Hiç kuşku yok ki, bu bir mucizedir. Herhangi bir
kişinin böyle bir mucize-yi meydana getirmesi bir yana, sırrını
dahi kavraması mümkün değildir. (Materyalistler,
canlı bir organizmadaki reaksiyonların
dışında elde edilmesi mümkün olmayan bazı
maddeleri böyle bir ortamın dışında elde etme
imkânının ortaya çıkmasından dolayı, büyük
gürültüler koparıyorlar. Oysa organik madde ile canlı
madde arasındaki fark oldukça büyüktür. Üstelik elde
edilen bu madde, yaratılmış maddelerden meydana
getirilmiştir. Yoksa, insan yaratmamıştır,
yaratması da mümkün değildir.)
Bu hayat, meydana gelme ve hareket etme mucizesidir. Her
an uyuyan bir bitkiden sessiz bir tane parçalanmaktadır,
Donuk bir çekirdekten yükselen bir ağaç fışkırmaktadır.
Tane ve çekirdekte gizlenen, bitki ve ağaçta gelişen
hayat, gerçek mahiyetini ve kaynağını yüce
Allah'dan başka hiç kimsenin bilemediği gizli bir
sırdır. Bugün insanlık görebildiği tüm
hayat belirtilerine ve şekillerine, ortaya çıkardığı
çeşitli özellik ve aşamalarına rağmen, ilk
insan gibi bilinmez bir sırla karşı
karşıyadır. Hayatın fonksiyon ve görünümünü
algılıyor, ancak kaynağını ve özünü
algılayamıyor. Ve hayat yoluna devam ediyor, bu mucize
her an gerçekleşiyor.
Hayatın ilk oluşumundan beri yüce Allah, diriyi
ölüden çıkarmıştır. Bu evren -en
azından yeryüzü- meydana geldiği zaman henüz hayat
yoktu. Hayat sonradan meydana geldi. Yüce Allah, hayatı
ölüden çıkarmıştır. Ama nasıl?.. Bunu
bilemiyoruz. O günden beri hayat hep ölüden ortaya çıkmaya
devam etmekte-dir. Her an ölü atomlar, canlılar
aracılığıyla canlı organizmalara dönüşmekte
ve canlı cisimlerin bünyesine yerleşmektedir. Aslı
ölü atomlar olduğu halde, canlı hücrelere dönüşmektedir.
Bunun tersi de böyle. Her saniye canlı hücreler ölü
atomlara dönüşmektedir. Bu durum canlı bünyenin
bütünüyle ölü atomlara dönüşeceği güne kadar
sürecektir.
"O ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarır."
Allah'dan başka kimse yapamaz bunu. Ölüden hayatı
çıkarmaya Allah'-dan başka kimsenin gücü yetmez.
İlk canlının oluşumundan beri hep böyledir bu.
Canlı organizmayı, ölü atomları canlı hücrelere
dönüştürme kabiliyetiyle donatan, Allah'dan başkası
değildir. Aynı şekilde canlı hücreleri ölü
atomlara dönüştürmeye Allah'dan başka hiç kimse
güç yetiremez. Bütün bunlar dönüşümlü bir süreç
içerisinde gerçekleşmektedir. Ne zaman
başladığı ve ne zaman biteceği hiç kimse
tarafından bilinmemektedir. Sadece birtakım
varsayımlar, teoriler ve ihtimaller ileri sürülmektedir.
Hayat mucizesini, Allah'ın yaratmasından başka
bir temele dayandırarak açıklamaya ilişkin
Avrupa'da, tıpkı aslandan kaçan yaban eşekleri
gibi (Müddesir Suresi: 50-51) insanların kiliseden kaçmaya
başlamalarından beri süren tüm çabalar fiyaskoyla
sonuçlanmıştır. Bu insanlar, evrenin ve
hayatın meydana gelişini Allah'ın
varlığını kabullenmeksizin açıklamaya
çalışıyorlar. Ancak bütün çabaları
fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Geride içtenlikten çok,
inatçılığı gösteren yirminci yüzyıldaki
sonuçsuz diretmeler kalmıştır. Allah'ın
varlığını kabul etmeksizin hayatın
varlığını açıklamaktan aciz kalan `bilginlerinin'
sözleri, bizzat kendi `bilimlerinin' bu problem karşısındaki
konumunu belirlemektedir. Bu sözleri, onsekizinci ve ondokuzuncu
yüzyıllarda Avrupalıların attıkları
kırıntıları kapıp bu dinden
uzaklaşanlar için aktarıyoruz. Bu adamlar "gayb"
gerçeğini kanıtladığı halde, bilgi
kırıntılarıyla yetinenler "bilgiçlik"
taslayıp, gaybı inkâr ediyorlar.
Onların ilgisine Amerikalı bilginlerin sözlerini
sunuyoruz.
Cornel Üniversitesi'nde mastır ve doktora
yapmış Kanada Manytoba Üniversitesi biyoloji
profesörü Frank Allen, "Evrenin meydana gelişi
rastlantı mı, yoksa planlı mıdır?'
adlı makalesinde, şöyle demektedir: (Bu makale, Dr.
Demirtaş Abdulmecid Serhan tarafından Arapça'ya
tercüme edilen `Bilim Çağın-da Allah Tecelli Ediyor'
kitabında yer almaktadır.)
"Şayet hayat bir hikmet ve önceden hazırlanmış
bir plan gereği meydana gelmişse, o zaman tesadüf
sonucu meydana gelmiştir. Bu durumda iyice inceleyebilmemiz
ve hayatı nasıl yarattığını görmemiz
için, tesadüfün nasıl bir şey olduğunu bilmemiz
gerekmektedir..."
"Sağlıklı ve kesin bir hükmün varlığı
söz konusu olmadığı zaman, tesadüf ve ihtimal
teorileri geniş uygulama sahası bulabilén sağlam
matematiksel temellere dayanmaktadır. Bu teoriler önümüze
yanılma ihtimali bulunmakla beraber, doğruya en
yakın hükmü çıkarırlar. Kuşkusuz tesadüf
ve ihtimal teorileri üzerine yapılan araştırmalar,
matematiksel açıdan büyük ilerlemeler kaydetmiştir.
Öyle ki, `Bunlar tesadüf sonucu meydana gelmişlerdir'
dediğimiz ve ortaya çıkışlarını
başka bir yolla izah edemediğimiz bazı belirtilerin
ortaya çıkmasıyla, bazı şeylerin meydana
gelmesini önceden haber verecek duruma gelmişiz. Tavla
oyununda zar atmak gibi. Bu araştırmaların
ilerlemesi sayesinde tesadüf (Biz İslâmi düşüncemizle,
varlık aleminde bir tek tesadüfün dahi varlığını
kabul etmiyoruz. Her şeyi yaratan, Allah'ın kaderidir. `Biz
her şeyi bir kaderle yarattık' (Lokman, 49) Varlık
aleminde geçerli olan genel yasalar vardır. Bu yasalar
uygulandıkları her an içinde Allah'ın kaderi
uyarınca uygulanmaktadır. Ancak mekanik bir zorunluluk söz
konusu değildir. Kimi zaman Allah'ın kaderinin bu
yasalardan farklı bir şekilde meydana gelmesi mümkündür.
Ancak belli şartlarda ve özel bir hikmetten dolayı.
Çünkü gerek genel yasalar ve gerekse harika olaylar hep özel
bir kader uyarınca işlerler. Bu yüzden `bilginlerin
sözlerini iktibas etmemiz onların dediklerine
katıldığımız anlamına gelmez.)
sonucu meydana gelen şeylerle, bu yolla meydana gelmesi imkânsız
olan şeyleri ayırd edecek ve belirli bir zaman diliminde
belirtilerden birinin ortaya çıkma ihtimalini hesaplayacak
duruma gelmişiz nerdeyse. O halde hayatın meydana
gelmesinde tesadüfün oynayacağı role bir göz atalım:
"Proteinler, bütün canlı hücrelerin temel bileşimlerinde
yer almaktadır. Ve bunlar karbon, hidrojen, nitrojen, oksijen
ve kükürt elementlerinden meydana gelmektedir. Bir parçadaki
atom sayısı kırkbine ulaşmaktadır.
Tabiattaki kim-yasal elementlerin sayısı doksaniki
olduğundan ve bunların dağılışı
da rastgele bir dağılış (Bu da "Bilginlerin"
saçmalıklarından biridir. Çünkü rastgele bir dağıtım
söz konusu değildir. Tersine, belirli bir kader
uyarınca planlanan bir dağıtım söz konusudur)
olduğundan, proteinin parçalarından birini meydana
getirmek için bu beş elementin biraraya gelmesi ihtimali
hesaplanabilir. Çünkü bu parçayı oluşturmak için
sürekli birbirlerine karışmaları gereken
maddelerin sayısı bilinmektedir. Ayrıca bu parçanın
atomlarının arasındaki birleşmenin olabilmesi
için gerekli olan zaman diliminin süresi de bilinmektedir.
"İsviçreli matematikçi Charles Ugyn Joey, bütün
bu işlemleri hesaplama-ya kalkışmış ve
bir protein parçasının tesadüf yoluyla oluşması
imkânının ancak 10 x 160/1 oranında olduğunu
görmüştür. Yani, on sayısının yüzaltmış
sayısına çarpımının bire bölünmesi
gibi bir oran ortaya çıkmaktadır. Bu rakamı
telaffuz etmek ya da kelimelerle ifade etmek de mümkün değildir.
Bu durumda bir tek protein parçasını tesadüf yoluyla
meydana getirmek için gerekli olan maddelerin sayısı,
şu evrenin milyonlarca büyüklüğünde yer işgal
edecektir. Böyle bir parçanın sadece yeryüzünden tesadüf
yoluyla meydana gelmesi, milyarlarca senenin geçmesini
gerektirmektedir. İsviçreli bilgin bunu da hesaplamış
ve on sayısının ikiyüz kırküç kere
kendisiyle çarpılmasında ortaya çıkan sonuç oranında
sene olduğunu ortaya çıkarmıştır (10 x
243 sene)
"Proteinler, amino asitlerin uzun bir dizilişinden
meydana gelirler. O hal-de bu parçaları atomlar nasıl
oluştururlar. Çünkü bilindiği şekliyle
birleşmiş olmasalardı, hayat için elverişli
olamazlardı. Hatta kimi zamanlarda zehirli de olabilirlerdi.
İngiliz bilgin J.B. Seather, basit bir protein parçasında
atomların birleşebilecekleri yolları
hesaplamış ve rakamın milyonlara
vardığını görmüştür. (1048) ...
Bu nedenle bir tek protein parçasını meydana getirmek için,
bütün bu tesadüflerin biraraya gelmesi akla göre imkânsız
görünmektedir.
"Ancak proteinler, hayattan yoksun kimyasal maddelerden başka
birşey değildirler. Şu olağanüstü sır
girmediği sürece de hayat belirtisi göstermezler. Fakat biz
bu sırrın mahiyetini kavrayamayız. Bu sonsuz
aklın işidir. ("Sonsuz Akıl" deyimi
felsefenin tortularından biridir. Adam bu deyimi
kullanıyor. Çünkü kendi kültürünün ürünüdür.
Müslüman ise yüce Allah'ı bizzat kendisinin
bildirdiği güzel isimlerden başkasıyla
isimlendirmez.) Sadece Allah bunun hikmetini kavrayabilir. (Bu
doğrudur.) Protein parçasını bu şekilde
haya-ta elverişli kılan, meydana getirip
şekillendiren sonra da üzerine hayat sırrını
döken O'dur...
İowa Üniversitesi'nden doktora sahibi, bitkilerin kalıtımsal
özellikleri konusunda uzmanlaşmış Michigan
Üniversitesi Fen Bilimleri profesörü İrwing William,
aynı kitapta yer alan `Materyalizm Tek Başına
Yetmez' adlı makalesinde şunları söylemektedir:
"Bilim, sayılması mümkün olmayan son derece
küçük atomların nasıl mey-dana geldiğini açıklayamıyor.
Oysa tüm maddeler bunlardan meydana gelmektedir. Aynı
şekilde bilim, bize sadece tesadüf düşüncesine
dayanarak bu atomların hayatı meydana getirmek için ne
şekilde biraraya geldiklerini de açıklayamaz.
Gelişmiş halleriyle tüm hayat şekilleri bugünkü
durumlarına rastgele sıçramaların,
birleşmelerin ve biraraya gelmelerin sonucu
ulaşmıştır teorisini ortaya atanlar için
şunu söyleriz. "Bu teori ancak körü körüne kabul
edilebilir. Çünkü mantık ve ikna temellerine
dayanmıyor." (Daha önce makalesinde Bernard Russel'ın
"hayatın tesadüf sonucu meydana geldiğine ve
mekanik bir zorunluluk olarak son bulacağına"
ilişkin sözlerine işaret etmişti.)
Texas Üniversitesi'nden doktora sahibi Bailore
Üniversitesi'nden biyoloji profesörü, uzman biyolog Albert
Mocamb Wındester, adı geçen kitapta yer alan `Bilim
Allah'a Olan İnancımı Güçlendirdi' adlı
makalesinde şunları söylemektedir: `Biyoloji bilimi
üzerine çok incelemeler yaptım. Bu bilim dalı,
hayatı incelemeyi ilgilendiren oldukça geniş bilimsel
bir alandır. Çünkü şu evrende yer alan Allah'ın
yarattıkları arasında, canlılardan daha
üstün bir varlık söz konusu değildir.
"Basit yonca bitkisine bakın. Yolun bir
kenarında yeşeriverir. Acaba insanların
yaptıkları üstün alet ve gereçler arasında ona
benzer üstünlükte birine rastlayabilir misin? Bu, canlı
bir makinadır. Gece gündüz kesintiye uğramaksızın
binlerce kimyasal ve doğal reaksiyon gerçekleştirir. Bütün
bu işlemler protoplazmanın kontrolünde gerçekleşir.
Protoplazma da tüm canlıların bileşiminde yer alan
bir maddedir."
"Bu kompleks canlı makina nereden geldi? Yüce Allah,
onu bu şekilde tek başına
yaratmamıştır. Ayrıca hayatı da
yaratmıştır. O'nu kendisini koruyabilecek
kapasitede ve nesilden nesile sürecek nitelikte kılmıştır.
Bu arada kendisini diğer bitkilerden ayırmamıza
yardımcı olan tüm özelliklerini ve ayrıcalıklarını
da kaybetmez. Canlılar arasındaki üreme konusunu
inceleyen biyoloji bilimi alanında yapılan incelemelerin
en üstünü sayılmaktadır. Aynı zamanda bu alan, yüce
Allah'ın gücünün en çok belirginleştiği bir
alandır da. Yeni bir bitkinin oluşmasını
sağlayan üreme hücresi oldukça küçüktür. Öyle ki,
mikroskop olmaksızın görülmesi mümkün değildir.
Hayret verici bir şeydir ki, bitkinin vasıflarından
herbiri, damarları, otları, gövde üzerinde uzanan
dalları, kökü ve yaprakları, hacimleri oldukça
küçük, mühendislerin kontrolü altında tamamlarlar
oluşumlarını. Bunlar bitkiyi meydana getiren hücrenin
içinde yaşamlarını sürdürebilirler. Bu
mühendisler topluluğu gen
taşıyıcıları kromozomlardır. ( Her
şeyi yaratan sonra da doğru yolu gösteren Allah'ın
izniyle ve varlık alemindeki bu hareketi meydana getiren
O'nun kaderiyle hareket ederler.)
Kur'an'ın akışındaki göz kamaştırıcı
güzelliğe dönmemiz için bu kadarı yeterlidir.
"İşte Allah budur."
Şu sürekli tekrarlanan, bilinmez bir sırdan ibaret
mucizenin, hayat mucizesinin yaratıcısı yüce
Allah'dır... Kulluk, boyun eğme ve emrine uymak
suretiyle dinine uyup boyun eğmeniz gereken biricik Rabbiniz
O'dur.
Nasıl olur da bu gerçeği görmezlikten geliyorsunuz?
Akılların, kalplerin ve gözlerin açıkça algılayabileceği
bu gerçekten nasıl yüz çevirirsiniz?
Hayatın ölülerden ortaya çıkarılması
mucizesi, -evrenin ilk yaratılması gibi Kur'an'da ilâhlık
gerçeğine yönlendirme söz konusu olduğu yerlerde
sıkça hatırlatılır. İbadet edilen ilâhın
tek oluşunun zorunluluğu sonucunu çıkarmak için,
yaratıcının tekliğine işaret eden
belirtileri de zikredilir. Böylece kullar, sadece O'nun ilâhlığına
inanmak, O'nun Rabblığına itaat etmek, kulluk
merasimlerini sadece O'na sunmak,hayatın bütünü için
uyulacak direktifleri yalnızca `O'ndan almak ve sadece O'nun
şeriatına boyun eğmek suretiyle yalnızca O'na
kulluk etmiş olurlar!
Ancak bu kanıtlar Kur'an-ı Kerim'de teolojik spekülasyonlar
ya da felsefi kuramlar şeklinde söz konusu edilmez. Çünkü
bu din, insan enerjisini soyut problemler ve felsefi kuramlar uğruna
harcamamak konusunda çok ciddidir. Onlara sağlıklı
bir düşünce kazandırmak suretiyle, gizli ve açık
hayatlarını doğrultmak için insanların düşüncelerini
doğrultmayı amaçlamaktadır.
Bu da insanları kullara kul olmaktan kurtarıp, tek
Allah'ın kulluğuna döndürmekle mümkündür. Dünya
hayatında ve günlük hayatın her alanında, boyun
eğmeyi Allah'a özgü kılmakla mümkündür.
İnsanları, ilâhlık hakkını kendisi için
iddia eden, böylece insan hayatı üzerinde hakimiyet kuran
diktatörlerin egemenliğinden çıkarmakla mümkün olur.
Aksi takdirde sahte ilâhlar ve sayısız Rabbler ortaya
çıkar. İnsanlar Allah'dan başkasına kullukta
bulundukları zaman da yeryüzünde fesat yaygınlaşır
ve hayat dejenere olur.
Bu noktada, hayat mucizesinin ardında şu
değerlendirménin yapıldığını görüyoruz:
"İşte Allah budur. Nasıl olur da bu gerçeği
görmezlikten geliyorsunuz?" Sizin üzerinizde Rabb olmayı
hakeden Allah budur. Rabb; eğiten, yönlendiren, efendi ve
hakim anlamlarına gelmektedir.
Bu nedenle Allah'dan başka birinin Rabb olmaması
gerekmektedir.