TEVHİD VE İNSAN FITRATI
74- Hani İbrahim, babası Azer'e dedi ki; "Sen
putları ilâh mı ediniyorsun? Ben gerçekten gerek senin
ve gerekse kavminin açık bir sapıklık içinde olduğunuzu
görüyorum.
75- Biz İbrahim'e göklerin ve yerin görkemli egemenlik
mekanizmasını böylece gösteriyorduk ki, o kesin
inançlılardan olsun.
76- Gece karanlık basınca bir yıldız gördü
ve "Rabbim budur" dedi. Fakat yıldız
batınca "Batanları sevmem " dedi.
77- Arkasından ayı doğarken görünce "Rabbim
budur dedi. Fakat o da batınca "Eğer Rabbim beni
doğru yola iletmeseydi, kuşkusuz sapıklardan biri
olurdum " dedi.
78- Daha sonra güneşi doğarken görünce "Rabbim
budur, bu daha büyüktür" dedi. Fakat o da batınca
"Ey kavmim, ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz
putlardan uzağım. "
79- Ben yüzümü, dosdoğru bir şekilde, gökleri ve
yeri yoktan var edene yönelttim, ben O'na ortak koşanlardan
değilim.
Kur'an akışının bu ayetlerde gözler
önüne getirdiği sahne, gözleri kamaştıran
olağanüstü bir sahnedir. İlk aşamada, putlara
ilişkin cahiliye düşüncelerini reddeden ve onlardan
tiksinen fıtratın sahnesidir bu. Üzerindeki bu
hurafeleri silkeleyince içten gelen coşkun bir istekle
vicdanında bulduğu gerçek ilâhını
arıyor. Bu düşünce henüz anlayışında
ve belleğinde açıklığa
kavuşmamıştır. Gizli bir coşkuyla
parlayan her şeyle ilgi kurup bunun ilâhı
olabileceğini düşünüyor. Fakat iyice araştırdıktan
sonra bunların gelip geçici şeyler olduğunu
anlıyor. Çünkü içinde gizli ilahlık gerçekliğini
ve uluhiyet sıfatlarıyla bir benzerliklerini görememiştir.
Sonra bu fıtrat içinde parlayan ve iyice belirginleşen
bir gerçeğin farkına varıyor. Büyük bir
sevinçle ve bu gerçeğin coşkusuyla dolup
taşıyor. Daha önce kendi kavrama yeteneğiyle
belirlediği, içindeki gerçeğe uygun gerçeğe
ulaşmanın büyük coşkunluğuyla duyuruyor
inancını. İbrahim'in (selâm üzerine olsun)
gönlünde belirginleşen bu sahne, olağanüstü ve göz
kamaştırıcı bir sahnedir. Kur'an'ın
akışı bu büyük deneyimi şu kısacık
ayetlerde ifade edip geçiyor. Bu, fıtratın hak ve
batıl karşısındaki tutumunun hikâyesidir.
Müminin ilân ettiği ve bu konuda hiçbir kınayıcının
kınamasından çekinmediği inancın hikâyesidir.
Bu konuda babaya, aileye, aşirete ve ulusa hoş görünmek
gibi bir endişesi yoktur. İbrahim'in (selâm üzerine
olsun) babasına ve kavmine karşı
takındığı şu katı, kesin ve net
tutum gibi.
Hani İbrahim, babası Azer'e dedi ki; "Sen
putları ilâh mı ediniyorsun? Ben gerçekten gerek senin
ve gerekse kavminin açık bir sapıklık içinde olduğunuzu
görüyorum."
Bu, İbrahim'in diliyle konuşan fıtratın
kendisidir. Çünkü İbrahim henüz idrakiyle, kavrama yeteneğiyle
ilâhını bulmamıştı. Ancak onun
bozulmamış fıtratı daha baştan kavminin
kullukta bulunduğu putların ilâh olabileceklerini
reddetmişti. -Irak Keldanileri olan İbrahim'in kavmi,
putlara kullukta bulundukları gibi gezegenlere,
yıldızlara da taparlardı.- Çünkü kullukta
bulunan, zorluk ve rahatlıkta kulların kendisine yöneldiği,
insanları ve tüm canlıları yaratan ilahın...
Evet İbrahim'in fıtratına göre bu ilahın
taştan bir heykel ya da ağaçtan bir put olması mümkün
değildi. Madem ki yaratan, yarattıklarının
rızkını veren, her şeyi işiten ve
karşılık veren bu heykeller değildir,-ki
durumları da bunun açıkça göstermektedir.- O halde,
kullukta bulunulmayı hak etmemişlerdir ve gerçek ilâh
ile kulları arasında aracı şeklinde de olsa ilâh
edinilemezler.
O halde daha ilk karşılaşmada İbrahim'in (selâm
üzerine olsun) fıtratının hissettiği açık
bir sapıklıktır bu. Ayrıca bu, yüce Allah'ın
insanları yarattığı fıtratın
eksiksiz bir örneğidir. Sonra bu, açık bir
sapıklıkla yüzyüze geldiğinde onu reddedip
tiksinen, sorun inancı ilgilendirince de gerçek sözü açıklayıp
duyuran mükemmel fıtrata da bir örnek oluşturmaktadır.
"Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Ben gerçekten
gerek senin ve gerekse kavminin açık bir sapıklık
içinde olduğunuzu görüyorum."
Bunlar, İbrahim'in (selâm üzerine olsun) babasına söylediği
sözler. Oysa İbrahim son derece yufka yürekli, halim,
güzel ahlâklı, hoşgörülü ve yumuşak biridir.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de bu nitelikleri
sıralanmaktadır. Ancak burada inanç söz konusudur.
İnanç da babalık ve oğulluk
bağlarının çok çok üstündedir. Yumuşaklık
ve hoşgörü duygularının ötesinde bir olaydır.
İbrahim de, yüce Allah'ın, soyundan müslümanların
uymasını emrettiği bir önderdir. Hikâyenin burada
anlatılması da insanlar için bir örnek, bir numune
olması amacına yöneliktir.
Böylece İbrahim (selâm üzerine olsun) fıtratının
arılığı ve gerçeği aramadaki içtenliği
nedeniyle yüce Allah'ın kendisi için evrende gizli sırları
ve varlık aleminde doğru yolu gösteren kanıtları
ortaya çıkarmasını hakediyor.
Biz İbrahim'e göklerin ve yerin görkemli egemenlik
mekanizmasını böylece gösteriyorduk ki, o kesin
inançlılardan olsun.
Şu bozulmamış fıtrat ve açık basiret
gibi, hakka karşı böylesine bir içtenlik ve bu derece
şiddetle batıldan tiksinme üzerine İbrahim'e bu mülkün,
göklerin ve yerin mülkünün gerçek mahiyetini gösterdik.
Evrenin planında gizli sırlardan haberdar
kıldık. Varlık sayfalarına
serpiştirilmiş işaretleri ortaya çıkardık.
O'nun kalbi ve fıtratı ile şu olağanüstü
evrende yer alan imana yönelik mesajlarla doğru yolu gösteren
kanıtları birbirine bağladık. Böylece O'nu,
sahte tanrılara kulluk yapmayı reddetme
aşamasından gerçek ilahı benimseme
aşamasına yükselttik.
İşte fıtratın derin ve yalın yöntemi
budur. Bu, birikintilerin yozlaştıramadığı
bilinçtir. Evrendeki yüce Allah'ın harikulade
sanatını düşünen basirettir bu. Görülen
alemleri, içlerindeki sırları dile getirene kadar
derinliğine incelemektir. Bu, O'nun uğruna çaba
sarfetmenin mükâfatı olarak yüce Allah'ın doğru
yolunu göstermesidir.
İşte İbrahim (selâm üzerine olsun) bu
şekilde yoluna devam edip Allah'ı bulmuştur. Daha
önce fıtratında ve vicdanında bulduktan sonra düşünce
ve bilincinde de bulmuştur. Düşünce ve bilincinde
bulduğu ilâhlık gerçeği fıtrat ve vicdanda
yer eden gerçekle bir uyum arzetmiştir.
O halde İbrahim'in (selâm üzerine olsun) bozulmamış
fıtratıyla zorlu bir yolculuğa çıkalım.
Kuşkusuz bu, son derece korkulu bir yolculuktur, ilk
başta rahat ve kolay görünse de. Fıtrî iman noktasından
bilinçli iman noktasına uzanan bir yolculuktur bu. Bu,
birtakım farzların ve hükümlerin yükümlülüğü
gerektiren imandır. Bu noktada yüce Allah, halk kitlelerini
sadece akılları ile başbaşa
bırakmamıştır. Peygamberlerin getirdiği
mesajlarla açıklama yönüne gitmiştir. İnsan
fıtratını veya insan aklını değil
de, peygamberliği insanlar için bir gerekçe kılmıştır.
Hesaba çekilmenin ve cezalandırılmanın nedeni
budur. Bu, yüce Allah'ın adaletinin, rahmetinin, insanlardan
haberdar olmasının, onları bilmesinin
gereğidir.
İbrahim'e gelince, o, İbrahim'dir. Rahmanın
dostu, müslümanların babasıdır.
-Gece karanlık basınca bir yıldız gördü
ve "Rabbim budur" dedi. Fakat yıldız
batınca "Batanları sevmem" dedi.
Bu, İbrahim'in ruhunun bir portresidir.
Babasının ve kavminin kullukta bulunduğu putlara
karşı içinde bir kuşku hatta, kesin bir
karşı çıkış belirmişti. İnanç
sorunu fikrini meşgul etmiş, tüm dünyasını
doldurmuştu. "Üzerine gece basınca" deyimi bu
tabloyu daha bir somutlaştırmaktadır. Sanki gece
sadece onu bürümektedir. Ve sanki onu çevresindeki insanlardan
koparmaktadır. Ta ki, kendi ruhu, duyguları, düşünceleri,
fikrini uğraştıran, hafızasını
dolduran yeni ilgisiyle başbaşa kalabilsin...
Gece karanlık basınca bir yıldız gördü ve
"Rabbim budur" dedi.
Daha önce de belirttiğimiz gibi İbrahim'in (selâm
üzerine olsun) kavmi yıldızlara ve gezegenlere kullukta
bulunurlardı. Bir bilinç ya da kavrama söz konusu olmaksızın,
fıtratında bulduğu gerçek ilâhının bu
putlardan bir put olmasını imkânsız görünce,
kavminin kulluk yaparak yöneldiği bir şeyde gerçek
ilâhını bulabileceğini düşünmüştü.
Ulusunun gezegenlere, yıldızlara kulluk yaparak yöneldiklerini
ilk görmesi değildi bu. Yıldızları da ilk
defa görüyor değildi. Ancak -o gece- yıldız, daha
önce konuşmadığı bir dille konuşuyordu,
fikrini meşgul eden, dünyasını dolduran problemin
uyandırdığı duygulara benzer işaretler
getiriyordu hatırına.
"Rabbim budur" dedi.
Çünkü yıldız, parlaklığı, çekiciliği
ve yüksekliğiyle putlardan daha çok Rabb olmaya yakındır.
Ama hayır... Yıldız O'nun zannını
yalanlıyor.
"Fakat yıldız batınca, `Batanları
sevmem' dedi."
Yıldız kayboluyor. Yaratıklara görünmez
oluyor. O halde kim onları gözetecek, işlerini kim düzene
koyacak, Rabb kaybolduktan sonra? Yok, bu Rabb olamaz. Çünkü
Rabb kaybolamaz.
İşte fıtratın yakın ve yalın
mantığı budur. Mantıksal önermelere,
diyalektik varsayımlara danışmaz, rahatça, net ve
doğrudan doğruya hareket eder. Çünkü insanlığın
varlığı içten ve kesin bir şekilde bunu dile
getirmektedir.
"Batanları sevmem"...
Fıtrat ile ilâhın arasındaki bağ, sevgi
bağıdır. Aradaki ilişki, kalp
ilişkisidir. Bu nedenle İbrahim'in (selâm üzerine
olsun) fıtratı, batanları sevmiyor, onlardan ilâh
edinmiyor. Çünkü fıtratın sevdiği ilâh,
kaybolmaz, batmaz...
-Arkasından ayı doğarken görünce, "Rabbim
budur" dedi. Fakat o da batınca "Eğer Rabbim
beni doğru yola iletmeseydi, kuşkusuz sapıklardan
biri olurdum" dedi.
Deneme bir daha tekrarlanıyor. Sanki İbrahim, daha
önce hiç ayı görmemişti, ailesinin ve kavminin aya
ibadet ettiğini bilmiyordu. Bu gece onun nazarında ay,
yeni gördüğü bir şeydir.
"Rabbim budur" dedi.
Varlık alemine akıttığı
aydınlığı, sevimli
ışığıyla gökte belirginleşmesiyle...
Fakat kayboluyor... Oysa Rabb -İbrahim'in fıtratı
ve kalbiyle bildiği gibi- kaybolmaz, batmaz...
Bu noktada İbrahim (selâm üzerine olsun) vicdanında
ve fıtratında bulduğu gerçek ilahının
yardımına muhtaç olduğunu anlıyor.
Sevdiği ve fakat henüz idrakinde ve bilincinde bulmadığı
Rabbinin... Şayet Rabbi ona doğru yolunu göstermeyecek
olursa, O'na elini uzatmayacak olursa ve yolunu göstermeyecek
olursa, sapıtıp yolunu yitireceğini anlıyor.
"Eğer Rabbim beni doğru yola iletmeseydi,
kuşkusuz sapıklardan biri olurdum" dedi.
-Daha sonra güneşi doğarken görünce "Rabbim
budur, bu daha büyüktür" dedi. Fakat o da batınca
"Ey kavmim, ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz
putlardan uzağım."
-Ben yüzümü, dosdoğru bir şekilde, gökleri ve
yeri yoktan var edene yönelttim, ben O'na ortak koşanlardan
değilim.
Bu, gözle görülen cisimlerin en büyüğü,
ışık ve sıcaklık bakımından en
zorlusuyla geçirilen üçüncü bir denemedir. Güneş... Güneş
her gün doğar ve batar.. Ancak bugün İbrahim'in gözüne
yeni yaratılmış gibi görünmektedir. Çünkü
İbrahim (selâm üzerine olsun) bugün eşyaya, ilâhından
haberdar olan, ona güvenen, onunla tatmin olan, uzun bir
şaşkınlık, kararsızlık ve çabadan
sonra kalıcı bir temele varan benliğiyle
bakmaktadır.
"Rabbim budur, bu daha büyüktür" dedi.
Ancak o da kayboluyor.
İşte bu noktada arzu gerçekleşiyor,
kıvılcım alevleniyor. Bozulmamış
dosdoğru fıtrat ile gerçek Allah'ı arasında
buluşma meydana geliyor. Gönül nurla dolup taşıyor,
görülen evreni, insan aklını ve bilincini
kaplıyor. Burada İbrahim (selâm üzerine olsun) ilâhını
buluyor. O'nu fıtratında ve vicdanında bulduğu
gibi bilincinde ve idrakinde de buluyor. İşte bu noktada
gizli fıtrî algılama ile açık aklî düşünce
arasında bir uygunluk gerçekleşiyor.
İbrahim (selâm üzerine olsun) burada ilâhını
buluyor. Ancak, parlayan yıldızda, doğan ayda ya da
yükselen güneşte değil. Gözlerin görebildiği,
duyu organlarının algıladığı hiçbir
şeyde bulmuyor. Gözlerin gördüğü, duyu organlarının
algıladığı ve aklın
kavradığı her şeyin yaratıcısı
olarak görüyor. O'nu gönlünde, fıtratında,
aklında, bilincinde ve çevresindeki tüm varlıklarda görüyor.
Gözlerin gördüğü duyu organlarının
algıladığı ve akılların
kavradığı her şeyin yaratıcısı
olarak buluyor.
Bu durumda, kullukta bulundukları sahte ilâhlardan
ötürü kendisiyle kavmi arasında içinde kesin bir ayrılığın
farkına varıyor. Hiçbir ödün vermeksizin yönelişlerinden,
hayat metodlarından ve yaşadıkları
şirkten kesin bir şekilde uzaklaşıyor.
-İbrahim'in kavmi, Allah'ı doğrudan doğruya
inkâr etmiyordu, ancak bu sahte Rabbleri ortak koşuyorlardı-
İbrahim de sadece ortaksız Allah'a yöneliyordu.
"Ey kavmim, ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz
putlardan uzağım." Ben yüzümü, dosdoğru bir
şekilde, gökleri ve yeri yoktan var edene yönelttim, ben
O'na ortak koşanlardan değili
m.
Bu, gökleri ve yeri yaratana yöneliştir. Şirke
sapmayan tevhidi bir yöneliştir. Bu, kesin bir söz,
pürüzsüz bir inanç ve son yöneliştir. Bundan sonra,
vicdanda yer alan gerçeğe uygun düşen bu gerçeğin
akılda iyice belirginleşmesinden sonra,
kararsızlığa, tereddüte yer yoktur.
HZ. İBRAHİM'İN KAVMİYLE TARTIŞMASI
Bu göz kamaştırıcı, olağanüstü
sahneyi bir kere daha seyrediyoruz. Tam manasıyla açığa
kavuştuktan ve üzerine çökmüş karanlıktan
kurtulduktan sonra, gönülde beliren ve kalbi bürüyen inanç
sahnesi... İnsanın bünyesini tamamen doldurup geride
hiçbir şey bırakmadığını
seyrediyoruz. Kalbinde, aklında ve çevresindeki varlıklarda
bulduğu yüce Rabbinden kaynaklanan güven duygusu akmaktadır
içine. Bu sahne, ayetlerin akışında yer alan
aşağıdaki bölüm= de bütün göz kamaştırıcılığı
ile, bütün güzelliği ile belirginleşmektedir.
Kuşkusuz İbrahim (selâm üzerine olsun) vicdanında,
aklında ve çevresindeki varlıklarda yüce Allah'ı
görecek duruma gelmişti. Kalbi mutmain olmuş, fikri
durulmuştu. Yüce Allah'ın elinden tutup yol boyunca
adımlarını yönlendirdiğini hissediyordu.
Şimdi de kendi ulusu gelmiş, onunla,
vardığı kesin sonuç ve gönlünü açan tevhid
konusunda tartışmağa kalkışıyor. O
ise, ulusunu, kesin kararlılığı, derin
inancı ve kendisini doğru yola ileten gerçek Rabbinin
gizli açık görüşüyle karşılıyor.