KUR'ANIN MÜ'MİNLERE MESAJI
106- Hiç kuşkusuz bu Kur'an'da Allah'a kulluk edenler için
yeterli olacak nitelikte bilgi ve mesaj vardır.
107- Biz seni tüm alemlere rahmet olarak gönderdik.
108- Müşriklere de ki; "Bana
ilahınızın tek Allah olduğu vahyolundu. Siz bu
ilkeyi benimseyip müslüman oluyor musunuz "
109- Eğer bu çağrına sırt çevirirlerse
onlara de ki; ' `Bana gelen mesajı duyurarak bu konuda sizi
kendimle eşit bilgi düzeyine erdirdim. Size yöneltilen
tehdit yakın mıdır, yoksa uzak mıdır, onu
bilemem. "
110- "Hiç kuşkusuz Allah, açıkça söylediğiniz
sözleri bildiği gibi içinizde sakladığınız
duyguları da bilir. "
111- ' `Bilemem; belki de azabınızın ertelenmesi
sizin sınavdan geçirilmeniz ve belirli bir sürenin sonuna
kadar dünya nimetlerinden yararlandırılmanız içindir.
"
112- Peygamber dedi ki; "Ya Rabb'i, benim ile müşrikler
arasındaki davayı hak ilkesi uyarınca hükme bağla.
Sizin düzmece iddialarınız ve asılsız
yakıştırmalarınız
karşısında tek sığınağım,
son derece merhametli olan Rabb'imin yardımıdır.
"
"Hiç kuşkusuz bu Kur'anda, Allah'a kulluk edenler için
yeterli olacak nitelikte bilgi ve mesaj vardır."
Kuşkusuz bu Kur'anda ve onun evren ve hayattan,
insanların dünya ve ahiretteki akıbetlerinden, iş
ve karşılığı kurallarından gözler
önüne serdiği ilahi kanunlar... Evet bunda, Allah'ın
yol göstericiliğini algılayacak kapasiteye sahip
kimseler için bir açıklama ve yeterli bir kanıt
vardır. Yüce Allah bunları
"Kulluk
edenler" diye
isimlendiriyor. Çünkü ibadet eden biri, Allah'dan korkan ve algılamaya;
düşünmeye ve yararlanmaya hazır bir kalbe sahiptir.
Kuşkusuz yüce Allah, tüm insanları doğru yola
iletsin diye onlara yönelik bir rahmet olaràk göndermiştir
peygamberini. Ama doğru yolu bulmaya hazır ve yetenekli
olanlardan başkası da hidayete eremez. Ama Allah'ın
rahmeti hem mü'minler hem de mü'min olmayanlar için gerçekleşir.
Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- getirdiği
hayat sistemi, tüm insanlık için mutluluk kaynağı,
onları bu hayatta kendileri için belirlenen kemal noktasına
ulaştıran bir sistemdir.
Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- sunduğu
bu mesaj insanlığın akli olgunluğa
eriştiği bir dönemde gelmiştir. Her kuşaktan,
gelecek her nesilden akılların anlayacağı,
insanlık hayatının değişmez temellerin
kapsayıcı ve değişen ihtiyaçlara cevap veren
bir kitap olarak gelmiştir. Kuşkusuz insanların
değişen ihtiyaçlarını ancak yüce Allah
bilebilir. Çünkü yarattıklarını en iyi o bilir.
O latiftir, her şeyden haberdardır.
Bu kitap değişen insanlık hayata için kalıcı
bir sistemin temellerini koymuştur. Sürekli gelişen ve
değişen hayatın ihtiyaç duyduğu ikinci
derecede hükümlerin çıkarılmasını,
aynı şekilde bu hükümlerin hayat ve ortamın
koşullarına uygun şekilde uygulama yöntemlerini
belirlemeyi de insana bırakmıştır. Ama
belirlenen bu hüküm ve yöntemler kalıcı sistemin
ilkeleri ile çelişmemelidir.
Kur'an-ı Kerim düşünme hakkını ve akla düşünme
imkânı tanıyan bir toplumu garanti etmekle, insan
aklına hareket özgürlüğü tanımıştır.
Hayat için belirlediği sistemin sınırları içinde
özgürlüğünü kullanmasını öngörmüştür.
İnsan hayatının gelişmesi, ilerlemesi ve insan
hayatı için bu dünyada belirlenen kemal noktasına
erişmesi için bu husus gereklidir.
Bugüne kadar insanlığın geçirdiği
deneyimler, yüce Allah'ın koyduğu bu sistemin
insanlığın her alanda attığı tüm adımlardan
önde olduğunu, bundan böyle de önde olacağını
göstermiştir. Tüm bağlantıları ile birlikte
insan hayatının bu sistemin gölgesi altında sürekli
gelişme kaydetmesi mümkündür. Bu sistem her zaman insanlığa
yol göstericilik yapar. Onu geriden izlemez. Onu durdurmaz,
geride kalmaya zorlamaz. Çünkü bu sistem her zaman insanlığın
adımlarını geride bırakır.
İnsanlığın en mükemmel gelişmesini dahi
kapsayacak genişliğe sahiptir.
Bu sistem, insanlığın gelişme ve ilerleme
isteklerine olumlu karşılık verirken ne
şekilde olursa olsun bireysel ya da toplumsal açıdan hiçbir
enerjiyi baskı altında tutmaz.
İnsanlığı emeğinin ürünlerinden ve
kendi çabası ile geliştirdiği hayatın güzelliklerinden
yararlanmaktan yoksun bırakmaz.
Bu sistemin değeri, dengeli ve uyumlu oluşundan
kaynaklanmaktadır. Ruhsal açıdan yükselmek için
bedene işkence etmeyi öngörmez. Bedensel arzuları
tatmin etmek için de ruhu ihmal etmez. Toplumun yada devletin çıkarı
uğruna bireyin enerjisini, bozulmamış fıtri
arzularını sınırlandırmaz. Toplumsal
hayatı olumsuz yönden etkileyecek ya da toplumu bir ferdin
veya fertlerin arzularını tatmin aracı kılacak
şekilde ferdi, azgın ihtirasları, sapık
istekleri ile başbaşa bırakmaz.
İslâm sisteminin insanın omuzlarına yüklediği
bütün yükümlülüklerde insanın enerjisinin kapasitesi ve
yararı gözönünde bulundurulmuştur. Ayrıca insan
bu yükümlülükleri yerine getirmesinde kendisine yardımcı
olacak yetenek ve güçlerle donatılmıştır.
Ayrıca bu yükümlülükler insana çekici ve sevimli gelecek
niteliklere sahip kılınmışlardır. Zaman
zaman insan bu yükümlülükler uğruna çeşitli
sıkıntılara, acılara katlansa da bu yükümlülükler
onun isteklerinden birini karşılamaktadır, onun
sahip olduğu enerjilerden birinin işler hale gelmesini
sağlamaktadır.
Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- getirdiği
bu din, toplumu için ondan sonra da tüm insanlık için
rahmet kaynağı olmuştur. Bu dinin ilkeleri ilk
önceleri insanlığın vicdanına yabancı
gelmişti. Çünkü bu ilkelerle pratik hayatın ve ruhsal
hayatın realitesi arasında büyük bir mesafe vardı.
Ama insanlık bu dinin geldiği günden itibaren adım
adım bu ilkelerin ufuklarına doğru yol
almıştır. Bu ilkelere olan
yabancılığı duygularından
silinmiştir. Başka isimler altında da olsa bu
ilkelere göre hayatını biçimlendirmiş, bu
ilkeleri uygulamıştır.
İslâm, ırk ve bölgesel farklılıkların
potasında eridiği insanlığın birliği
ilkesine çağırmak için gelmiştir. Tüm insanlığı
tek bir inanç ve tek bir toplumsal düzen etrafında
birleştirmek için gelmiştir. İşte bu, o gün
için insanlığın vicdanına, düşüncesine
ve pratik yaşayışına yabancı bir çağrıydı.
Eşraf takımından olanlar kendilerini kölelerinkinden
farklı bir tabiata sahip kişiler sayıyorlardı.
Ama aynı insanlık onüç küsur asırdır
İslâmın belirlediği çizgiye ulaşma çabasındadır.
Fakat ikide bir ayakları kayıp yoldan sapıyor.
Bunun nedeni eksiksiz İslâmın
aydınlığında yok olmasıdır. Şu
da var ki, kuru bir iddia ve sözde de kalsa İslâm
sisteminin kimi yönlerini benimsemiş bulunmaktadırlar.
Buna rağmen Avrupa ve Amerika'da toplumlar halâ İslâmın
bin üçyüz küsur senedir savaş açtığı
ırkçılığı ısrarla sürdürmektedirler.
İslâm, tüm insanların kanun ve yargı önünde
eşitliklerini sağlamak için gelmiştir. İslâmın
bu çağrıyı, yaptığı günlerde
insanlar birtakım sınıflara
ayrılmışlardı, her sınıfın da
ayrı bir kanunu vardı. Daha doğrusu kölelik ve
derebeylik dönemlerinde efendinin arzusu bir kanundu.
İşte bu ilerici ve çağlar üstü sistemin insanları
yargı önündeki mutlak eşitlik ilkesine çağırması
insanlığa tuhaf geliyordu. Ama bakın aynı
insanlık, teorik de olsa İslâmın bin üçyüz
küsur seneden beri pratikte uyguladığı bu ilkeyi
adım adım benimseme çabası içindedir.
Bunların dışında Hz. Muhammed'in -salât ve
selâm üzerine olsun- getirdiği dinin insanlık için
rahmet kaynağı olduğunu ve Hz. Muhammed'in -salât
ve selâm üzerine olsun- alemlere rahmet olarak gönderildiğini
gösteren birçok kanıt vardır. Bu rahmet, ona inanan ve
inanmayan herkesi kapsamaktadır. Çünkü bütün insanlık,
isteyerek veya istemeyerek bilinçli ya da bilinçsiz Hz.
Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- getirdiği
sistemden etkilenmiştir. Bu rahmetin gölgesi halâ devam
etmektedir. Gölgesinde dinlenmek, kavurucu dünya çölünde,
özellikle günümüzde huzur veren meltemlerin esintisini,
kokusunu almak isteyenler bu rahmete koşabilirler:
Bugün insanlık her zamankinden çok bu rahmeti ve esenliği
duyumsamaya muhtaçtır. Çünkü insanlık, büyük bir
bunalım ve şaşkınlık içinde yaşamaktadır.
Materyalizmin bataklığında savaşların
cehenneminde kıvranıp durmaktadır. Kalpler ve
ruhlar kaskatı kesilmiştir.
KUR'ANIN MÜŞRİKLERE MESAJI
Rahmetin anlamı iyice belirginleştirilip
vurgulandıktan sonra Hz. Peygambere -salât ve selâm
üzerine olsun- kendisini yalanlayan ve alaya alanlara karşı,
alemlere rahmet kaynağı olan mesajını açıklaması
emrediliyor:
"Müşriklere de ki; "Bana
ilahınızın tek Allah olduğu vahyolundu. Siz bu
ilkeyi benimseyip müslüman oluyor musunuz?"
Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- insanlığa
sunduğu mesajda yeralan ve insanlık için bir rahmet
olan unsur budur. Bu, insanlığı cahiliye
kuruntularından, putçuluğun
ağırlıklarından, vehim ve hurafenin
baskısından kurtaran mutlak tevhittir. Hayat bu
sağlam temele dayandırılır. Böylece varlık
alemi ile insan hayatı arasında ilişki kurulur. Apaçık
evrensel yasalar ve değişmez ilahi kanunlar
uyarınca. Arzular, ihtiraslar ve sınırsız
isteklere göre değil. Bu sayede insanların
başlarının dik olmaları, bir ve ezici güce
sahip Allah'dan başkasının önünde eğilmemeleri
garantilenmiş olur.
İşte rahmete giden yol:
"Müslüman oluyor musunuz?"
Hz. Peygamberin, -salât ve selâm üzerine olsun- kendisini
yalanlayan ve alaya alanlara yöneltmesi istenen tek soru budur.
"Eğer bu çağrına sırt çevirirlerse,
onlara de ki; `Bana gelen mesajı duyurarak bu konuda sizi
kendimle eşit bilgi düzeyine erdirdim."
Yani getirdiğim mesajın içeriğini artık
biliyorsunuz. Dolayısıyla ben ve siz bilgi açısından
aynı durumdayız. "İlan etmek" kelimesi
barış dönemini bitirip savaşı başlatmak,
karşı tarafa savaşın
başladığını ve artık
barışın sözkonusu olmadığını
ifade etmek için kullanılır. Burada ise; -Bu sure Mekki
olduğu ve henüz savaş emri verilmediği için-
kastedilen Hz. Peygamberin onlardan vazgeçtiğini,
onları bildikleri akıbetleri ile başbaşa
bıraktığını, bu
tavırlarının sonucundan korkuttuğunu
bildirmesidir. Artık bir mazeretleri
kalmamıştır. Şu halde ne olduğunu çok
iyi bildikleri tutumlarının cezasını
çekmelidirler.
"Size yöneltilen tehdit yakın mıdır, yoksa
uzak mıdır, onu bilemem."
Ben size her şeyi açıkladım. Ama tehdit
edildiğiniz azabın ne zaman gerçekleşeceğini
bilemem. Bu, yüce Allah'a özgü gaybın, kapsamında
olan bir şeydir ve Allah'dan başlıcası bilemez
bunu. Çünkü dünya ve ahirette uğrayacağınız
azabı ancak O bilir. O sizin gizlediklerinizi de açığa
vurduklarınızı da bilir. Sizin hiçbir şeyiniz
O'na gizli değildir.
"Hiç kuşkusuz Allah, açıkça söylediğiniz
sözleri bildiği gibi içinizde sakladığınız
duyguları da bilir."
Sizin durumunuz her yönüyle O'na açıktır. Size
azap edeceği zaman, durumunuzun gizlisini de açığını
da bildiğinden dolayı azap edecektir.
Azabımızı ertelerse, bu ertelemenin hikmetini de
ancak O bilir.
"Bilemem; belki de azabınızın ertelenmesi
sizin sınavdan geçirilmeniz ve belirli bir sürenin sonuna
kadar dünya nimetlerinden yararlandırılmanız içindir."
Bu geciktirme ile yüce Allah'ın neyi irade ettiğini
bilemem. Belki de, O, bu geciktirmenin sizin için bir imtihan ve
deneme aracı olmasını diliyor. Sizi bir süre
oyalanasınız diye bırakıyor. Sonra o güçlü
ve etkin yakalayışı ile yakalar sizi.
Bu şekilde bilmediğini ifade etmekle son derece
etkileyici bir uyarı yöneltmektedir gönüllerine. Böylece
her türlü ihtimali düşünmelerini, ansızın
kendilerini yakalayacak dehşetin korkusunu içlerinde taşımalarını
sağlıyor. Gönüllerini nimetlerle oyalanmanın
getirdiği boş vermişlikten uyarıyor. Belki de
bunun ötesinde bir imtihan ve deneme unsuru yatmaktadır
fikrini uyandırıyor. Ne zaman geleceği ve
nasıl geleceği belli olmayan bir azabı düşünmek,
insan ruhunun sürekli korku içinde bulunması, sinirlerin
gergin olması ve her an için perdenin kalkıp örtülü
gaybın ortaya çıkacağı beklentisi içinde
olması için yeterlidir.
İnsan kalbi, Allah'a özgü gaybın kapsamında
kendisini bekleyen akıbetten habersiz olabilir. Dünya
nimetleri, oyun eğlence insanı aldatabilir. İnsan gözü
önüne çekilmiş perdenin ötesinde kendisini bekleyen bir
akıbetin olduğunu ve ne zaman gerçekleşeceği
bilinmeyen bu akıbeti ancak yüce Allah'ın
bildiğini, ancak. O'nun bu akıbeti ortaya çıkaracağını
unutabilir.
İşte bu uyarı kalpleri uyanıklığa
çağırmakta ve iş işten geçmeden, henüz
zaman varken kendilerine bir fırsat vermektedir.
Bu noktada Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun-
Rabb'ine yönelmektedir. Emaneti yerine getirmiş ve
mesajı ulaştırmıştır. Her şeyi
açıkça duyurmuş, musibetin ansızın gelip
çatmasından sakındırmıştır... Hz.
Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- burada Rahman olan
Rabb'ine yöneliyor ve kendisi ile akıbetlerinden habersiz
alaya alanlar arasındaki meseleyi hakka göre
çözümlemesini istiyor. Onların tuzaklarına ve
yalanlamalarına karşı Rabb'inin
yardımını istiyor. Çünkü sadece O'ndan yardım
istenir.
"Peygamber dedi ki; `Ya Rabb'i, benim ile müşrikler
arasındaki davayı hak ilkesi uyarınca hükme bağla.
Sizin düzmece iddialarınız ve asılsız
yakıştırmalarınız
karşısında tek sığınağım,
son derece merhametli olan Rabb'imin
yardımıdır."
Büyük rahmet sıfatının burada
anılmasının, özel bir anlamı vardır.
Çünkü peygamberi alemlere rahmet olarak gönderen O'dur. Ama
yalanlayanlar onu yalanladılar, alaycılar onunla dalga
geçtiler. Şu halde O, peygamberine rahmet etmeyi,
onların nitelendirmelerine karşılık O'na
yardım etmeyi üzerine almıştır.
Bu etkileyici bölümle sona eriyor sure. Nitekim bunun gibi
etkileyici bir girişle başlàmıştı. Böylece
surenin başı ile sonu, etkileyici, güçlü ve derin bir
musiki vurguya sahip olmakla birbirlerini bütünlemektedirler.
ENBİYA SURESİNİN SONU