ayrılıp bu
yuvarlak şekli almışlardır. Yeryüzü de güneşin
bir parçasıydı. Ondan ayrılmış ve
soğumuştur.
Ne var ki, bu astronomik bir teoriden başka bir şey
değildir. Bugün geçerlidir, yarın çürütülebilir.
Evrende meydana gelen olayları daha tutarlı yorumlayan
başka bir teori ortaya çıkabilir, böylece önceki
teoriyi geçersiz kılabilir.
İslâm inancına sahip olan bizler kesin olan Kur'an
ayetini kesinliği sözkonusu olmayan, bugün kabul edilen,
yarın çürütülen bir teori doğrultusunda açıklamaya
kalkışamayız. Bu yüzden Fi Zilâl'il Kur'an'da,
Kur'an ayetleri ile bilimsel diye adlandırılan teorileri
uyuşturmaya çalışmıyoruz. Çünkü bilimsel
diye adlandırılan teoriler, ısıda madenlerin
genleşmesi, sıcakta suyun buharlaşması,
soğukta ise donması gibi deneyle,
kanıtlanmış değişmez ilmi gerçeklerden
farklı şeylerdir. Daha önce Fi Zilâl'de değindiğimiz
gibi, bu ilmi gerçekler varsayımlara dayalı teorilerden
tamamen ayrıdırlar.
Kuşkusuz Kur'an, bilimsel teorileri içeren bir kitap değildir.
Deneysel bir bilim olması için de gelmemiştir. Kur'an
hayatın bütününü ele alan bir sistemdir. Aklın kendi
sınırları içinde hareket etmesini ve toplumun
kendi sınırları içinde hareket eden akla fırsat
tanımasını sağlamak ve kesinlikle bilimsel
ayrımlara müdahale etmemeyi öngören bir sistemdir.
Çünkü bilimsel ayrıntı sayılan konular çalışma
ve hareket etme özgürlüğü sağlandıktan sonra
insan aklına bırakılmıştır.
Burada açıkladığı gerçek gibi Kur'an-ı
Kerim zaman zaman evrensel gerçeklere işaret eder:
"Gökler ve yer yapışıkken biz
ayırdık onları."
Sırf Kur'an-ı Kerim'de yeralıyorlar diye biz bu
gerçekleri tartışmasız kabul ediyoruz. Ama göklerle
yerin nasıl ayrıldıklarını ya da göklerin
yerden ayrılış şeklini bilmiyoruz. Sadece
Kur'an-ı Kerim'in genel bir ifade ile dile getirdiği bu
gerçekle çelişmeyen astronomik teorileri kabul ediyoruz.
Ama herhangi bir Kur'an ayetini bu teorilerden birine göre
yorumlamaya kalkışmıyoruz. Kur'an-ı Kerim'den
insanların ortaya attığı teorileri
doğrulamasını da istemiyoruz. Çünkü tartışmasız
kabul edilmesi gereken gerçek, Kur'an-ı Kerim'in içerdiği
gerçeklerdir. En fazla şunu söylemek mümkündür! Bugün
geçerli olan astronomik teori kuşaktan kuşağa
aktarılan bu Kur'an ayetinin genel ifadelerle dile
getirdiği anlamla çelişmiyor!
Ayetin ikinci bölümüne gelince,
"Ve
bütün canlıları su'dan meydana getirdik:" Bu
da çok önemli bir gerçeği dile getirmektedir. Bilginler bu
gerçeğin keşfini ve ortaya çıkarılmasını
büyük bir olay sayıyorlar. Bu gerçeği ortaya çıkardığı
ve hayatın ilk kaynağının su olduğunu
belirlediği için Darwin'i göklere çıkarıyorlar.
Bu gerçeğe dikkatli bakmak gerekir. Bu gerçeğin
Kur'an-ı Kerim'de yer alması bizi hayrete düşürmez
ve bu Kur'anın doğruluğuna ilişkin
inancımızı arttırmaz. Çünkü biz onun Allah
katından geldiğine inandığımız için
her açıklamasını kesinlikle doğru olarak
kabul ediyoruz. Bilimsel teorilere ya da keşiflere
uyduğu için değil. Burada da en fazla şunu söyleyebiliriz:
Darwin ve arkadaşlarının ortaya attıkları,
"hayatın ortaya çıkışı ve
gelişmesi"ne ilişkin teori bu açıdan Kur'an
ayetinin ifade ettiği anlamla çelişmiyor.
Onüç asırdan fazla bir süredir, Kur'an-ı Kerim kâfirlerin
bakışlarını evrende yeralan ilahi sanatın
olağanüstülüklerine çevirmekte ve bu olağanüstülüklerin
varlıklar alemine serpiştirildiğini gördükleri
halde inanmayışlarını ayıplamaktadır.
"Onlar yine de iman etmiyorlar mı?"
Çevrelerinde yeralan evrendeki her şey, onları
yaratan, yarattıklarını hikmetle yönlendiren
Allah'a inanmaya zorladığı halde halâ inanmıyorlar
mı?
Ardından göz kamaştırıcı evrensel
sahnelerin sunulmasına devam ediliyor.
"Yeryüzü dengede dursun da insanları sarsmasın
diye arada köklü dağlar yarattık."
Bununla sarsılmaz dağların yeryüzünde dengeyi
sağladıkları, böylece yeryüzünü sarsılmadan,
çalkalanmadan korudukları vurgulanıyor. Yeryüzünde
dengenin sağlanması çeşitli şekillerde
olabilir. Dünyanın dışarıdan
karşılaştığı basınçla,
içindeki baskılardan gelen ve bölgeden bölgeye değişen
basınç arasındaki dengenin korunması olabilir. Bir
yerde dağların yukarı doğru yükselmeleri bir
başka yerdeki çöküntüyü karşılamış
olabilir. Her ne şekilde olursa olsun, bu ayet açıkça
dağlar ile yerin dengesi ve istikrarı arasında bir
ilişki olduğunu ortaya koymuştur. Şu halde bu
dengenin sağlanış biçimini bilimsel araştırmalara
bırakalım. Çünkü burası bilimsel
araştırmaların esas çalışma
alanıdır. Biz de vicdanları uyaran, mesajları
ile insanları düşünmeye sevkeden Kur'anın gerçeği
ifade eden ayeti ile yetinelim ve bu olağanüstü evrende
harikalar yaratan yarattıklarını yönlendiren
kudret elinin faaliyetlerini izleyelim:
"İstedikleri yere gidebilsinler diye o dağlarda
geçit veren yollar açtık."
Dağların yüksek kısımlarının
arasındaki boşluklardan oluşan, yol ve güzergah
olarak kullanılan dağların arasındaki
geniş yollardan söz edilmesi... Evet burada bu geniş
yollardan söz edilmesi, bunun yanında doğru yolu
bulmaya işaret edilmesi, öncelikle pratik bir gerçeği
tasvir etmekte, sonra da örtülü olarak inanç alemine ilişkin
başka bir konuya işaret etmektedir. Belki kendilerini
imana götürecek yolu bulurlar. Dağların
arasındaki geniş yollarda yol aldıkları gibi.
"Göğü dengesizlikten korunmuş bir tavan, bir
çatı yaptık."
Gök yüksek olan her şeyi kapsamaktadır. Biz
üstümüzde tavana benzer bir ' şey görüyoruz. Kur'an da
göğün korunmuş bir tavan olduğunu
vurgulamaktadır. Evrenin bütün ayrıntıları
en ince noktasına kadar içeren düzeni sayesinde boşluktan
korunmuştur. Allah'ın ayetlerinin indiği yüceliğe
sembol olması itibari ile pislikten korunmuştur.
"Onlar ise gökteki ayetlere, düşündürücü kanıtlara
dönüp bakmıyorlar." "Geceyi, gündüzü, güneşi,
ayı yaratan O'dur. Bunların her biri kendi yörüngelerinde
yüzerler."
Gece ve gündüz evrensel iki mucizedirler. Güneş ve ay
insanın yeryüzündeki hayatı ile bütün hayatı
ile sağlam ilişkileri bulunan önemli iki gök
cismidirler. Gece ve gündüzün dönüşümü, güneş ve
ayın hareketleri, hem de bir kez bile şaşmayan bir
dikkatle, bir an bile duraksamayan bu süreklilikle. Evet bunlar
üzerinde düşünmek, insan kalbini yasalar sisteminin birliğini,
iradenin birliğini, her şeye gücü yeten ve her
şeyi yönlendiren yaratıcının birliğini
kavramaya iletecek son derece önemli etkenlerdir.