"De ki... Surede tekrarlanan vurgusu güçlü bir
kelimedir. Bu işin bütünüyle Allah'a ait olduğu,
peygamberin sadece bir uyarıcı ve bir tebliğci
olduğu anlamını belirginleştiriyor.
Ayrıca bu işin üstünlüğüne, yüceliğine ve
dehşet verici oluşuna, peygamberinse, sadece bu görevi
yerine getirmek üzere Rabbi tarafından seçilmiş biri
olduğuna işaret etmektedir.
De ki; "Allah'ı bırakıp bize ne yarar ve ne
de zarar dokunduramayan putlara mı yalvaralım?
Onlara söyle ya Muhammed, Allah'dan başkasına dua
edişlerini, yardım dileyişlerini, kendilerine bir
yarar ya da zarar dokundurmaya güçleri yetmedikleri halde
hayatlarının yönlendirilmesini Allah'dan başka
kimselere teslim edişlerini açıkça anlat. Yalvardıkları
bu şeylerin, put, heykel, taş, ağaç, ruh, melek.
şeytan ya da insan olması fark etmez. Bunların
hepsi yarar ya da zarar dokundurmak bakımından
eşittirler. Yarar ve zarar noktasında son derece
zayıftırlar. Çünkü meydana gelen her hareket Allah'ın
belirlediği bir kader doğrultusunda meydana gelmektedir.
Allah'ın izin vermediği hiçbir şey meydana gelemez.
O'nun takdirinden ve olaylara ilişkin hükmünden başkası
meydana gelemez.
Allah'dan başkasına dua edişlerini, kullukta
bulunmalarını, O'ndan başkasından yardım
dilemelerini ve boyun eğmelerini kınayarak anlat. Bu
uygulamayı ve bu yönelişi kötüle. Bu, ister müşriklerin
tanrılarına yönelik kulluklarına
katılması halinde kendilerinin de O'nun rabbine yönelik
ibadetlerine katılacaklarına ilişkin önerilerini
reddetmek için söz konusu edilmiş olsun, ister daha
baştan müşriklerin durumlarını kınamak
ve Resulullah (Allah'ın selâmı üzerine olsun) ve
müminler tarafından uygulanacak kesin ayrılık ve
farklılığı açıklamak amacıyla olsun
fark etmez. Çünkü gözetilen hedef, her iki durumda da birdir.
İyice kökleşmiş kalıntılardan ve
toplumun yaygın geleneğinden uzak kalabilmiş insan
aklına aydınlık bir ortamda sunulduğunda
reddedecektir bu iğrençliği kuşkusuz.
Yaptıklarının kötülüğünü somutlaştırmak
ve iğrençliğini iyice belirgin hale getirmek için,
yüce Allah'ın müslümanları onunla yalnızca
kendisine ibadet etmeye, sadece kendisini ilâh edinmeye ve
hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ona boyun
eğmeye yönelttiği ilkelerin
ışığında, bu inançları gözler
önüne serilmektedir:
"De ki; Allah'ı bırakıp bize ne yarar ve ne
de zarar dokunduramayan putlarını yalvaralım?
Bu, topuklar üzerinden geriye dönmektir. Arkaya dönüştür.
Hem de ilerleme kaydettikten ve yüceldikten sonra...
Ardından şu belirgin, hareketli,
duygulandırıcı ve etkin sahne yer almaktadır:
Tıpkı arkadaşları tarafından "bize
gel" diye doğru yola çağrıldığı
halde şeytanlar tarafından ayartılıp çöl
ortasında şaşkın bırakılan kimse
gibi mi olalım?
Tevhide inandıktan sonra Allah'a ortak koşmaya
başlayan, kalbini bir tek ilaha kulluk yapmakla kullardan
oluşan sayısız tanrılara kulluk yapmak
arasında parçalayan kimsenin sapıklığını,
şaşkınlığını anlatan hareketli
ve gerçekleri olduğu gibi gözler önüne getiren bir
sahnedir bu. Bu kişinin duyguları hidayetle
sapıklık arasında bölünmüş durumdadır.
Bu yüzden uçsuz bucaksız boşluğa yuvarlanıp
gidiyor. İşte bu, "Yeryüzünde
şeytanların aldattığı" yoldan çıkmış
bu zavallı yaratığın sahnesidir. `İstehve'
kelimesi bizzat taşıdığı anlamı
tasvir etmektedir. Keşke bir tarafa yönelişinde de buna
uymuş olsaydı. Sapıklık yolunda bile olsa bir
tek hedef gözeten kişilerinki gibi bir yönelişi
olabilseydi. Ancak öte tarafta doğru yolda bulunan
arkadaşları yer almaktadır. Onu doğru yola çağırmakta,
`bize gel' diye seslenmektedirler. O ise, bu çağrı ile
aldatma arasında şaşkın bir durumdadır.
Nereye yöneleceğini bilmiyor. İki gruptan hangisine
uyacağını kestiremiyor.
Somutlaştırılan, hareket ettirilen psikolojik
bir azaptır bu. İfade içinde bile nerdeyse duyumsanacak
ya da dokunulabilecek kadar belirgindir.
Bu ayeti her okuduğumda, bu sahneyi ve içerdiği
şaşkınlık, kararsızlık ve bir yerde
duramama azabını düşünürdüm. Fakat sadece düşünürdüm.
Ta ki, içinde bu konumun somutlaştığı ve bu
azabın belirginleştiği gerçek durumları görene
kadar. Allah'ın dinini tanıyıp tadına
vardıktan sonra -bu tanımanın ve tatmanın düzeyi
ne olursa olsun- dinden dönüp sahte tanrılara kul olan
insanların korku ve ihtirasın baskısı
altındaki durumlarını görüp böylesine acı
bir felâketi yaşadıklarını anlayınca, bu
durumun neyi ifade ettiğini ve bu ibarenin ne anlama
geldiğini anlamış oldum.
Bu, canlı, olayları somutlaştıran,
hareketli ve duygulandırıcı sahnenin gölgesi,
gönülleri bu yok edici sonucun korkusuyla doldururken, kalıcı
ve doğru yönelişe ilişkin kesin bir açıklama
yer almaktadır:
De ki; "Doğru kılavuzluk Allah'ın
kılavuzluğudur, bize alemlerin Rabbine teslim
olmamız emredildi."
Kuşkusuz bu, uygun psikolojik koşullarda yer alan
kesin ve net bir açıklamadır. Çünkü, sakin ve azgın
bir portresi çizilen gönül ve bir türlü dinmeyen bu
şaşkınlığın verdiği acı
azap bu kesin açıklamayı rahatlık ve teslimiyetle
kabullenmeye en yakın ortamdır...
Sonra bu kesin açıklamada bir gerçek yer almaktadır:
De ki; "Doğru kılavuzluk, Allah'ın
kılavuzluğudur.
Doğru kılavuzluk sadece odur. Nitekim cümlenin açıklayıcı
yapısı da bunu ifade etmektedir. Bu yüzden de ondan kuşku
duyulmaz.
Kuşkusuz insanlık, bu yoldan
ayrıldığı ya da bir kısmından
saptığı, kendi düşünce ve sözlerinden,
sistem ve kurumlarından, şeriat ve kanunlarından,
değer ve ölçülerinden herhangi bir şeyi, bir `bilgi'ye
ya da `kılavuza' yahut `aydınlatıcı bir kitaba'
dayanmaksızın onun ilkelerinden birinin yerine
koyduğu zaman ıssız çöllerde kaybolup gider.
Yeryüzünde halifelik görevini yerine getirmede ve bu hayatı
daha da ileri götürmede yararlanması için Allah tarafından
insanoğluna, evrenin bazı kanunlarını bilme ve
bazı enerji ve güç kaynaklarını ortaya çıkarma
gücü bahşedilmiştir. Ancak yine bu insana, evrende yer
alan mutlak gerçekleri derinliğine algılama ve
aralarında kendi aklı ve ruhunun bilinmezliği hatta
bedeninin görevi, bu görevin ötesinde kendisini bu şekilde,
bu düzenlilik ve yönelişle çalışmaya yönelten
nedenlere ilişkin bilinmezlik de olmak üzere her taraftan
kendisini saran gaybın sırlarını kavrama
yeteneği bahşedilmemiştir.
İşte bu yüzden `insanoğlu', kendi
varlığı ve hayatına özgü inanç, ahlâk,
ölçü, değer, sitem ve kurum, bu varlığa hükmedip
pratik hayatını düzenleyen şeriat ve kanun
noktasında her zaman yüce Allah'ın yol göstericiliğine
muhtaçtır.
İnsan ne zaman Allah'ın hidayetine yönelmişse
doğru yolu bulmuştur. Çünkü gerçek yol göstericilik
Allah'ın yol göstericiliğidir. Ne zaman da bütünüyle
uzaklaşır veya kimi noktalarda yoldan çıkarsa,
kendi kendine uydurduğu bazı şeyleri onun yerine geçirmeye
kalkışırsa sapıtır. Çünkü Allah'ın
yol göstericiliğinden kaynaklanmayan bir şey
sapıklıktır. Üçüncü bir şık söz
konusu değildir. Zaten