Müşrikler büyük bir inatla `Allah insanlardan bir
peygamber göndermemiştir, herhangi bir insana
vahyettiği bir kitap indirmemiştir' diye aptalca
diretiyorlardı. oysa Arap Yarımadası'nda Ehli
Kitap'tan yahudilerle komşuluk yapıyorlardı.
Üstelik onların Ehli Kitap olduklarını ve yüce
Allah'ın Musa'ya (selâm üzerine olsun) Tevrat'ı
indirdiğini inkâr etmiyorlardı. Sadece Peygamberimizin
(salât ve selâm üzerine olsun) peygamberliğini inkar etmek
için inatları ve diretmeleri yüzünden söylüyorlardı.
`Allah, herhangi bir insana bir şey indirmemiştir'
şeklindeki sözlerinden dolayı Kur'an-ı Kerim,
onları kınayarak karşılamaktadır. Bu
arada Kur'an onları, daha önce Musa'nın getirdiği
kitapla da yüzyüze getirmektedir.
Onlar "Allah hiçbir insana bir şey
indirmemiştir" derken, Allah'ı gereği gibi
tanıyamamışlardır.
Cahiliye döneminde Mekkeli müşriklerin söylediği
bu sözlerin benzerleri her zaman söylene gelmiştir. Bugün
de aynı sözleri söyleyenler bulunmaktadır. Bunlardan
kimisi, dinlerin, insanlar tarafından meydana
getirildiğini, insanların gelişmesi ve ilerlemesine
paralel olarak evrimleşip geliştiğini iddia
etmektedir. Ancak bu konuda, taraftarlarının yükselip
alçalmasına paralel olarak, yükselip alçalan ve tamamıyle
Allah'ın dininin dışında kalan eski, yeni tüm
putperest dinler gibi bizzat insan düşüncesinin ürünü
dinler ile peygamberlerin Allah'dan getirdiği dinler
arasında bir ayırım yapmazlar. Allah'ın dini
ilk temeli üzerinde hep kalıcı olmuştur. Her
peygamber onu insanlara duyurmuş, bir grup kabul ederken, bir
diğer grup da yüz çevirmiştir. Ardından
birtakım sapmalar ve bozulmalar baş göstermiştir.
İnsanlar tekrar cahiliyeye dönmüş, tek ve sürekli
dini getirecek yeni peygamberin gelmesini beklemeye koyulmuştur.
Bu sözü eskiden olsun, şimdilerde olsun, Allah'ı
gereği gibi değerlendiremeyenler lütfunu, iyiliğini,
rahmetini ve adaletini bilmeyenler söyler. Şöyle derler:
"Allah, insanlardan peygamber göndermez, şayet dilerse
bir melek indirir. Nitekim Araplar da aynı şeyleri söylüyorlardı.
Yahut, "Şu koca evrenin yaratıcısı, yeryüzü
dediğimiz şu boşlukta yüzen gezegende yaşayan
`küçücük' insana önem verip peygamber göndermez. Ayrıca
şu küçük gezegende yaşayan bu basit
yaratığın yolunu bulması için peygamberlere
de kitap indirmez' derler. Eskiyeni birtakım filozoflar bu tür
sözler söylemektedir. Yanut, "Bir tanrı
olmadığı gibi, vahiy ve peygamberin
varlığı da söz konusu değildir. Bütün
bunlar insanların kuruntularıdır. Ya da din
adı altında insanların birbirini
aldatmasıdır" derler. Nitekim dinsiz materyalistler
böyle söylemektedir.
Tüm bunlar yüce Allah'ı gereği gibi
değerlendirememenin sonucu bilgisizce söylenmiş sözlerdir.
oysa lütûf sahibi ulu, merhametli, adil, her şeyi bilen ve
hikmet sahibi olan Allah, insanı yarattığı,
gizlisini, açığını, enerji ve gücünü, zaaf
ve eksikliğini, doğru ve sağlıklı yahut
yanlış ve bozuk olup olmadığını öğrenmesi
için, düşünce ve fikir ile, söz ve davranışlarıyla,
sistem ve kurumlarıyla başvuracağı bir kritere
olan ihtiyacını bildiği için, onu tek başına
bırakmamıştır. Yüce Allah insanoğluna
verdiği aklın, ihtirasların,
azgınlıkların, eğilim ve arzuların
baskısıyla karşı karşıya
kaldığını da biliyordu. Bunun yanında, yüce
Allah
Surenin girişinde, bu ayetin Medine'de indiğine ve bu
ayete muhatap olanların yahudiler olduğuna ilişkin
sözlere değinmiştik. Sonra İbn-i Cerir Taberi'nin
tercih ettiği bir okuma biçimini hatırlatmıştık.
İbn-i Cerir, "O'nu parça parça kâğıtlar
halinde getirip işlerine geleni açıkladılar ve çoğunu
gizlediler" şeklinde okumuştur. Bu ayetin müşriklere
hitap ettiğini ve yahudilerden haber vermekte olduğunu
belirtmiştir. Onların Tevrat'ı, ellerinde oyuncak
haline getirdikleri sayfalara böldüklerini, davranışlarına,
sapıklık ve hilelerine uygun düşeni insanlara açıklayıp
hüküm ve farzlarla oynadıklarını ve kendi
tutumlarına uymayan Tevrat sayfalarını
gizlediklerini haber vermiştir. Yahudilerin bu
tutumlarının bir kısmını Araplar
biliyordu, bazısını da şu Kur'an
bildirmişti. O halde bu ayet, akış içinde bir ara
cümleciktir ve yahudilerden haber vermektedir. Yoksa onlara doğrudan
doğruya hitap etmemektedir. Bu durumda ayet Mekke'de
inmiştir, Medine'de değil. Biz de İbn-i Cerir'in bu
görüşünü tercih ediyoruz.
O halde söyle ya Muhammed (selâm üzerine olsun), yahudilerin
sayfalara bölüp bir kısmını gizleyip, bir
kısmını da bu iğrenç oyunlarının
ötesindeki arzularını gerçekleştirmek için açıkladıkları
Tevrat'ı, aydınlatıcı ve yol gösterici bir
kitap olarak Musa'ya kim indirmiştir. Böylece daha önce
bilmedikleri gerçekleri ve olayları anlatmak suretiyle yüce
Allah'ın, onlara öğrettiğini belirtmekle
karşılaması isteniyordu. O halde Allah'ın
nimetlerine şükretmeleri ve bu bilgileri yüce Allah'ın
peygamberine indirdiğini, O'na vahyettiğini inkâr etmek
suretiyle Allah'ı inkâr etmeye yeltenmemeleri gerekir.
Yüce Allah, bu soruya müşriklerin cevap vermesine
fırsat vermeden, peygamberine bu konuda kesin sözü
söylemesini ve inatçılıktan başka bir şey
olmayan tartışmalarına fırsat vermemesini
emretmektedir.
"Sen: `Allah' de. Sonra da onları
daldıkları bataklıkta bırak oynaya dursunlar..."
Onun, Allah tarafından indirilmiş olduğunu söyle.
Sonra da tartışmalarına, inatlaşmalarına
ve karşı çıkışlarına katılma.
Oyuna ve eğlenceye dalmış halleriyle bırak
onları. Bu ifadede, bir tehdit söz konusu olduğu gibi,
bir küçümseme, bir gerçeklik ve kararlılık da söz
konusudur. Çünkü insanlar bu tür laflar sarfedecek kadar boş
şeylere daldılar mı konuşmaya engel olmak,
tartışmayı kesmek ve lafın uzamasını
durdurmak daha yerinde bir davranış olacaktır.
Ayetlerin akışı yeni kitaba ilişkin bir
şey anlatarak sürüyor. İnkârcılar bu
kitabın Allah tarafından indirilmiş
olabileceğini kabul etmiyorlardı. Oysa bu kitap, daha
önce gelmiş kitapların bir halkası
konumundadır. Yoksa yüce Allah'ın, seçkin
peygamberlerinden dilediğine indirdiği kitaplardan
farklı bir şey değildir.
-Bu Kur'an, ana-kent Mekke ile bu kentin çevresinde yaşayanları
uyarasın diye sana indirdiğimiz, kendinden önceki
kutsal kitapları onaylayan mübarek bir kitaptır.
Ahirete inananlar bu kitaba da inanırlar. Onlar
namazlarını devamlı olarak ve özenerek kılarlar.
Yüce Allah'ın peygamberler göndermesi ve bu
peygamberlere kitap indirmesi, O'nun evrene yerleştirdiği
kanunlarından birisidir. Şu, Allah tarafından
indirilmiş olmasını kabul etmedikleri yeni kitap
da, ulu ve kutlu bir kitaptır. Şüphesiz Allah doğru
söylüyor. O, Allah'a andolsun ki, kutlu bir kitaptır. Bu
kitap, bereketin tüm anlamıyla bereketli, kutlu bir
kitaptır. Kaynağı bakımından kutludur. Yüce
Allah onu katından indirmekle kutsamıştır. Yüce
Allah'ın ona lâyık olduğunu bilerek indirdiği
yeri açısından kutludur. Burası Muhammed (salât
ve selâm üzerine olsun)'in temiz, şerefli ve ulu kalbidir.
Hacmi ve içeriği bakımından kutludur bu kitap.
Kuşkusuz bu kitap, kalınlık bakımından
insanların yazdığı kitaplara göre sayılı
sayfalar konumundadır. Ancak, her bölümünde öylesine
anlamlar, işaretler, etkenler ve direktifler içermektedir
ki, hacim ve yer bakımından ondan kat kat büyük olan
bu kitapların hiçbiri bu düzeye ulaşamaz. Gerek kendi
kendine, gerekse başka insanların yanında söz
sanatı üzerinde çalışanlar, kelimelerle
anlamları ifade etme konusuyla uğraşanlar, söz
sanatını incelemeyen, anlamları güzel bir
şekilde ifade etme konusuyla uğraşmayanlardan daha
iyi bir şekilde Kur'an'daki uyumun bu açıdan kutlu
olduğunu kavrarlar. Kur'an'ın ifadesinde yer alan
işaretleri, anlamları, ilham ve etkenleri bir
insanın bu kadar dar bir yerde değil, geniş bir
yerde bile ifade edemeyeceğini anlar. Bir tek ayet
manaları o kadar güzel bir şekilde ifade etmekte, gerçekleri
öylesine açıklamaktadır ki, insan sözlerinde eşine
rastlanmayacak olağanüstülükte açıklama ve direktif
yönünde çeşitli sanat dallarına örnek oluşturmaktadır.
Bu kitap etkisi açısından da kutludur. Doğrudan
doğruya insan fıtratına ve oluşumuna oldukça
tatlı, latif ve etkileyici bir tarzda hitap etmektedir. Her
alanda, her alışkanlıkta ve her eğilimde
karşısına çıkmakta ve hiçbir konuşmacının
sözlerinin yapamayacağı etkiyi yapmaktadır.
Çünkü bu kitapta, yüce Allah'ın verdiği bir etkileme
gücü vardır. Başka bir konuşmacının sözlerinde
ise böyle bir etki söz konusu değildir.
Bu kitabın kutluluğunu anlatmak için, bundan daha
fazla bir şey söyleme imkânına sahip değiliz. Söylesek
bile bu, yüce Allah'ın bu kitabın; `kutlu' bir kitap
olduğuna ilişkin şahitliğinden fazla bir
şey söyleyemeyiz. Her şeyi olduğu gibi bildiren
kesin söz budur çünkü.
"Kendinden önceki kutsal kitapları onaylayan...
Bu kitap, kendinden önce Allah katından indirilen
kitapları doğrulamaktadır. Ancak
bozulmamış şekliyle, yoksa kilise kongrelerinin
tahrif edip sonra da bu Allah katından gelmiştir
dedikleri gibi değil, Kur'an kendinden önceki kitapları
doğrulamaktadır. Çünkü onlar da Kur'an'ın
getirdiği inancın temellerine ilişkin gerçekleri
getirmişlerdir. Şeriatlara gelince, her ümmete büyük
akide sınırları içinde ayrı bir şeriat
ve ayrı bir hayat sistemi belirlenmiştir.
İslâm'a ilişkin yazılar yazıp,
Allah'ın birliğine ilişkin eksiksiz bir inanç
getiren, ya da peygamberler ve peygamberlik gerçeği
hakkında tam bir akide belirleyen veya ahiret, hesap ve ceza
konusunda en gelişmiş inancı getiren ilk dinin
İslâm olduğunu söyleyenler... Bununla da İslâm'ı
övmeyi amaçlayanlar... Evet bu adamlar hiç Kur'an okumamışlar
demektir. Şayet Kur'an'ı okumuş olsalardı, yüce
Allah'ın tüm peygamberlerin (selâm üzerlerine olsun)
hiçbir şekilde şirke bulaşmamış saf ve
mutlak tevhid inancını getirdiklerini söylediğini
öğrenirlerdi. Tüm peygamberlerin (selâm üzerlerine olsun)
insanlara peygamberin gerçek özelliklerini, onun bir insan olduğunu,
ne kendisine ne de onlara bir yarar ya da zarar
dokunduramayacağını, gaybı bilmediğini,
hiç kimsenin rızkını kısmak ya da
genişletmek gibi bir yetkiye sahip
olmadığını, her peygamberin kavimlerini ahiret
gününde gerçekleşecek hesaplaşma ve amellere
karşılık biçme konusunda uyardıklarını
görürlerdi. Aynı zamanda İslâm inancının
diğer temel gerçeklerinin de her peygamber tarafından
duyurulduğunu, son gelen kitabın kendinden önceki
kitapların getirdiği gerçekleri doğruladığını
da bilmiş olurlardı. Bu sözler, aralarında semavi
dinler de olmak üzere dinlerin temel ilkelerinin toplumların
gelişme ve ilerlemesine paralel olarak gelişip
ilerlediğini iddia eden Avrupa kültürünün etkisiyle
söylenmiş sözlerdir. Kur'an'ın belirlediği temel
ilkeleri yıkmakla, İslâm'ı savunmak mümkün değildir.
Dolayısıyla yazar ve okurların bu tehlikeli
saplantıdan sakınmaları gerekmektedir.
Bu kitabın indiriliş hikmetine gelince, Peygamberin
(selâm üzerine olsun) onunla Mekkelileri (Şehirlerin
anası konumundaki bu şehrin halkını) ve
çevresindekileri uyarması içindir.
Bu Kur'an, ana-kent Mekke ile bu kentin çevresinde yaşayanları
uyarsın diye sana indirdiğimiz.
Mekke'ye şehirlerin anası anlamında `Ummul Kura'
denmektedir. Çünkü Mekke, ortaksız tek Allah'a kulluk
yapmaları amacıyla insanlar için. kurulmuş ilk evi
içinde barındırmaktadır. Burası insanlar ve tüm
canlılar için güvenlikte oldukları bir
sığınaktır. Tüm yeryüzünde yaşayanlara
yönelik genel davet buradan çıkmıştır. Daha
önce bu şekilde tüm yeryüzünü kapsayan genel bir davet
söz konusu olmamıştı. Bu davaya inananlar,
davanın çıktığı eve dönmek için burayı
ziyaret ederler.
Kuşkusuz, amaç, oryantalistlerden İslâm düşmanlarının
birtakım hilelerle ileri sürdükleri gibi, İslâm'a çağrı
olayın Mekkeliler ve çevrelerindeki kişilerle
sınırlı olduğunu söylemek değildir.,
Onlar bu ayeti Kur'an'ın bütününden koparmak istiyorlar.
Tabii ki Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) ilk başta
Mekke ve çevresindeki şehirlerin dışında
kalanları İslâm'a çağırmayı amaçlamadığına
ilişkin iddialarını doğrulamak için. Onlara
göre, peygamber ilk başta bundan daha genişini hayal
edemediği, bu dar alanda çabalamış giderek tüm
Yarımadaya çağrısını
yaymıştır. İşin başında
bilmediği tesadüfler sonucu bunu planlamaya başlamıştır.
Ancak bunu Medine'ye hicretinden ve orada devletini
kurmasından sonra gerçekleştirmiştir. Elbette
yalan söylüyorlar. Çünkü Kur'an'ın Mekke'de inen
kısmında, daha İslâm'a davetin ilk yıllarında
yüce Allah, peygamberine şunları söylemektedir:
"Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiya
Suresi: 107) "Biz seni bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı
olarak gönderdik." (Sebe Suresi: 28) Üstelik İslâm
devleti o gün için çeşitli sıkıntı ve
işkencelerle kuşatılmış bir halde Mekke
vadisiyle sınırlıydı.
Ahirete inananlar bu kitaba da inanırlar. Onlar
namazlarını devamlı olarak ve özenerek kılarlar.
Ahirete ve o günde gerçekleşecek hesaplaşma ve
amellere karşılık biçme olayına inananlar, yüce
Allah'ın peygamber göndermesinin ve bu peygambere vahiy
indirmesinin zorunlu olduğuna da inanırlar. Bu nedenle
onu doğrulamak için içlerinde bir sıkıntı
duymazlar. Aksine onu doğrulamaya zorlayan bir etken bulurlar
içlerinde. Nitekim onlar, ahirete ve bu kitaba olan inançlarından
dolayı, Allah'la sürekli ve sağlam bir bağ kurmak
ve namazda somutlaşan O'na boyun eğmeyi yerine getirmek
için namazlarını kılarlar. İnsan ruhunun
özelliğidir bu. Ne zaman ahireti doğrulasa ve ona içten
inansa, o zaman bu kitabi ve onun indirilişini de
doğrular. Allah'la ilişki kurmaya ve O'nun emrini yerine
getirmeye özen gösterir. İnsan ruhunun bazı örnekleri
incelenecek olursa, bu doğru sözlerin realitede doğrulandığı
da görülecektir.
KORKUTUCU BİR SAHNE
Birbirine bağlı bölümlerden oluşan bu gezinti,
canlı, sürekli, hareketli, iç karartıcı ve
ürpertici bir sahneyle son buluyor. Zalimlerin yer aldığı
bir sahne...Yani, Allah'a yalan iftira eden, ya da gerçekle
ilgisi bulunmayan bir iddiayla vahiy aldıklarını söyleyen
veya bu Kur'an'ın benzeri bir kitap getirebileceklerini iddia
eden müşrikler... Ölmek üzere bulunan, meleklerin azap
ederek ellerini uzattıkları ve canlarını almak
istedikleri bu zalimlerin -ki bu zulümleriyle karşılaştırılacak
bir zulüm söz konusu değildir- yer aldığı
sahne...her şeyi arkalarında bırakmış,
Allah'a ortak koştukları da kaybolmuşken,
azarlanıp duruyorlar...