Yüce Allah bu evreni bir hikmete göre yaratmıştır.
Oyun olsun, eğlence olsun diye değil... Evreni bir
hikmete göre planlamıştır. Boşu boşuna
gereksiz yere yaratmamıştır. Yüce Allah, göklerin,
yerin ve her ikisi arasında yeralan varlıkların
yaratılışının dayanağı
kıldığı ciddilik unsurunun gereği olarak
göndermiştir peygamberleri, buna göre indirmiştir
kitapları, farzları buna göre belirlemiştir. Bu
doğrultuda koymuştur yasaları.
Bu evrenin özünde, planında, ciddilik vazgeçilmez bir
unsurdur. Yüce Allah'ın insanlar için öngördüğü
inanç sisteminde, ölümden sonra gerçekleşecek
hesaplaşma olayında da vazgeçilmez temel unsur
ciddiliktir.
Şayet yüce Allah eğlence edinmek isteseydi,
özünden kaynaklanan bir eğlence edinirdi. Bu da kendi
zatına özgü bir eğlence olurdu ve sonradan
yaratılmış, geçici yaratıklarla bir ilgisi
bulunmazdı. Bu, sadece tartışma amacı ile söylenmiş
bir varsayımdır:
"Eğer bir eğlence edinmek isteseydik,
özümüzden kaynaklanan bir eğlence edinirdik. Yapacak olsak
böyle yapardık."
Dil bilginlerinin söylediği gibi "velev"
edatı imkânsızın imkânsızlığını
belirtmek için kullanılır. Cevaptaki fiilin meydana
gelişinin imkânsızlığını,
şarttaki fiilin meydana gelişinin imkânsızlığı
ile ifade eder. Yüce Allah bir eğlence edinmek
istememiştir, ortada bir eğlence de yoktur. Ne onun
katında ne de ondan kaynaklanan herhangi bir şeyde... Böyle
bir şeyin olması imkânsızdır, çünkü yüce
Allah daha baştan böyle bir şey istememiştir,
iradesi de kesinlikle böyle bir eğilim göstermemiştir.
Yapacak olsak böyle yapardık."
"İn", "Ma" anlamında olumsuzluk
edatıdır. Cümlenin bu şekilde kurulması en
başta böyle bir eyleme yönelik isteğin gerçekleşmediğini
vurgulamak amâcına yöneliktir.
Bu, sadece soyut bir gerçeği vurgulamak amacı ile ve
tartışma yöntemi ile dile getirilen bir varsayımdır.
Buna göre yüce Allah'ın zatı ile ilgili bulunan her
şey öncesizdir, sonradan meydana gelmiş değildir.
Sonsuzdur, geçici değildir. Şayet yüce Allah eğlence
edinmek isteseydi, bu sonradan yaratılmış bir
şey olmayacaktı. Gökler, yer ve her ikisinin arasındaki
varlıklarla da ilgili olmayacaktı bu eğlencenin.
Çünkü bunların hepsi de sonradan yaratılmış
varlıklardır. Bu eğlence, onun özünden
kaynaklanacaktı. Bu yüzden öncesiz ve sonrasız
olacaktı. Dolayısıyla öncesiz ve sonrasız
zatı ile ilgili olacaktı.
Değişmez yasa, her zaman yürürlükte olan kanun,
ortada bir eğlencenin olmamasını, ciddiliğin,
gerçeğin olmasını, köklü gerçeğin köksüz
batıla üstün gelmesini öngörmüştür.
"Hayır, biz hakkı, gerçeği
batılın, eğriliğin başına çarparız
da batılın beyni parçalanır ve yok oluverir."
Ayette géçen "bel" edatı, eğlence konusu
ile ilgili açıklamayı kesip yerine herzaman için
geçerli olan realiteden söz etmek amacı ile
kullanılmıştır. Çünkü yürürlükte olan
kanun bu realiteye göre işlemektedir. Evrensel yasa bunu
gerektirmiştir. Bu da gerçeğin üstün gelmesi, batılın
ise yok olup gitmesidir.
İfade, bu kanunu somut, canlı ve hareketli bir tablo
şeklinde çizmektedir. Sanki gerçek, kudret elinde bir
bombadır. Onu batılın üzerine atıyor, beynini
parçalıyor! Böylece batıl, kaybolup gidiyor, toz duman
olup yok oluyor.
İşte değişmez kanun budur. Evrenin
tabiatında gerçek, köklü bir unsurdur. Varlıkların
yapısında derin etkinliğe sahiptir. Batıl ise
evrenin yaratılışının temelinden uzak bir
unsurdur. Geçicidir, aslı yoktur. Bir etkinliğe de
sahip değildir. Yüce Allah onu kovacak, hakkı onun
üzerine atacak, beynini parçalayacaktır. Allah'ın
karşı koyduğu bir şeyin
kalıcılığı sözkonusu olamaz. Allah'ın
eli tarafından atılan ve parçalanan bir şeyin
varlığını sürdürmesi mümkün değildir.
İnsanlar zaman zaman hayatın realitesinin, her
şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan yüce Allah'ın
vurguladığı bu gerçeğin tersine
geliştiğini sanabilirler. Bu da batılın
üstünlük sağlamış gibi kabardığı,
gerçeğin de yenilmiş gibi köşesine çekildiği
dönemlerde olur daha çok. Oysa bu durum sadece belli bir süre
devam edecektir. Yüce Allah deneme ve sınama amacı ile
dilediği kadar bu süreyi uzatır. Bundan sonra hem göklerle
yer binasının dayanağı, hem de inanç
sistemlerinin, davet hareketlerinin dayanağı olan
öncesiz ve sonrasız ilahi yasa fonksiyonunu yerine getirmek
üzere devreye girer.
Allah'a iman edenler, onun sözünün gerçekliğinden,
varlık binası ve düzeni içinde gerçeğin vazgeçilmezliğinden,
yüce Allah'ın batılın üzerine atıp onunla
batılın beynini parçaladığı gerçeğin
zaferinden kuşku duymazlar. Eğer yüce Allah, kimi zaman
batılı galip getirmek suretiyle onları
sınıyorsa, bunun bir fitne olduğunu bilirler, bunun
bir imtihan olduğunu kavrarlar, içlerinde bulunan bir zaaf
veya bir eksiklikten dolayı Rabb'lerinin onları
eğittiğini farkederler. Rabb'leri onları,
hakkın zafer kazandığı bir geleceğe
hazırlamaktadır.
Onları kaderine perde yapmaktadır. İmtihan dönemini
yaşamalarını, bu dönemde eksikliklerini
tamamlamalarını, zaaflarını tedavi etmelerini
istemektedir. Onlar ne kadar çabuk eksikliklerini giderirlerse,
yüce Allah da imtihan dönemi
o kadar kısa
tutacaktır, onlar aracılığı ile
dilediğini gerçekleştirecektir. Akıbete gelince,
kesinlikle değişmez:
"Hayır, biz hakkı, gerçeği
batılın, eğriliğin başına çarparız
da batılın beyni parçalanır ve yok oluverir."
Allah dilediğini yapar.
Kur'an-ı Kerim bu gerçeği, Kur'an ve peygamber
hakkında ileri geri konuşan, Kur'anı büyü,
şiir ve uydurma olarak nitelendiren müşriklere bu
şekilde açıklamaktadır. Oysa bu Kur'an her zaman
üstün gelen, batılın beynini parçalayan, onu yok eden
hakkın kendisidir. Bu açıklamanın ardından,
ileri geri konuşmalarının akıbeti açıklanarak,
uyarma amacı ile bir değerlendirme yer alıyor:
"Allah'a
yakıştırdığınız uygunsuz
sıfatlardan ötürü vay gele başınıza!"
Ardından, kendi serkeşliklerine, sırt
çevirmelerine karşı uysallık ve kulluk
örneklerinden biri sunuluyor. Bu, kendilerinden daha çok Allah'a
yakın olanların örneğidir. Buna rağmen onlar
Allah'a itaat etme tavrını sürdürüyorlar, O'na
sürekli kulluk ediyorlar, gevşeklik göstermiyor, ihmalkârlık
etmiyorlar.